20. yüzyıl’da Japonya ile Rusya arasında cereyan eden savaş yüzünden oldukça zorlu günler geçiren Ruslar, Japonlar’ın savaş stratejileri yüzünden ‘kaybedenler’ tarafında yerini alıyordu.2 Şubat 1905 tarihinde, hala savaşın göbeğinde olan Rusya‘nın St. Petersburg eyaletine; Yahudi bir eczacı ile gündelik işler yapan genç bir kadının ilk çocuğu olarak dünyaya geldi Ayn Rand.’Alissa Zinovievna Rosenbaum‘ adıyla bir Rus vatandaşı olan Ayn Rand, ilkokul yıllarında edebiyat ve sinemaya olan ilgisinin, geleceğini şekillendirmesinde etkili olacağını biliyordu.İki kızkardeşe sahip olan Ayn Rand, ailesinin Tanrı’ya kayıtsızlığından, ‘agnostisizm‘ adı verilen; Tanrı’nın var olup, olmadığının bilinmeyeceğini savunan inançlarından da etkileniyordu.’Gözlemleme’ yeteneğiyle ailesinin içinde bulunduğu maddi zorlukları anlamaya çalışan Rand, durmadan kitap okuyor ve annesiyle düzenli olarak Fransızca dil bilgisi çalışıyordu. Henüz 14 yaşına girmeden Victor Hugo‘yu sevdiği edebiyatçıların arasına ekleyen Rand, erkek kahramını olarak da ‘Cyrus Paltons‘u bellemişti.

Üniversiteyi St. Petersburg‘daki Leningrad Üniversitesi (eski adıyla; Petrograt Üniversitesi)’nde, tarih ve felsefe bölümünde okudu. Sosyalist eylemler ve Rusya’nın içinde bulunduğu durumu eleştiren yazılarla dolu olan günlüğüne, gelecek planlarından da bahseden Rand, İskoç asıllı ‘cesur’ şair Walter Scott; “Üç Silahşörler“, “Monte Cristo Kontu” ve “Siyah Lale” gibi eserlerin sahibi Alexandre Dumas (İngilizce biyografi), Edmond Rostand gibi isimleri okuyor; Dostoyevski‘nin felsefesini eleştirip, Eflatun (Plato) ve Aristo‘nun fikirlerini benimsiyordu. Edebiyata olduğu kadar, sinemaya da yoğun ilgi besleyen Rand, 1924 yılında Devlet Sinema Sanatları Enstitüsü‘nün ‘senaryo yazarlığı’ bölümüne kaydoldu. Bir süre eğitime devam eden Rand, yazdığı senaryo müsveddelerinin Rusların ve sosyalist insanların yaşam felsefesine ters düşeceğini düşündüğü için eğitim programını yarıda bıraktı. Operayla tanışan Rand, sahne görkeminden büyülendi ve oyunculuğa ilgi duymaya başladı. Sahnede olmak isteyen Rand, ‘sessiz sinema’ dersleri aldı.Yıl 1926 olduğunda, Rand 21 yaşındaydı ve hep yaşamayı arzuladığı tek yer olan Amerika’ya ilk adımını attı. Chicago‘ya giden Rand‘ın yolu Hollywood‘dan da geçiyordu ve istediği özgür imkanlara kavuşmuştu. Ailesine ‘Rusya’ya dönmeyeceğini‘ bildiren Rand, her ne kadar sözü edilmemiş olsa da, aile bağlarını tümden koparmıştı ve bu kopukluk, 2. Dünya Savaşı‘nda ailesinden sağ kalan tek kızkardeşinin, Rand‘la ilişkisini kesmesiyle kendini açığa çıkaracaktı.

Öte yandan, Hollywood için kendini yeteri kadar geliştiremediğini düşünen Rand, sinema salonlarında ‘vestiyer’ ya da ‘yer gösterici’ olarak çalışırken, senaryo yazma çalışmalarına devam ediyordu.
1927 yılında Hollywood dünyasının içine girebilmeyi başaran Rand, 1959 yılında hayatını kaybeden Oscar Ödüllü yönetmen Cecil B. DeMille‘in “The King of Kings” adlı sinema filminde ‘yardımcı senarist’ olarak çalışıyordu. Filmin oyuncularından Frank O’Connor ile yakınlaşan Rand, 1929 yılında aktörle dünya evine girdi.Bu arada resmen ‘Ayn Rand‘ olarak değişen ismini, Finlandiyalı bir yazardan esinlendi.
1931 yılında resmi olarak Amerikan vatandaşı kabul edilen Rand, sık sık kocası Frank’ın alkol problemiyle uğraşmak zorunda kalıyordu.
1932 yılında yazdığı “Red Pawn” adlı senaryosunu Universal Pictures‘a satan Rand, 1934 yılında “16 Ocak Gecesi” adlı bir hikaye yazdı. Kolektivizm karşıtı düşünceleriyle bir çok kişinin tepkisini çeken Rand, kendini diğer insanlar (toplum ya da kendinden başka bir birey), egosunu her türlü psikolojik baskıdan, yontmalardan koruyabilen ve başkalarına zarar vermemek koşuluyla, sadece kendi faydanı düşünüp; toplum için değil, kendi yararı için çalışan ‘bencil’ düşünceyi savunuyor, ‘devlet’ sisteminin asla kişisel egonun önüne geçemeyeceğini düşünüyordu.

Yıl 1936 olduğunda, ilk romanı “We The Living” (Yaşamak İsityorum)’i yayınladı. Kitap, ‘Kira’ adlı genç bir kızın Sovyet Rusya’da, derme çatma bir evde geçen günlerinin, ‘kendini keşfetmesiyle’ değişip, birlikte yaşadığı ailesinin bile kendi egosundan önce gelemeyeceğini ve çıkarları doğrultusunda hareket etmesinin hakkı olan ‘kimliği’nden geldiğini savunmasını anlatıyor. Edebi açıdan ‘yetersiz’ görülen “We The Living“, kolektivist kişiler tarafından sert eleştirilere maruz kalırken Rand, savunduğu görüşü, yaptığı konuşmalar ve çeşitli mecmualarda yayınlanan yazılarıyla paylaşmaya devam ediyordu.Bu sıralarda kocasının patlak veren alkol sorunu, Rand‘ı ‘kadınlığını sorgulamaya’ kadar götürdüyse de, boşanmayı hiç düşünmedi.
1938 yılında yayınlanmaya hazır hale gelen “Anthem” (Ego: Hayatın Kaynağı Manası ve Haysiyeti), Amerika’nın bir kısım eyaletlerince devam ettirilen ‘kızıl dönem’ dolayısıyla, ilk baskısını İngiltere’de yaptı. Toplum hayatını eleştiren “Anthem“, ‘kişinin egosunu koruyarak toplum içinde yaşayabileceğini; fakat toplum için kendini ve egosunu feda edemeyeceğini‘ savunuyordu. Amerika’ya giden “Anthem“, ‘kapitalizm devleti’ olarak anılan Amerika’da da sert tepkilerle karşı karşıya kalmasına karşın Rand, gerek kişisel, gerek topluluk olarak ‘bencilliği savunan’ okuyucularıyla birleşip üniversitede paneller düzenlemeye devam etti.

1943 yılında tamamlanan “The Fountainhead” (Hayatın Kaynağı), Rand’ın ‘ideal erkek‘ olarak tanımladığı kahraman Howard Roark‘un, hayat felsefesini; bencilliğin ahlaksal yönünü tüm çığlaklığıyla gösterdiği romandı. Yayınlandığı yıldan itibaren, objektivizm karşıtı kitleyi kemikleştiren “The Fountainhead“, Ayn Rand’ın yaptığı konuşmaları ve yazdığı makaleleri, bir insan araclığıyla gösteriyordu. Özellikle, kitabın sonlarında yer alan Roark’un mahkemeye karşı kendini savunması (görüntü, kitabı 1949 yılında sinemaya uyarlayan King Vidor‘un “The Fountainhead” adlı filminden), Rand‘ın hayatı boyunca anlatmaya çalıştığı felsefeyi özetlemişti.

King Vidor ve Gary Cooper'la
King Vidor ve Gary Cooper’la

1950 yılında Rand, New York‘a taşındı ve burda düşüncelerini paylaşan insanlarla tanıştı. 1 yıl sonra, 19 yaşındaki psikoloji bölümü öğrencisi Nathaniel Branden ile tanıştı. Rand’ın felsefesinin ateşli bir savunucusu olan Branden, önce kendi üniversitesinde olmak üzere; arkadaşları ve çevresinde ulaşabildiği herkesi ‘Objektivist Hareket‘ etrafında topladı. Objektivist Hareket’e katılan ve düşünceleri yüzünden belirli bir kitle arasında tartışmalara neden olan bir isim daha vardı; Alan Greenspan.Greenspan, ABD Merkez Bankası, Yönetim Kurulu Başkanı’ydı.Zamanla Branden ile duygusal bağ kuran Rand, Branden’in evliliğinin bitmesine sebep oldu. Öte yandan Rand‘ın düşüncelerini kocası O’Connor, Rand’a olan bağlılığını yitirmeden, evliliğini sürdürmeyi yeğledi.
1957 yılında Rand, dünya yükünü içinde barındıran bir roman yazdı; “Atlas Shrugged” (Atlas Silkindi). Başlı başına bir kişilik yolculuğu olan kitap, Rand’ın düşüncelerini merak eden ve benimsemek isteyen herkes tarafından ‘kaynak’ işlevini görüyordu.”Atlas Shrugged“i yazarken yıllardır yaptığı birikimlerden faydalandığını belirten Rand, kitap için aklına gelen her fikri defterine not alırken, bunları bir ‘hap‘, ‘kapsül‘ olarak taımlıyordu.Kendisine felsefesini hatırlatan kilit kapsüller.60’lı yıllar, Branden ve Rand açısından Objektivist Hareket’in ‘altın çağı’ydı ve bu sayede Rand’ın kitapları temel alınarak yapılan tartışmalar / konuşmalar, Sinan Çetin’in kurduğu Plato Yayıncılık sayesinde çeşitli kitaplarda toplanarak, kaybolmadan Türk okuyucularla paylaşılmaktadır.1968 yılında Patrecia Scott ile duygusal bir ilişki yaşadığını açıklayan Branden, Rand’ın kendisini Objektivist Hareket’ten çıkarmasına ve Rand’ın ‘Branden’in objektivizm felsefesiyle hiçbir alakasının kalmadığını’ duyurmasına tepkisiz kaldı.Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra “Atlas Shrugged” TV’ye uyarlanırken Rand, uyarlanan eserlerini tam olarak objektivizmi yansıtacak kadar başarılı bulmadığını her fırsatta dile getirmişti.

Yıl 1979 olduğunda, Rand’ın kocası Frank O’Connor, hayatını kaybetti.
Dünya çapında ünlenmiş ve düşünceleri kanıksanmış felsefecileri eleştiren, desteklediği isimlerle bile olay yaratan; Nabokov, Gorki ve Nietzsche‘ye göndermeler yapan Rand, kocasının ölümünden bir süre sonra kansere yakalandığını öğrenince, bir tedavi programına dahil oldu. Kanseri yenmeyi başaran Rand, kalp krizine karşı koyamadı ve 6 Mart 1982 tarihinde, New York’ta hayatını kaybetti.New York, Valhalla’da; Kensico Mezarlığı‘na gömülen Rand’ın mezarı, kocası O’Connor’ın yanında bulunmaktadır.