Sadece Ramazan ayında görmeye alışık olduğumuz, o ayda da çevresine bakmayanların pek aşina olamayacağı bir tatlı o. Günlük yaşantımızın bir parçası olan baklava, şekerpare, fırın sütlaç ya da muhallebi değil. Saraylardan çıkma bu lezzet, belli bir zamana özel yapılıyor, yeniyor. Ya da ben öyle sanıyordum. Bugün işyerimin yemek listesinde onu görene kadar. Bu günün şerefine hafif ve ağızda dağılan bu güzel tatlıyı yazmak istedim.Güllacın geçmişi Osmanlı Devleti zamanlarına dayanıyor. 15. yy.ın ortalarından itibaren halkın mısır nişaştasından açıp stokladığı yufkaları sonradan sütle ıslatıp yemesinin güllacın temeli olduğunu söyleyenler olduğu gibi, burada ve burada söylendiği gibi güllacı Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarına dayandıranlar da var. Yufkalar sütle ıslatılıp yenirken zamanla sütün yanına şeker ve gülsuyu da eklenmiş ve meydana gelen lezzete güllü aş (güllaç) denmiş.Bembeyaz güllaç yapraklarını havaya tuttuğunuzda eğerarkadan gelen ışığı görebiliyorsanız, doğru yolda olduğunuzu anlamalısınız. Günümüzde gül sulu, fıstıklı, fındıklı cevizli, vanilyalı, kısacası aklınıza gelen her tatta çeşitlerini görebileceğimiz güllacın yapımı da burada yazdığı gibi çok basit: Elinizdeki güllaç yaprağı miktarına göre süt ve şekeri kaynatıyorsunuz, sonra yapraklar ve ılıtılmış süt bitene kadar bir yaprak, bir kepçe süt şeklinde tepsiye yerleştiriyorsunuz. Üzerini de istediğiniz şekilde, istediğiniz lezzetle süslemek size kalmış.Afiyet olsun diyorum…