Yaşlı adam, tavandan düşüp tam yüzüne denk gelen hamamböceğiyle uyandı incecik uykusundan. Böcek, adamın uyku sersemliğinden faydalanıp canını kurtarmıştı ama o kadar yüksekten düşmesinin şapşallığı, bir de adamın kendi suratına gayrı ihtiyari yapıştırdığı tokatın paniğiyle zaten kısacık olan ömründen baya bir ömür yitirmiş olmalıydı. Üstüne bir sürü de küfür yemişti böcek haliyle, uyku sersemi. Sanırım tavanda uyuya kalmıştı.Yaşlı adamsa, o kaçarken, arkasından yanağındaki sızıyı sıvazlıyordu eliyle, söylene söylene : ”Seninle hesabım bitmedi daha musibet mahluk! Ahh!” Sinirlenmişti de; o hışımla fırlamak istedi ama olmadı; gerisin geri düştü yatağa.” Ah ah dua et ki çürüdüm artık; dua et!” dedi, uyku sersemi ellerini kim bilir nereye doğru sallayarak. Son söylediğini bir kez de karanlık tavana bakarken ama bu sefer sayıklar gibi tekrarladı: “ Çürüdüm artık” bir süre gözlerini kapattı sonra, ancak o da biliyordu ki uyku artık oldukça uzağa kaçmıştı.Gerçeği kabullenip, açtı gözlerini. Yanındaki saate doğru doğruldu fakat o küçücük ekrandaki rakamları daha anlamlandıramamıştı ki tekrar gücünü kaybedip yatağına yığılıverdi. İlginç bir şey vardı yalnız. Hayır bu ilginçlik hayatında ilk defa bir hamamböceği tarafından uyandırılmasında değildi; başka bir şey, esrarengiz bir istek ve hatta bir dürtüydü bu. …“Ah bir sigara olsa!”…. Ve ilginçti. Çünkü bunu yıllardır hissetmemişti. Hem de öyle kolayca bastırabileceği kadar şiddetsiz de değildi bu istek; öyle ki, kutsal bir emir gibi gelip dikilmiş gibiyi karşısına. Ama ne yapabilirdi gecenin o saatinde……” Hiçbir şey.”“Ama”… “bir nedeni olmalı”, “Mutlaka” dedi yatakta doğrulmak için baş dönmesinin geçmesini beklerken . “Bu bana bir rüyadan çıkıp geldi”. Ama neydi neydi? Bir süre daha kafa yorduktan sonra ilk görüntüler gelmeye başlamıştı.“Araba mezarlığı? Bir metal istifinin önündeydim sonra sonra…” Başlangıç için fena değil. “Peki ne işim var lan benim mezarlıkta?” Ne tür arabalar vardı? “Hepsi eskiydi arabaların, ve etrafımda plakaları dağılmıştı aa evet plakalar” .Ne yazıyordu, bir şey yazıyor muydu plakalarda? “Sen de kimsin yahu! Ben kiminle konuşuyorum?” -oldukça sakin-, bakışlarını kapının yanındaki aynanın tam karşısındaki saatten, gene aynanın karşısında dikilmiş, pencereden süzülen ışık oyunlarıyla bir canavara dönüşmüş bedenine çevirdiğinde içine düştüğü tek kişilik oyun, sonlanmıştı. “Tamam” dedi. “Bu ilacın yan etkisi olmalı”. Ama yanılıyordu yaşlı adam. Bunun sebebi ilaç falan değil. Düpedüz pelteye dönmüş beyninin yarattığı bir tür şizofrenik hayaldi. Aslında o anda, uykuda olup olmadığını bile bilmiyordu.Işığı açmak aklına bile gelmemişti mesela. Bu türlü sabuklamalar onu bir süredir delinen uykusunda yakalardı. Bir başkasında gece kalkmış, masaya oturmuş ve elini göbeğinden içeri sokup iç organlarını teker teker masanın üstüne serdiğini, midesini, bağırsaklarını, pankreasını masaya koyup, düzelttiğini ve öylece oturmaya devam ettiğini görmüştü. Uykudan uyandığında da gerçekten masada oturuyor bulmuştu kendisini ve uzun süre o boş masaya bakamamıştı.Aynanın karşısında durmaktansa mutfağa doğru gitmenin daha doğru olacağını mırıldandı kendi kendine. Hareket olsun diye sadece.. Fakat bir adım atmıştı ki pencerenin oradan gelen garip bir cıyaklamayla donup kaldı. Bu da mı rüyaydı yani? Hala ışığı açmak aklına gelmemişti. Ses kısa bir süre sonra aynı şiddette tekrarlayınca korkusu azaldı ve o tarafa doğru yöneldi.“Hay deli herif! Hay işe yaramaz moruk! Ulan dangalaklar dangalağı. Ölümüm senin yüzünden olacaktı hayy…. !!”İki yeşil; ardından bir kırmızı. Ve tekrar iki yeşil… . aynanın yanındaki masanın üstünde, acil yardım bekleyen bir cep telefonu…“Ulan hayatında bir işi de tam yap be! Götünün kılları ağardı, geberip gideceksin hala… yuh bee, akıl fukarası, puş…”…Derken ağzına üç nokta tıktığım yaşlı adamın bahsettiği, kendisini tanıdı tanıyalı sokağın köşesindeki köhne dükkanda envai çeşit gümrük malları, ikinci el, artık eline ne gelmişse satarak geçinen ve en az onun kadar yaşlı, buruşmuş, çökmüş ve bir miktar da delirmiş arkadaşından başkası değildi. Bu adam arada sırada ona uğrar, karşılıklı koltuklarda otururlar ve birbirlerine baka baka kahvelerini yudumlarlar; ettikleri laf ikiyi geçti mi de arkadaşı “bak bu sefer sana ne getirdim, bak bak bak oohoo” diyerek elindeki poşeti ona uzatır. Adam onun deliliğine bir şey demez, poşetten çıkanı “ Valla geçen dedim, ya işte benim sorunum bu! böyle bir şeyim yok. Nap’cam nasıl yaşarım. Ne lan bu? Ne diye getirdin şimdi böyle bir şeyi ha? Deli Hüsnü!” diyerek karşılardı.Hüsnü de poşetten çıkanın kısa hikayesini anlatır, -anlattıkları bitince ortalık gene sessizleşir-, bir süre daha birbirlerine baktıktan sonra “hadi bana müsaade, bu arada kahven çiş gibiydi Behmi’ciğim ha ha ha! Hatırlat da bir dahaki sefer sana bir kahve makinesi getireyim” der ve deli deli bakarak evden çıkar giderdi. Ev gerçekten de bu adamın getirdikleriyle doluydu ve işte; bu cep telefonu da onun son ziyaretinin hediyesiydi.Cep telefonunu açıktı. O poşetten çıktığından beri açıktı. Ancak içinde sim kart olmadığı için ekranda sürekli birilerinin gelip içine bu kartlardan bir tane koyması gerektiğini anlatmaya çalışan o uyarı vardı. Ayrıca bu telefonun şarj aleti de yoktu. Deli Hüsnü poşetten yalnız bu telefonu çıkarıp vermişti yaşlı adama. Sonra da “Eh Behmi’ciğim artık telefonun da oldu, bundan böyle sürekli konuşuruz he mi?” bile demişti. Yani, adam sağlam deliydi. Ona kartsız ve şarjsız bir cep telefonu hediye edebilecek kadar sıyırmıştı.“Peki şimdi ne olacak bu böyle cıyaklayacak mı ya sabaha kadar?”Mutfağa giderken uğramak zorunda kaldığı tuvaletten çıktığında, sabahın ilk maviliğinin mutfağın penceresine düştüğünü fark etti ve artık saate bakmasına, bakmak için odaya dönmesine, dönmek için aniden kilitlenen dizinin acısına dayanmasına gerek kalmadığı için bir an için içinde garip bir huzur hissetti. Ancak buzdolabının önündeki hareketsiz huzurlu adamın bütün mutluluğu, telefonun dehşetli çığlığıyla bir kez daha yerini bunalımlı nefeslere, ve karamsar düşüncelere bıraktı.“Tanrım! Seni bilmem ama ben bıktım artık bu delilikten. Yetmez mi artık? Yeter, yetmeli, yetmeli!”Dizinin ona verdiği ıstırap artık dayanılmaz noktaya yaklaşıyordu. Bunu ilk kez o an, o sabahın içinden bir türlü çıkamadığı maviliği yüzüne bulanmış halde, bu derece kesinlikle hissetmişti. Yerinden kıpırdayamıyordu.Telefonun çığlıkları sıklaşmaya başamıştı artık ve erişilmezdi. Onu ne diye pencereden aşağı atmadığına yanıyordu şimdi yaşlı adam. Gerçekten ıstırabı bu derece şiddetli olmasa bunu seve seve yapardı. Arkasına baktı ve sandalyeyi gördü. Dizinin konumunu değiştirmeden oturmayı deneyecekti. Oturamadı, rüyasını düşünmeye başladı. Kalktığından beri şeklini tam anlamıyla göstermemiş düşünceler artık, aklında bilinçsizce çözümleniyor ve sonucu bilincine aktarıyordu. Rüyası ölümüyle ilgiliydi. Hurdalarsa onu teker teker terk etmiş dostları olmalıydı. Hepsinin ortasında, bir açıklıkta, çömelmiş ağlayarak sigara içiyordu. Bir tek bunu anlayamamıştı. Rüyalarında hep ağlardı zaten; bunu düşünmek istemiyordu ama sigara ilk defa başına gelmişti. Yıllar önce içmeyi bıraktığına şimdi mi pişman olmuştu yani? Rüyası aklında anlamını ondan sakladıkça, merakı artıyor; bu da onun sigara içme isteğini körük
lüyordu. Çünkü içtiği zamanlar severdi sigara içmeyi. Bırakması çok zor olmuştu.“Son bir nefes alsaydım bari ha? Ne dersin?”Ve bunu söylediği anda anlamıştı. Telefon bir süredir sessizdi. Yaşlı adam artık dizinin acısını hissetmiyordu. Biraz sonra karanlığın daha da arttığını hissetti. Nerede olduğunu belirleyemiyordu. Ayakta mıydı? Yoksa düşmüştü de yerde mi kıvranıyordu? Kendini bildi bileli, hareketler vardı; kontrol ettiği bir şey vardı. Ancak o anda o, bu duyguyu yitirmişti. Yalnızca hissediyordu artık. Boyutlar silinmişti. Elindeki sigarayı hissediyor, onu keyifle ağzına götürdüğünü görüyordu. Sonra konuştuğunu hissetti. Fakat önceleri pek bir şey anlamadı. Sonra bağırdığını hem de bas bas, tepine tepine bağırdığını hissetti. Artık ne dediğini duyuyordu. ‘DELİ! DELİ! SEN BİR DELİSİN! SEN KUTSAL BİR DELİSİN, SEN LANET BİR DELİSİN!” diye büyük harflerle bağırıyordu. Korkusu yoktu artık. Karşısında bir deli vardı. Buınu biliyordu.Ardından bağırışlar kesildi. Bir sızı geldi bu sefer; geldi ve kalbinin içinde durdu. Bir an için tekrar oradaydı. “İşte mutfak dolabı, işte çöplük” diye geçirdi içinden. Sonra “Bu da mı o kahrolası hayallerden biriydi yani?” diye söylendi.“Artık kalkmalıyım öyleyse, o telefonu camdan dışarı atmalıyım”Ancak yere baktığında, kan birikintisinin genişleyerek, dolabın bitiminde toplandığını gördü. Başının arkasından geliyor olmalıydı. Hiçbir şey hissetmedi. Sadece anlamıştı. Bu yaşadığı, o sigaranın son nefesiydi. O nefes gibi bir son görüntü hakkıydı hayattan. “Eee sırada ne var?” demeyi düşünüyodu ki telefonun sesini duydu tekrar.“cıyk” “cıyk” “cıyk”