Sessizce geçip giden bu geminin ardından kaç ‘gün dökümü aşk’ kalır? ‘Kalan mıdır, aşk mıdır, olmazda mıdır?’ ya da işin sonu gelinemeyen başka bir yer midir? Us mudur, pus mudur? Aşk uslu mudur? Aşkı tutsak etmek mümkün müdür? Olan olunana denk ise, olunan çıkan sonuçla aynılaşan mıdır? Diyen, denilene benzeseydi, diyen demekten çoktan vazgeçmez miydi? Belki de, diyenin demekten vazgeçmeme sebebi, denilenden iki okyanus ve bir boyun farkıyla ayrı olmasıydı? Öyle olmasaydı sözler çoktan susar, güllere de su vermeye de gerek kalmazmış. ‘Olur olur’ deyip ilk kaçan; önde gidip de yuvarlanan olurmuş. Kendinden sarhoş insanın kendi mezarına düştüğü gibi göz açıp kapayana kadar geçer mi bu felsefe pazarlaması? Yoksa feri bozulmuş bir kırlangıç gibi oradan oraya giderken, yanına aldıkların hep bir parçandan eksik olup/ hep parçanı eksiltirken; eksilirken çoğalır mısın yoksa çoğalırken eksilen mi olursun?Olmak için yola koyulmuşken, koyulaşan bir suda durulur musun? Pussun, issin diyenlere arkanı dönüp gider misin? Aşk kaç gün dökümü bedel ister, gün doğumlarında avuç içlerinden öperken? Kim bilebilir bunu? Sırlar, sır değilse artık; onları korumaya hala gerek var mıdır? İç yanmaların kaç su dökümü iyileşir? Gerçekten unutacak hiçbir şeyin olmadığında mutlusundur, ya umut?Tarafların, taraf olmadığında; tarafsızlaştığında ve tarafsızlaştırıldığında kaç gece sarar sızdırmazlık güvencesiyle çalınan kapılarını? Ya oluşların var ya; o olup da diyemediklerinden bahsediyorum, biraz eğlenmek için ’Şimdi sıra sen de’ dediğinde, kutsal ve duyusal olanlara yapışmandır yine avuç içlerinden.