Sımsıkı sarsa bir şeyler beni… Bir sevgilinin kollarından söz etmiyorum ille de. O da seçeneklerden biri olabilir tabii. Ama tek seçeneğe indirgenemeyecek kadar derin bir şey benim bahsettiğim… Öyle bir kucaklayışın içinde bulayım ki kendimi, dünya kapkalın bir çizgiyle ikiye ayrılsın. O kucaktaki ben ve dünyanın diğer yanı diye…Küçük bir kızken annemin kucağında hiç mi oturmadım? Sayamayacağım kadar çok kez hem de… Şefkatse şefkatin en büyüğüydü gözlerindeki. Beni tutuşu tüm kötülüklere karşı koca bir duvar, enseme kondurduğu öpücük sevildiğimi ispatlayan en inandırıcı dokunuş…Öyleyse ne olabilir beni böylesine öksüz bırakan, bu acımasız kahkahaları karşısında dünyanın? Annemin dizlerindeyken eksik kalan hangi dokunuş ya da sözcük beni şimdi yeterince saçları okşanmamış bir çocuk kadar kırılgan yapıyor?Yoksa aksine fazla mı okşandı saçlarım? Okşanmayı anlamından soyutlayacak kadar… Bir kelimeyi yüzlerce kez tekrarlamak gibi yüzlerce kez tekrarlanan bir sevgi ifadesi de anlamını kaybedip bomboş bir şeye mi dönüyor bir noktadan sonra? Susuzlukla aynı sona varan bir su bolluğuyla yaprakların solması gibi…Artık üniversite öğrencisiyim. Ne havalı bir sıfattır bu! Bir şeyleri aşmanın, kendini benzerlerinden farklı bir yere koymanın bir ifadesi gibi… Mesela yan komşumuz Sinem kazanamadı sınavı. Bir tek sınavla aramızda koca bir uçurum açıldı anında. Ben renk vermedim tabii, hatta her zamankinden de yakın davrandım bir şey değişmedi dercesine. Ama bu çabam bile değişimin ta kendisiydi aslında. İkimiz de görüyorduk bunu.O binanın kapısı bir geçitti aslında. Kahve pişiren, kazak ören, büyüklerinin yanında bacak bacak üstüne atmaktan bile çekinen hanım hanımcık ev kızlarıyla; dışarıda var olan, erkeklerle dirsek dirseğe mücadele veren, yemek tariflerinden uzak ama hayatı tarif etmekte çok usta kızların birbirinden çok uzağa savrulduğu…Artık kekin kabarmasına kafa yormayacak mıyım şimdi? İlle de sigara mı içmem gerekiyor ya da bira… Arada bir yol tutturabilirim belki. Mutfaktan çok ötelere savrulmadan da erkeklerle bir arada dünyaya kafa tutabilirim.Bu binadaki insanlar annem gibi bakmıyorlar bana. Gün geçtikçe bu soğuk yüzlere alışmaya başladım. Kücük bir gülücükte bile içimi az da olsa ısıtan o sıcağı bulabiliyorum artık. Bu yönden çok mutluyum burada olduğuma. Annemin güvenli kucağını hala arasam da eskisi kadar kolay üşümüyorum. Ama bu durumun şöyle bir tehlikesi de var. Bu buz bakışlar ve yabancı yüzler her ne kadar sevgi beklentimi aşırılığından kurtarsalar da bir yandan da gitgide kendilerine benzetiyorlar beni. Aynaya baktığımda çevremdeki kızların dudaklarındaki gamsız ve soğuk tebessümü kendi dudaklarımda buluyorum.Buz bakışlı çocuklar geliyor aklıma o zaman. Onlardan birinin annesi olarak hayal ediyorum kendimi. Aynen aynadaki gülüşle apar topar ona yiyecek bir şeyler hazırlarken… Eğer buradaki kızların birçoğuna benzersem varabileceğim noktayı görmeye çalışıyorum dudaklarımdaki o pervasız kıvrımda… Kitaplara, defterlere gömülmüş bir genç kızın o okuyup yazdıklarından öğrenemeyeceği şeyler de olabileceğini seçiyorum yüzümde… Mesela bir çocuğun küskün bir yüzle kendisini doyurmasını beklediği ama onu arkadaşının hamarat annesi gibi mis kokulu yemeklerle besleyemeyen, hayata meydan okuyabilecek kadar güçlü ama bir çocuğun gözlerindeki hayal kırıklığını silemeyecek kadar aciz bir anne olmasını önleyecek şeyler…Ne annem gibi sevgi arsızı yapmak istiyorum çocuğumu ne de annesi varken öksüz koymak… Şimdiye kadar denenmemiş bir yol çizmek istiyorum. Bir kadın çıkarmak istiyorum kendimden. Mutfağından mis kokular gelen bir yuvaya döndüren evini ama hayata dair de söyleyecek bir çift sözü olan… Becerebilir miyim? Kimbilir?!Bugün okuldan bir kız “akşam takılalım mı” dedi. Nedense Sinem’i hatırladım. “Akşam bize gelsene” derkenki sıcacık gülüşünü… Onu aradım o kızda. Ama çağırdığı yer kadar yüzü de o kadar uzaktı ki o sıcaktan. Ben bir yerlere gidip kahve içelim, hatta fallarımıza bakalım demeyi düşünürken o, gittiği barın adresini vermekle meşguldü. Orada ne konuşulurdu ki? Biraları kafamıza dikerken ileride nasıl çocuklarımız olacağından bahsedecek değildik ya…Sinem’le nelerden söz etmezdik!.. Onunla konuşurken evde beni bekleyen ders kitapları farklı bir ışığa bürünür, anlamsız kelime yığınları hayatımın gayesini hatırlatan anlamlı bütünlere dönerdi. Bu okulda hiç mi bulunmazdı böyle temiz yüzlü kızlardan? İlle de karşımdaki gibi bilmiş bilmiş mi bakmalıydı gözleri, saçları savrulmalı mıydı böyle bin bir edalı? Yemek kokusu gelmeyen evlerde öksüz kalırdı çocuklar, kimse bilmiyor muydu bunu? Üniversitede öğretilmeyen şeylerdendi bu kural da. Ve üniversite yaşamının en önemli parçası o barlarda da…Kıza akşam bir arkadaşa uğrayacağımı söyledim. Ve kaçar gibi uzaklaştım yanından hızlı adımlarla. Bir köprüye ihtiyacım vardı benim. Keklerin, poğaçaların hala önemli olduğu, çocukların çocuk gibi baktığı o dünyadan beni koparmayan… Ona koşuyordum şimdi. Sinem adındaki anne gülüşlü kıza…