Sonuna dek tüketeceğim bu sefer. En küçük bir özlem duymayacak kadar bildik bir şeye dönüştüreceğim onu…Yoksa hep içimde kalıyor bir şeyler. İnce bir sızı almış başını götürüyor beni de kendiyle birlikte bulunduğum yerden çok uzakta, gölgelerle dolu bir yere.Hep aklımda aynı görüntüler ve seslerle o loş köşeden bedenimin bulunduğu yeri görmeye çalışıyorum. “Şimdi nerde?” diyorum. “O çekici gülümsemesi hangi yüzde dolanıyor şimdi kimbilir? Bir okşayış gibi usul usul…”Daha çok görmeliyim onu. Daha çok bakmalı, baktıkça boşaltmalıyım yüzündeki o emsalsiz anlamı. Sürekli bakış kadar tüketen bir şey yoktur. Öyleyse ben de bunu yaparım. Yüzünün hayali yerine gerçeğini koyarım karşıma. Çünkü hayalde kalınca, bakmakla tüketemeyeceğin kadar büyüyor anlamlar. Gerçeğinde olmayan bir zenginlikte ifadelerle dolduruyorsun bir yüzü. Her baktığında onu özlemlerine, ihtiyaçlarına karşılık verecek bir adama daha çok benzeterek…”Tamam, ordan alırsın beni. Hoşçakal canım…”Telefonu kapatırken, kaldırımda öylece kalakaldım bir an. İşte yine aynı şey olmuştu. Kendimi en saklı hissettiğim o yerde yakalanıvermiştim yine o gözlere. Yukarılarda bir yere kaçmış o parçam yanlış bir şey yaptığım her zaman olduğu gibi ortaya çıkmıştı yine. “Bu ne saçmalık böyle?” diyordu. “Bu oyunlara ne gerek var ki?!””Ama çok acı çekiyorum.” dedim o en saf, en berrak parçama. Onu bir an olsun hatırlamak bile bulutların üstünde kısa süreli bir seyahate çıkmama yetmişti. Yükseklerin serinliğini duyuyordum içimde. Sanki oralardan gelen bir esinti, hayatımdaki kirli ve yanlış her şeyi savurup götürmüştü uzaklara. Kaldırımda elimde telefonla kalakalmış, az önce yaptığım tuhaf konuşmayı düşünüyordum.Tuşlara basmaya başladım hemen. Hala bulutların arasından gülümseyebilen temiz bir yan bırakmak için kendimde, yapmam gereken bir konuşma vardı çünkü. Aşık olduğum adamın sesi bir kez daha okşadı kulağımı. Ama birkaç saniye önce olmayan bir soru ifadesiyle dopdolu… Biten bir konuşmanın hemen ardından açılan bir telefon aslında konuşmanın bitmediğini gösterirdi çünkü. Söylenememiş sözcükleri, paylaşılmayan duyguları… İşte bunları sorguluyordu taptığım o ses.“Bir şey mi oldu canım? Yoksa gelemeyecek misin?”“Hayır sevgilim, geleceğim tabii. Seni seviyorum… Bunu söylemek istedim.”Evet, gidecektim tabii. Ama ilk telefon konuşmasında aklımdan geçtiği gibi sevgimi tüketmek için değil; sadece özlediğim, onsuzluğa daha fazla dayanamadığım için…“ Ben de seni seviyorum. Tahmin edemeyeceğin kadar hem de…” O her zamanki ışıl ışıl gülümsemesi yansıyordu sesinde. Az sonra görüp doya doya seyredeceğim… Onu düşündükçe canım acıyordu yine. Kadınlarla dolu bir dünyada çekici bir erkeğe sahip olmak o kadınların tüm şimşeklerini üzerine çekmek demekti. Yürümeye başlamadan önce bir kez daha bulutlara baktım. Yine hınca hınç bir yarışın ortasında, erkeği için mücadele eden o dişi aslana dönüşmeye başladığımı hissediyordum çünkü.Kendimi bu karmaşadan kurtaracak sığınağıma döndüm ve fısıltılara açtım kulaklarımı. “Aşkın içinde bu da var.” diyordu oradaki parçam. “Tuhaf ama aşkı en çekici kılan da bu zaten: Kaybedeceğin korkusu… O kıskanç gözler olmasa az sonra yanında olacağın o adam şimdiki yakıcı tutkuyu uyandıramazdı içinde. Evet, daha huzurlu olurdun belki, için şimdiki gibi böyle pır pır etmezdi. Ama o zaman şimdi onun yanına koşmak için duyduğun bu sabırsızlığı duymazdın. Sakin adımlarla, onun orada seni bekleyeceğini bilerek, güvenle ilerlemeye başlardın kaldırımlarda. Şimdiki gibi delice atmazdı böyle kalbin. Hissettiğin şeyin adı aşk olmazdı.”