. Bir-thYirmi yıl öncesinin çocukları, hayal güçlerini daha fazla kullanmak zorundalardı belki. Belki dünyayı TV ve bilgisayar monütöründen değil de, kendi tecrübe ve gözlemleriyle anlamaya çalışmak için daha fazla zamanları vardı. Ya da belki sadece daha aptaldılar. Süslü hikayelere kolayca inanırlardı.Bütün çocuklar doğum günlerini sever. Fakat yirmi yıl önce, doğum günlerinden nefret eden çocuklara rastlamak daha kolaydı. Pek tabii onlar, ilk doğum günlerinde yalnız kalanlar, her bir diğerinde yeniden ve yeniden ilkokula başlayan çocuklardı. Onlar, karınlarında kelebekler, kızgın öğretmenlerinin kendilerine ders vermesini bekler…Ben onlardan birini tanırdım. Hep kızgındı, biraz da ürkütücü. Çocukluğundaki güneşin, tıpkı bütün diğer bebekler gibi annesinin kanıyla boyalı, kırmızı ışıklar çıkararak gölün içinden doğuşunu anlatırdı. Gölün ışıldayarak akşam olmasını bekleyişini ve geceleri sevgili güneşini yine koynunda saklayışını. Bir de, geceleri gölün dibinde uyuyan güneşi aradığını. “Akşam olacak bir gün” derdi…Bir de fotoğraf albümü vardı. “Annemle birlikte çekilmiş fotoğraflarımız var daha çok içinde” demişti. İçinde olan şey ise sadece, yerlerinden oyulmuş ve başka bir fotoğraftaki annenin yanına yapıştırılmış çocuklardı.Öldü sonra. Ya da akşam oldu sonunda, uykuya daldı o da. Unutuldu tabii. Neden kızgın olduğunu hiç kimse merak etmedi, her şey ortada değil miydi zaten… Ben yine de merak ederdim, çünkü en çok bana kızardı.Children waiting for the day they feel goodHappy Birthday, Happy BirthdayMade to feel the way that every child shouldSit and listen, sit and listenWent to school and I was very nervousNo one knew me, no one knew meHello teacher tell me what’s my lessonLook right through me, look right through me.. İkiO, çok önem verdiğim bir andı. Fakat geldiğinde anladım ki, anların en önemsizi olduğu için önemliydi sadece. Her gün izlediğim manzaralar bunlar; sıradan budalalıklarını ütülü sözcükler giyerek satan satıcılar.Herşey yerli yerinde olmalı. Gün boyu takınacağınız ifadelerinizi dikkatle kafalarınızın içindeki magazinlere yerleştirmelisiniz ki, karşınızdakiler onları yüzünüzde birbiri içinde eriyerek geçişler yapan kusursuz bir dia gösterisi gibi izleyebilsin… Sıra önemli… Nerede gülünecek, nerede ciddiyet muhafaza edilecek… Çok önemli…Güzeller güzeli bir şehirde bir kaç yıl önce tamamlanan bir gökdelencikte bir toplantı odası. Ah, evet deniz de görüyor lakin plastik merdivenlere benzeyen perdeler kapatıldı. Tombul dikdörtgen maun masa, deri koltuklar. Masanın üzerinde her koltuğa tekabül eden bir telefon ve her birinin kablosu için masa üzerinde açılmış kapaklı delikler var, ne hoş. Her koltukta koyu renk takım elbiseli, kelli felli bir amca. Amcaların hepsi tepegözden perdeye yansıyan görüntüde gezinen kırmızı noktaya dikkatle bakmakta. Odanın içinde bir de, o kırmızı noktayı hareket ettiren, bir yandan saçma sapan bir şeyler anlatan, o ortamın içinde kabak çiçeği gibi açmış bir tipleme. Derken…Kırmızı nokta kazayla tavana doğru kayar ve tabii ki onu takip eden gözler de. Bu durum anlatanı 5-6 saniyelik bir sessizliğe iter. Ve… Hatlar çoktan karışmıştır…Nokta, önce perde üzerinde asabi gitgeller çizmeye başlar, kafalar da noktayla birlikte sağa sola hızla ve senkronize hareket etmeye. Derken anlatan ansızın susar ve elindeki oyuncağından çıkan ışığı yavaşça tavana sürükler, orada yine yavaşça bir daire çizer. Ve evet, amcaların hiçbiri bir an bile olsa, tavana bakmaktan kendini alamaz.Bir saniyelik sessizliğin ardından odada tiz bir kahkaha duyulur. İfadeler gayet enteresandır. Anlatan kahkaha atarken yaşlı olan biri ve onun peşisıra bir diğeri “rezalet” ve “çoluk çocuk” lakırdıları eşliğinde odayı terketmiş olsa da o yine de devam eder, konuyu değiştirir; penguenlerden filan bahseder gülerek… Bu esnada pek pahalı ayakkabısının tekini masaya koymuş, arada bir ondan yardım istemektedir, o kadar para saymıştır, dile gelmelidir artık.İki-üç dakika içinde oda en büyük amca dışında tamamen boşalır, anlatan susar. Adam okkalı bir tokat indirecek hışımla anlatana yaklaşır. Tam karşısına dikilir, masanın üzerindeki ayakkabıyı eline alır, herhalde ayakkabıyla vuracaktır. Anlatan heykel gibi hareketsizdir, cool görünmeye çalışmaktadır. Adam derin bir soluk verip eğilerek ayakkabıyı anlatana giydirir. Masaya dayanır, ellerini göğsünde kenetler, önce anlatana sonra tavana bakar. Adamın bakışları tavanda kalınca anlatan da bilinçsizce adamın baktığı noktaya bakar… Adam “a-hah” der ve parmağıyla anlatanı işaret eder, anlatan şaşkınken adam ağlayana kadar güler ve ardından öksürerek nazikçe ;” Biraz dinlenmeniz gerekli sanırım… Sizi tanıdığım için deli olmadığınızı biliyorum.”…”Delirmediniz değil mi ? heheheh”…”Bu durumu telafi edebilirim sanıyorum. Siz bir 15 gün kadar dinlenin ve yine görüşelim ?”Bir delinin daha fazla rezalet çıkarmasını önlemeye çalışır ses tonu bu. Anlatan gülümser :”Şeyy… Ben bu işi az önce bıraktım”All around me are familiar facesWorn out places, worn out facesBright and early for their daily racesGoing nowhere, going nowhereAnd their tears are filling up their glassesNo expression, no expression… ÜçZamanı biraz başa sarmak istiyorum. Bir türlü hatırlayamadığım bir şeye bakmam lazım. Çok değil, güne ağlayarak başladığım o güne kadar sadece….. DeathAnd I find it kind of funnyI find it kind of sadThe dreams in which I’m dyingAre the best I’ve ever hadI find it hard to tell you’Cos I find it hard to takeWhen people run in circlesIt’s a very, veryMad World