ışık
ışık

Sokakta giderken, kendi kendime gülümsediğimin farkına vardığım zaman; beni deli zannetseler de zannetmeseler de gülümsüyorum. Delilik dediğin nedir ki? Hepimiz az buçuk deli değil miyiz zaten? Her birimiz kendi tımarhanesinde gönüllü hapis. Düşünüyorum, her zamanki gibi. Hem de suç olduğunu bile bile… Yük katarları geçiyor zihnimin uçsuz bucaksız raylarından. Kendi kendime gülümsemeye devam ederek ilerliyorum. İnsanlar çıkıyor karşıma sağcı, solcu, ortacı, ilerici, gerici… Her yer insan kaynıyor, kalabalık sel olmuş akıyor sokaklardan caddelere. Necati Cumalı’nın şiirini hatırlıyorum: “şu kalabalıkta gördüğün herkesin bir kalbi var senin gibi…”Tanıdık bir rüzgar esiyor. Doğduğum vatan toprağının kokusu sızlatıyor burnumun direğini giderek bize ait olmaktan uzaklaşırken. Öldüğümde vatanımın bana ait olmaması ihtimali de aynı anda yokluyor zihnimin duvarlarını. Nazım’ı görüyorum o vagonlardan birinde. Vakur bir ağaç gibi; başı yukarıda, çenesi bulutlarda. Deniz mavisi gözlerinde memleket hasreti doruklarda…Her şeye rağmen gülümsüyorum.İnsan dediğimiz şey, “yokluk sınırlarında yaşayan varlık” demek anadilimizde. Kalbur altında yaşam mücadelesi veren çok, üstte kalanlarsa kaymak tabakası sadece… Muasır devletler ilerliyor bizse bakakalıyoruz hep giden geminin ardından. Serde Türklük var çünkü, yol alamıyoruz. Medeniyet desen, birkaç beden bol üstümüze. Rızkını Allah verir diye doğurduğumuz, burnunda sümükleri yağmura karışan çocuklar aç biilaç sokaklarda, köprü altlarında hala. Halbuki devam ettirdikleri nesil ne acılara gebe? Kim farkında? Zaman katmış akreple yelkovanı önüne hızla ilerlerken, biz bir futbol topunun peşinden yetmiş milyon kişi koşuyoruz. El alem dediklerimiz ölümsüzlüğün sırrını deşerken, biz gökten kafamıza maalesef kalas düşmesi sonucu ölüyoruz. Zaman tozu dumana katarak koşuyor, bizimse omuzlarımızda koca bir atalet oturuyor. Yani takvimdeki yüzyılla bizimkisi birbirini tutmuyor.Memleketimde yaşam manzaraları acı… Kan vermek günah olunca, kansızlıktan ölünüyor. Bilgi karın doyurmayınca, kitaplar sobalarda tutuşuyor. Varlığın belirtisinin “düşünmek” olduğunu söylemiş bir düşünür, oysa bizde “düşünmek” suç sayılıyor. Suçlu olmamak için vazgeçiyoruz düşünmekten, vazgeçiriliyoruz. Yok oluyoruz! Devrimi balyoz, Marx’ı deterjan markası sananlar var hala. On yılda bir darbe yemeyi de Allah vergisi… Aldığımız yol anca bir arpa boyu, onu da on yılda bir geri dönüyoruz. Milletin vekilleri, vekili olduğu milleti henüz tanımıyor. Bakanlık da bakarkörlükle eşdeğer. Bir ampul yandı tepemizde dört yıl önce. Ampuller ışık saçarmış, ışık nerde? Işık yok! “Işık” söndü altmış sekiz yıl önce. Altmış sekiz yıllık bir çaresizliğin yükü var üzerimizde. Kimilerine göre bunun çaresi satılmak, bölünmek, parçalanmak, hibe edilmek… Henüz doğmamış çocuğumuzun bile geleceğini sattılar! Böle böle çoğaltıyorlar bizi artık birbirimizden. Parça parça oldu umutlarımız. Vatan dediğimiz kara parçası hibe ediliyor hissettirilmeden, sinsice. Bu toprakların kokusu giderek bize ait olmaktan çıkıyor. Gözlerimden damla damla bir tren akıyor, Nazım oturmuş vagonlardan birinde, el sallıyor.Bense sokakta giderken kendi kendime gülümsediğimin farkına varıyorum ve beni deli zannetseler de zannetmeseler de gülümsüyorum.31.10.2006