Bu kıpırtı… bir hoş ediyordu içini. Bir an rahat vermiyordu ona. Şu karpuzu yerken, sular ağzından akıyordu ya, öylesi bir iştahla saldırmak istiyordu bu yaşam denen zengin sofraya. Öyle çok çeşit vardı ki üzerinde, birine uzansan uzanamadıkların uzak bir rüya gibi sızlatıp duruyordu içini.Her şey bu kadar dokunacak kadar yakınken sahip olamadıkların yaşamında kendilerine koca boşluklar açıyor, yerlerini başka bir şeyin doldurmasına izin vermiyordu. Keşke bu kadar güçlü olmasaydı! Hayatın kimi yanlarını görmezden gelmesini sağlayacak eksiklikler, imkansızlıklar kendisinde de var olabilseydi keşke!“Gel işte! Değişik yerler görürüz. Hep aynı yerlerde, aynı insanlarla takılmaktan sıkılmıyor musun?”Arkadaşı son derece iyi niyetle yapıyordu bu çağrıyı. Ama bu masum görünümün altında hayat öylesine bir çeşitlilikte yollara saptırıyordu ki insanı, geri döndüğünde yola çıktığın andaki sen olmayabiliyordun artık. Değişik yerler, değişik insanlar kelimede kalınca ne kadar tehlikeden uzak ve çağıran bir görünüme bürünüyordu!.. Ama yaşama geçip senin bastığın yollara, konuştuğun, eğlendiğin insanlara dönüştüklerinde, büyük bir hızla kelime anlamlarından çıkıp masumiyetlerini yitirmeye başlıyorlardı.Arkadaşı kendisine o davette bulunurken güzel bir resimden söz eder gibiydi. İnsan bedenleri, sokaklar, güvercinler, eğlence mekanları, her şey bulunduğun yerden fırlayıp kendilerine koşman için ne beklediğini soruyorlardı sanki. Bu kadar duraksayacak ne vardı ki? Tamam burası da güzeldi. Çarşaf gibi deniz, püfür püfür esinti, insanın iştahını açan tertemiz hava ve bu gülümseyen insanlar kaçılacak türden bir yer olmaktan çıkarıyordu burayı. Zaten o da kaçmayacaktı ki! Geri dönmek üzere uzaklaşacaktı bir süre sadece. Ezbere bildiği yollar yerine tanımadığı, kaybolduğu sokaklarda gezecek, uzun süre önce gözlerinden kovduğu şaşkınlığı yeniden çağıracaktı hayatına.Evet bu duyguyu öyle iyi tanıyordu ki! Yabancı bir ülkede kaybolmanın muhteşem hazzını defalarca yaşamıştı. Ve yeniden kendini bildiğin yerde bulduğunda duyduğun o garip suçluluğu…Yeşim’in güzelim yüzü belirdi zihninde. Artık bilmediği sokaklarda kaybolmaktan korkmasına neden olan o dingin gülümsemesi… Eğer o, yaşamında var olmadığı zamanlardaki kadar gözü kara kendini yollara atıp arkadaşının peşinden koşsaydı, şimdikinden farklı bir insan olarak döndüğünde sadece suçlu hissetmeyecekti kendini. Aynı zamanda aşık olduğu kızdan sevdiği erkeği de çalmış olacaktı.O uzak yerlerde defalarca tökezlemiş, düştüğünde kalkabilmek için öncekinden çok daha güçlü olması gerekmişti. Daha katı, daha zor acıyan bir bölgeye dönüştürmeye çalışmıştı kalbini. O yabancı yüzlerde bulamadığı şefkati aramaz hale gelinceye kadar onlarla birarada bulunmuş, başka duygularla yetinmeye çalışmıştı.O yabancı ülkelerde sıcak duygulara da yer yok değildi tabii. Arkadaşlık içinde pek rastlanmayan o mesafesizlik, karşı cins söz konusu olduğunda sıradan bir şeye dönüşüyordu. Kızlar sıcacıktı. Çok güzel ama güzel olan şeylerden beklenemeyecek kadar da cömert… Yazlıkta tanıdığı turist kızlar sayesinde o uzak ülkelerde, kızlardaki bu dokunulabilirlik hali onu çok da yadırgatmıyordu aslında. Ama oralarda kendi ülkesinde olduğu gibi, bu sıcakkanlı güzelleri kıyaslayabileceği kendi memleketinin nispeten zor kızları yoktu. Bu yüzden ulaşılır olmaları kendi ülkelerinde bir ayrıcalık kazandırmıyordu onlara. Tıpkı onlara ulaşmanın bir ayrıcalık olmadığı gibi… İşte en çok da bu canını sıkıyordu. Her şey bu kadar kolay olunca sahip olmanın ne anlamı vardı ki?! Sahip olduğun o şeye baktıkça senin ona ulaşabilmeni sağlayan şeyin, seni diğerlerinden farklı kılan herhangi üstün bir niteliğin olmadığını hatırlıyordun. Ve bu da kendinle birlikte onun da değerini sorgulamana neden oluyordu.Arkadaşının kendisini götürmek istediği o yerde, içindeki kıpırtının dizginlenemez hale gelmesinden korkuyordu. Hayata duyduğu sınırsız iştahı daha da kamçılayacak davetkar bakışlar ve gülücüklere yenik düşmekten… Eskiden olsa bu tatminsizlik korkutmazdı onu. Çevresindeki bu cömert dünyanın ona sunduklarının başını döndüren çekimine bırakırdı kendini. O sıcakkanlı kızların ateşten dudaklarında erirken dünyayı umursamazdı.Ama şimdi… O büyülü tebessüm girmişti yaşamına. Ona uğruna mücadele edeceği bir şey veriyor, elindeki güzel oyuncakların kıymetini bilmeyen o şımarık çocuk halinden kurtulmasını sağlıyordu. Cebinde tek kuruşu kalmamış bir adamın vitrindeki pahalı gömleğe bakarken hissettiği türden bir hayranlığın ne zamandır unuttuğu o tatlı sersemliğini yaşatıyordu ona. Başka hiçbir şeye bakmadan sadece tek bir şeyi görebilmenin muhteşem doyumunu…O yanında değilken dışarının davetkar göz kırpışlarına karşı koyabilmek hiç de kolay değildi. Ama yine de vazgeçmeyecekti direnmekten. Sıradan olan şeylerin hayatındaki o büyüyü bozmasına asla izin vermeyecekti.