İlk bakişte futbol ve siyasetin farklı disiplinler oldugu düşünülsede, her iki kavramın bileşkesi ülkemizde ve dünyadaki örnekleri ile bizlere futbol ve siyasetin aslında iç içe oldugunu aleni bir biçimde göstermektedir.Geçmişden günümüze bu ikilinin ülkemizdeki samimyetini sorgulayip ,yine ayni pararlelde dünya dan farklı örneklerle konuyu pekiştirmeyi umuyorum.Başlangiçta dabelirttiğim gibi futbol ve siyaset ayri dünyalara ait.Biri saha içinde olmali diğeri ise stadyum dişinda ama ülkemiz futbol tarihinin başindan itibaren yakın ilişki sözkonusu.Futbol ülkemizde 1890 li yıllarda oynanmaya başladi.İzmir ve İstanbul da ki ingiliz ve rumlar tarafindan oynandiğindan kitle sporu olarak algilandi ve yasaklarla karşilaşti.Müslüman olan gençlerin kurduğu takımlar ve maçlari baskına uğruyor,dağitiliyordu dönem, 2.abdülhamid dönemi ve monarşinin ve despotizmin tavan yaptiği senelerdi.Korku kalabalıklarin siyasi reflekslerini bir ağizdan dillendirmesi idi.İşte futbolun ülkemizde siyaset ile tanişmasi bu şekilde cereyan eder ama son bulmaz.Milliyetçilik akımını güçlendirmek isteyen İttihat ve Terakki ciler İzmir de Altay ı kurdular ve istanbulda ise Galatasaray ‘dan ayrilan Progres klubunu satin aldilar.Adini değiştirip Altınordu yaptilar ve başkanliğinada Talat Paşa getirildi.Birinci Dünya Savaşi esnasinda Fenerbahce ,Beşiktaş ve Galatasarayli futbolcular cepheye giderken Altınordulu futbolculara muafiyet karari çikartildi.Oyunucu sıkıntısı ceken bugunun büyük klupleri sahaya eksik oyuncu ile çıkarken bu klup 2 yıl şampiyonluk kazandi.Cumhuriyetin ilk yıllarinda ise chp il başkanlari ayni zamanda futbolunda kent takımlarinin patronlari idi.1950-1960 arasinda Demokrat parti döneminde futbol kitleselleşmeyi,ticarileşmeye ve profosyonelleşmeye başladiği yillar.Futbol bürokrasisinin oluşmaya ve futbola el atmaya başladiği yıllar.Bu dönemde üç büyüklerin başkanlari siyasetçiler idi.1980 lere gelindiğinde Turgut Özal’la birlikte var olan ince çizgi bütünü ile yok olmuş ve sonrasinda futbol siyasi iktidara göre değişiyor ve gelişiyordu.Kulüp taraftarları üzerinden oy toplamak moda haline geldi. Partiler kentin takımına yakın durarak seçimi kazanıyordu. Bu futbola büyük bir kirlilik bulaştırdı. Takımlar iktidar kararlarıyla liglerde tutuldu. Oy için küme düşmeler kaldırıldı.Hatta siyasetçiler, serbest piyasa ekonomisinin bir anda yarattığı ve kendilerine yakın olan hayali ihracatçılar, mafya liderleriyle birlikte futbol kulüplerini yönetmeye başladı1980 lerde darbe yapan paşalar federasyon başkanliğina Yilmaz Tokatli yi atamiş ve bizzat Kenan Evren Ankaragücünün 1.Lige yükseltilmesi emrini vermiştir.1990 larda ise artik futbol siyaset ilişkisi ayyuka çikmiş politikacilar kent takımlarina verdikleri desteklerle seçimler kazanmiş bu bağlamda mafya ile derin bir dayanişma içine girmişlerdir.Hatta örnek verecek olursak AKP liderinin fenerbahce ile olan yakınlığı Trabzon da kendisine belediye seçimlerinde yenilgi yaşatmiştir.Malum trabzonspor taraftari fenerbahceden pek hazetmez.AKP, ihaleler ve kendine yakın isimleri yönetimlerine yerleştirerek dört büyüklerde kontrol mekanizması oluşturdu. Fenerbahçe yöneticilerinin AKP’nin iktidara gelmesiyle aldıkları ihaleler bunun en iyi örneğidir.Trabzonspor’un başkanlığını Başbakan Erdoğan’ın en yakın dostu Nuri Albayrak, Beşiktaş’ın İkinci Başkanlığını ise İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu ‘nun oğlu Murat Aksu yapıyor. Galatasaray Başkanı Özhan Canaydın ‘ın Kulüpler Birliği Başkanı seçilmesinde de AKP’nin önemli rolü oldu. Hatta Akp büyükşehir başkanlari ve bakanlar aracaliği ile bir çok klubu denetim ve yonetmi altina aldi.Başbakanın takımlari onlara bakalim Kasımpaşaspor,Siirtspor ya da Pazarspor bu takımlar Akp iktidarinin peşi sira mevcut klasmanlarindan üsr klasmanlara yükselmiş maddi anlamda da güçlenmişlerdir.Zira büyük keşif futbolun kitleler üzerindeki etkisidir.Yine daha önceki iktidarlar gibi AKP’nin futboldaki temel hedefi futbolun en üst kuruluşu olan federasyondu. Kulüpleri rahatlıkla kontrol altına alan AKP, çok yoğun çabalara karşın bunu başaramadı. Çünkü, Futbol Federasyonu, mafyanın en yerleşik ve etkin olduğu kurumların başında geliyor. Federasyonun 1990’lı yılların başından itibaren her seçiminde mafya damgası var. Son seçimde de AKP’nin adayına karşı mafyanın desteklediği Haluk Ulusoy kazandı.Görüldüğü üzere futbol tarihini okumak aynı zamanda siyasi tarihi ve siyasi hesaplaşmaları okumak gibi.Avrupa ülkelerinin bir kısmında özellikle de güney ve doğusunda 2. Dünya savaşı öncesi ve sonrasında yaşanan politik kaosun eseridir taraftarın politize olması. Bazı kulüpler hatta şehirler belli bir politik görüşün simgesi halini alınca futbol maçları zaman zaman İç Savaş atmosferinde geçmeye mahkumdur. Bu konuda benim favorim İtalya’nın Livorno kulübü taraftarları. 1921 yılında İtalya’nın bu şehrinde Komünist Parti kuruluyor. Ve o zamandan itibaren grevleriyle, gösterileriyle her zaman için Çizme’nin en solundaki kent olarak kalıyor. Bugün bile herhangi bir aşırı sağcının kentte boy göstermesi yaşamı açısından tehlikeli.Durum böyle olunca Livorno taraftarlarının olaya bakış açısı da farklı değil. Livorno’nun stadında bulunan Curva Nord’da (Kuzey Açık Tribün) büyük bir Che Guevara bayrağı asılı durur. Rusça pankartlar, kızıl bayraklar ve anti-faşist semboller bugün bile Livorno tribünlerinin vazgeçilmezidir. Stalin’in doğum günü tribünlerde kutlanır.Futbolcusu da böyledir. Taraftarın sevgilisi Cristiano Lucarelli, şehirde oynanan bir Ümit Milli maçta gol attıktan sonra formasını kaldırdığında altında Che Guevara tişörtü vardır. Lucarelli çok iyi bir futbolcu olmasına rağmen milli takım kapısı yüzüne kapanır. Aynı Lucarelli yıllar sonra deplasmana giderken içinde bulundukları treni parçalayan taraftarlarına kendi parasıyla yeni tren tutacak kadar da fanatiktir.Ama Livornolular için en politik yolculuk Roma’ya Lazio deplasmanına yapılandır. Adeta bir savaşa gidilir gibi hazırlanılır. Tabii bunun karşılığında Laziolular da boş durmaz. Buradan Lazio’ya geçelim. Mavi-beyazlıların geniş taraftar grupları aşırı sağ görüşü taşımakta. 70’lerde Lazio takımı Chinaglia gibi sağ görüşü taşıyan oyunculardan kuruluyken bir rakip futbolcu, “Mussolini’nin takımını yeneceğiz” demiş ve Lazio taraftarlarının protestolarına maruz kalmıştı. Bu tribünlerde inanılmaz derecede ırkçı sloganlara rastlamak mümkündür.Bir hikaye daha anlatalım geçmişten. İtalya’nın sağ görüşlü kentlerinden Udine’nin takımı Udinese 80’lerin sonunda bir İsrailli oyuncu olan Ronnie Rosenthal ile anlaşmıştı. Genç İsrailli anlaşma imzalamak üzere uçakta indiğinde binlerce taraftarın açtığı gamalı haçlı bayrakları görünce uçağa geri döndü. Tabii sonra İngiltere’ye gidip ünlü oldu.Lazio’nun ezeli rakibi Roma’nın taraftar grupları arasında yıllar boyunca sola eğilimli olanlar çoğunluktaydı. Ancak son yıllarda İtalyan taraftar grupları içindeki sağcı söylemlerin artması başkent kulübünü de etkiledi.Sağ gruplar ve özellikle İtalya’nın zengin kuzeyinin Roma sınır olmak üzere fakir güneyden ayrılmasını savunan Lega Nord işlri iyice karıştırdı. Napoli takımının kuzey deplasmanlarında yıllarca, “Afrikalılar Avrupa’ya hoş geldiniz” pankartlarıyla karşılanması bu politik düşüncenin dışavurumundan ibaret. Bunlara inat Maradona’nın 1990 Dünya Kupası yarı finali öncesinde Napolililer’e, “Size yılın 364 günü Afrikalı diyen İtalyanlar’ı mı yoksa Napolili Maradona’yı mı destekleyeceksiniz” şsklindeki hitabı olay yaratmıştı.İspanya’nın da geçtiğimiz yüzyıl ciddi bir iç savaş yaşadığı düşünülürse futbol taraftarının politikayla iç içe olduğunu söylemek şaşırtıcı olmamalı. Özellikle Cumhuriyetçi harekete destek veren Katalunya ve Bask bölgesinin takımlarında bu belirgin olarak görünmekte. Barcelona, savaşta başkanını kaybetmiş ve yıllarca Real Madrid’in gölgesinde kalmıştır. Bu yüzden de Barça taraftarlarının Katalan milliyetçiliğine sempatiyle bakmasını normal karşılamak gerekir. Aynı şekilde Bask bölgesinin simge takımı Athletic Bilbao’da durum böyledir. Madrid yönetimine bir tepki vardır her zaman. Ancak yıllar içinde taraftar grupları soldan sağa doğru kaymıştır.Real Madrid ise hep sağ tarafa yaslanmıştır. Ama bu her Realli’nin sağcı olduğu anlamına gelmez. Sağcı hatta aşırı sağcı olanlar egemen taraftar gruplarıdır. Yıllar önce benim önyargımı kıran bir İspanyol spor yazarı olmuştu. Dedesi Cumhuriyetçiler adına İç Savaş’ta çarpışırken ölen Jorge, kendisi de sosyal demokrat olmasına karşın Real taraftarı ve bunu bir problem olarak görmüyor. Bir de azar işittik ondan önyargımız nedeniyle.İspanya’da da aynı İtalya’daki gibi aşırı sağa kaymanın olduğu bir gerçek. İspanya’nın AB üyeliği ve Afrika’dan iş için gelen göçmenler, ırkçılığı körükledi. Bundan dolayı da birçok statta ırkçı söylemler had safhaya ulaştı. Zaragoza taraftarları bunların belki de başında geliyor. Her rakibin baş belası olan bu taraftar grubu geçtiğimiz sezon Barcelona’nın Kamerunlu yıldızı Samuel Eto’o’yu da isyan noktasına getirmişti.Politikayla iç içe taraftar gruplarını Sırbistan’da bulmak çok kolaydır. Partizan ile Kızılyıldız arasında oynanan Belgrad derbisi taa Yugoslavya döneminden bu yana hep politik mesajların verildiği maçlar olmuştur. İç Savaş sırasında da Kızılyıldız’ın taraftar grubunu “reisi”dir Boşnak öldürmeye ilk koşanlardan birisi. Daha ülke dağılmadan oynanan Dinamo Zagrep-Kızılyıldız maçında Sırp polisi tekmeleyerek bir Dinamo taraftarını kurtaran Hırvat Boban, milli kahraman ilan edilmiştir. Taraftar için bundan büyük onur yoktur.Her ne kadar sınırlar kalkıyor, Avrupa birleşiyor lafları ağızlarda sakız olsa da futbol taraftarlarının politik duruşu en azından yeşil sahalarda durumun kolay olmadığını açıkça gösteriyor.