amerikali komedyen Jon Stewart Wired’a demiş ki:televizyondaki şeylerin yüzde 12’sinin iyi, 88’inin boktan olduğunu düşünüyorum. buna “iyilik teoremi” diyorum. bu sabit bir sayı gibi. tv evreni büyüse de bu oran onun içinde sabit kalıyor.
süp-per bir fikir değil mi? amerikan televizyonunu bildiğim kadarıyla olağanüstü haklı. hatta iddia edebilirim ki herifler resmen en berbat dizileri bile belli bir kalitenin üstünde yapıp izletebiliyor. buna örneğim de: kevin hill.baya kötü bir dizi, new york’lu siyah-kazanova-şehirli-bekar-başarılı-kafasınındikinegiden avukatımız, ailevi nedenlerden bebek kuzenini evlat edinmek zorunda kalır. işte artık bu tanımlara uyan – ya da bu durumun birşeyler ifade edebileceği – insanlara verecek ne kadar öğütleri varsa veriyorlar. dizinin gerçeklik düzlemi alıştığımız yerde değil; herşey (iş yaşamı – ev yaşamı – aşk yaşamı vs.) kafasını cama dayamış bunları hayal eden bir “teenager”ın beyninden projekte ediliyormuş gibi.neyse ama, bu kadar beğenmemiş gibi görünsem de; ilk sezonunu, gelecek bölümleri vasat bir seviyede merak ede ede izledim. bir kere şaşmaz bir formül. avukatlık dizileri zaten nadiren yavanlaşıyor, her bölüme karakterlerin özel hayatına inceden ayna tutan ve eğitici bir sonuca ulaştıran davalar ekliyorlar, yok efendim bayar gibi olmasın diye film yıldızlarıyla aşk yaşattırıyolar kahramanımız kevin’e. ha, gay karakterimiz de eksik değil tabi.ama diziyi izlenir kılan yönleri prodüksiyonu ve yönetimi. bir kere müzik kullanımı harika. çok yerinde, dinamik ve eğlenceli müzikler var devamlı. bir siyah başrollü (diğer bütün karakterler de etnik azınlıklar diyebiliriz zaten) diziden bekleneceği gib r’n’b ve hip-hop. bir new yok dizisi klişesi olarak aralardaki New York manzaraları falan gibi şeyler eğlenceli bir 40 küsür dakika vaad ediyor gerçekten. Jon Stewart bu diziyi “boktan yüzde 88″ine dahil ederdi büyük ihtimalle tabi ama, bunları anlatma nedenim bu değil. formülünüzü iyi kurarsanız televizyon kendisini jenere ediyor ve bu ortamda izlenesi, ve hatta ileri görüşlü – şahane eserler ortaya çıkabiliyor. mis gibi formülize edilebilecek, bu yöntemden doğduğuna inandığım “lost” ikinciye harika bir örnek. (ve en azından tv için yeni bir çığır kanımca. yazmaya dimağımın yetmeyeceği bir başka yazının konusu bir de)öğüt ve temenni dolu bir kapanış paragrafındansa, bir sual yöneltmek istiyorum buradan. bay Stewart’ın teoremini Türkiye’ye uygulasak, bu oranlar kaça kaç olurdu, neden ve ee, bize ne acaba?not: dizi “New York’ta başarmış”, “öteki” karakterlerden mamul gibi birşey dedim ya, bir beyaz kızımız var, Christina Hendricks; ağzımdaki baklayı çıkarmam gerekirse, diziyi izlememdeki asıl gizli sebep.