Suadiye’de çalıştığı butikte boynundan bağlamalı sırtı açık bluzla duran ama Sultanbeyli’deki evine gitmeden önce bütün düğmelerini boğazına kadar iliklediği yelek giyen Serap ile tatil için İstanbul’a dayısıgile gelmeden önce on günlüğüne iPhone kiralayan Ömer, o gün giydiği yüksek topuklu ayakkabı ayağını çok fena vurduğu için o sıcakta bir türlü bitmek bilmeyen yolu topallayarak yürümek zorunda kalan Ebru’ya çarpmamak için ani fren yapan minibüste yanyana oturuyordu.Ben o sırada evde, yazarın beni yazmasını bekliyordum. Çok susamıştım; ama yazar su içmeme izin vermiyordu.Köprü, önceki akşam kendi kendine yıkılıp gitmişti. Dişçim yerine yenisini takmış; ama en az bir saat hiçbir şey yiyip içmemem gerektiğini söylemişti. Ne bitmek bilmez en az bir saatse bu, boğazım kuruluktan ağrımaya başlamıştı. Mecbur, yazarın keyfini bekliyordum.Halbuki Serap’a sorsanız, şirkete diz üstü hizasında kalan tiril tiril elbiselerle gelen yan büro çalışanı Ebru, bu yüzden günaha giriyordu. Oysa yazara sorsanız, Serap’ın yine yan ofiste çalışan, her işe koşturması için aldıkları evli ve çocuklu adama çoktan verdiğini size söylerdi.Tabii yazarın çok işi vardı. Daha beni yazacaktı.Dışarıdan, otuz tane Adapazarı mısırını beş liraya satan kamyon geçti. Dayanamayıp, gittim su içtim. Yazar da yazdı.