Yazım biraz uzun gelebilir, benim de yazdığım nadiren uzun yazılardan birisidir. Başından bir çok yerde okuduğunuz metinlere benzetebilirsiniz, aldanmayın.Atatürk, bu adın vurguladığı kişiyi bilmeyen yoktur heralde Türkiye’de. Kimilerimiz muhteşem önder, harika devlet adamı, büyük deha, muazzam askeri deha vb sıfatlarla kimleri de din düşmanı, alkolik asker, deccal vb şekilde -kendisini tanıyan bilenlerin asla ve asla ona reva görmediği- sıfatlarla anımsamaktadır, Türk Milleti’ni bir çoklarının hayal dahi edemediği, dünya milletlerine emsal bir atiye taşıyan bu kişiyi.Birileri siyasi arenada halkı kendi tarafına çekebilmek, güç kazanmak ve bu gücü zamanı geldiğinde bir Osmanlı şillesi gibi laiklik(!) karşıtlarının suratına indirebilmek için Atatürk’ü ve Atatürkçülük’ü istismar ederken başka birileri de bu Atatürkçülük taraftarlarına karşı halk gücünü kendi ellerinde tutabilmek amacıyla halkın en hassas, en duyarlı olduğu din konusunu istismar etmektedir.Bir mahalledeveya bir toplulukta eğer birisi-birileri veya ailesi kötülenmek ve toplumdan soyutlanmak istenirse o kişinin adı öyle yada böyle, bir şekilde dillere pelesenk edilir. Atatürkçülük de tıpkı bu şekilde aynı din gibi toplumu bunlardan uzaklaştırmak adına her şeye alet edilmektedir.Sadece bunlar mı? hayır!Son 3-5 sene içerisinde bu kanalların dışında farklı bir yerde cevher olduğu kulaklarına fısıldanan sol cenah, Türk Milliyetçiliği’nin maneviyattan arındırılmış öğeleri kucağında bir ulusalcılık akımı peydah eder. Türk Milliyetçiliği; zaten gergin olan toplumsal durumu daha da gerginleştirmemek ve en ufak bir çığlıkta sokaklara dökülecek olan damardaki ateşli kanı milli menfaatler uğruna teskin etmek amacıyla soğutucuya kaldırmıştır öyle de bir soğutulmuştur ki artık çöl sıcağında dahi damla kıpırdamaz hale getirilmiştir.Değişim kaçınılmazdır! Ülkedeki konjöktürel yapı gereği birşeyler epey yıpranmıştır; Atatürkçülük etimolojik olarak eskidiğinden yerini daha afilli olan Kemalizm, Milli Görüş veya Dincilik yorulduğundan yerini Ilımlı İslamcılık almıştır.Eskidiği düşünülerek adların değişitirilmesiyle bir heyecan katılan görüşler aynı fikriyatta devam etmektedir. AB’ye uyum yasaları çerçevesinde, BOP çerçevesinde Atatürkçülük’ün bir kaç oku kırılmış diğerlerinin de kavisi arttırıldığından kırılmasına pek gerek kalmamıştır.Yok yok, aslında ben saçmalıyorum. Mümkün değil böyle şeyler bu ülkede: Baksanıza! yirmi dokuz ekimlere, yirmi üç nisanlara, on dokuz mayıslara, on kasımlara, otuz ağustoslara. Parti liderleri, devlet görevlileri ekranlarda bangır bangır Atatürk’ten söz ediyorlar, inkılaplarından (devrimlerinden) söz ediyorlar, milletimiz için neler yaptığını anlatıyorlar. Koca koca aydın(!) gazetecilerle dolu ulusal gazetelerimizin köşelerinden, gazetelerin manşetlerinden Atatürk ve fikirleri akıyor. Çarşaf çarşaf Atatürk posterleri, ekleri veriyorlar. TV kanalları; “prime time”da ana haberlerde başlayıp ertesi sabahın ikisine üçüne kadar “anchorman” lerinin liderliğinde Atatürk ve Cumhuriyet ve Laiklik yayınları yapıyor, karşıtlarına bot bağları sallanarak gözdağı veriliyordu. Tabi demokrasi de bunları gerektiriyordu.Hele bunlar ne ki? Atatürk’ün fikirlerinden öte Samsun çıkarmasında yattığı yorgan bile camekanda saklanmakta. Savarona yatı, bandırma vapuru dekore edilmekte. Modacılarımız(!), top model mankenlerimize Atatürk ve Cumhuriyet konseptli tasarımlarını giydirip podyumlarda boy göstermekte en Atatürkçü modacıyım kabilinden.Bunlar daha hiç bir şey. Ilımlı İslamcı partimize göz dağı vermek sebebiyle düzenlenen o dev mitingler, bunlara bişey diyebilir miyim? Hayır. Evet, derim. Laiklik elden gidiyor, mollalar devletin başını ele geçiriyor diye ortaya çıkan; ilk mitingden sonra ulusal bir hareketten çok ana muhalefet partisinin çaktırmadan bir hassasiyeti kendi leyhine çevirmesi kurnazlığı, Londra’da bölücü terör örgütünün finanse ettiği toplantıda konser verip ardından bizim mitinglere sazının ve sesinin teliyle destek veren münevver(!) şahsiyetin konseri, bunlar mükemmel şeyler değil mi?Bu olayların cereyanı esnasında bir isim bangır bangır gençliğe; bıraktığı eserlerde nelerle karşılaşacağı bunlara karşı neler yapmaları gerektiğini haykırmıştır ama nafile! Çünkü onun yerine haykırdıklarını söyleyerek, avazları çıktığı kadar adını yırtınanların içi boş haykırışları altında kalmıştır kendi sesi. Yorulmuştur; emperyalizm, kapitalizm ve yobazlık içindeki bu tellalların arasında.Artık zamanı geçeli çok oldu ama birilerinin bu sese; Selanikli-zamanının evkaf katiplerinden- Ali Rıza Bey oğlu Kemal’e, tedrisat esnasında kazanılan “Mustafa” ile Mustafa Kemal’e, bir milletin küllerinden yeniden doğuşuna önderlik eden Gazi Mustafa Kemal’e cevap vermesi gerekiyor!Sait Faik bir ara yazmaya ara verir. Fakat kendine hakim olamaz ve adadaki kahvesinde elindeki kalemi ve kağıdıyla başlar yazmaya. Daha sonra “sizi tekrar yazmaya iten ne oldu”, diye sorulunca kendisine:- Gördüklerim karşısında yazmazsam çıldıracaktım, der.Ben de çıldırmaktan kurtuldum ve sizlere paylaşmak istedim. (y.n.)