bildirgec.org

Zihniyet-i rezalet

admin | 27 March 2011 19:46

Aman Tanrım!
Yok böyle bir kıvraklık… Nasıl iştir yarabbi ne muhteşem bir yalancılık. Olağan üstü esnekliğinin yanında, bir de oynak kahpelik…

Derse mola vermişti hoca. Çimlerin üzerine bağdaş kurmuş, gökyüzünde ahengine hayran olduğum güneşin tadını çıkarıyordum. İki çift karşıdaki banklara oturdular. Üç boyutlu görebiliyordum onları.

Derin bir sohbete daldılar. Dünya ters dönse onlar hala düz duracak vaziyette. Gözleri sadece 21(üşenmedim saydım) kare taştan oluşan bölgede geziniyordu. O çemberin dışında olup bitenler umurlarında değildi sanki…

Ürküyorum gecelerden, senden!!!

admin | 27 March 2011 17:36

Düşümde sen vardın: Bilirsin çılgınımdır, düşümde sen vardın, zaten hep vardın… İnkar etsem de geceler gündüzler hep seninle geçti gitti…

Şimdi yeni yeni canlanıyorum, üstümdeki örtü yeni yeni kalkıyor sensiz dünya daha ürkütücü, geceler daha siyah… Ben deli miyim? Bilmem ki belki de! Yoksun zaten hiç olmadın ki; verecek sevgin oldu mu? Olanları da talan edip gitmediler mi?
Şimdi zaman değişiyor, sen de ben de değişiyoruz, yeni kapıların açılmasını beyhude bekiliyoruz… Biraz, o yüzden yazıyorum ya o yüzden yüssüzlük ediyorum ya!

Ey, aşk sen nasıl güzel bir şeysin!

admin | 27 March 2011 15:02

Şükürler olsun, temelin oturması gibi, bu aşk oturuyor galiba…

Bir huzur, bir huşu, bir senfonidir ki, aman aman; maşallah, maşallah. Sevdiceğim, hayatımın anlamı; sensiz günüm geçmiyor; geçmesin de zaten.

Allah’ım, yüce Allah’ım ne kadar güzel bir varlıklar yaratıyor, seni tanıdıkça yüce rabbime inancım daha da kuvvetleniyor.

Her yerine nazar boncuğu takmak, hatta nazar boncuğundan elbise giydirmek istiyorum sana. İnsan sevince çok komik olabiliyor. İstekleri komik komik oluyor. Mantık mı, o ne? Tanıyanınız var mı?

sev beni

admin | 27 March 2011 14:27

‘Çaresiz derdimin sebebi belli, dermanı yaramda arama doktor.’

Sevene bu şarkı bir koyuya, aman aman… Yahu sen yanımdasın şükür ama kesin bu şarkıyı nasıl biri yazmış, biliyor musun; kesin benim seni sevdiğim gibi çok çok seviyordur. Hoş, o benim seni sevdiğim kadar sevemez ama anlatmak mahiyetinde söylüyorum.

Dokunma, benim gönül yarama doktor.

Maske

admin | 27 March 2011 12:20

Bu kadın da sıradan şeyler vardı va daha fazlası yoktu.Zamanın üzerine çizdiği yol haritası koca, çocuklar, kadın programları ve mutfaktan ileri gitmiyordu.Soru sormayı isteyeceğiniz bir sohbette, bulunamazdınız onunla. Çünkü bulmacanın bütün taşları, gözünüzün önündeydi. “Nedir acaba?” denecek bir soru sormazdınız onun gözlerine bakınca, sadece “hı hı ” derdiniz okadar sadece “hı hı”
Farklı bir kadınla ise, ışığını diğerlerinden ayırabilmek için, konuşmanıza bile gerek yoktur, bakışlarından bellidir .Ama sihirli yazılar gibi, farka sahip olmayanlar okuyamaz o gözleri…
Ona hem kızıyor hem acıyordum.Boş kalan zamanlarında, eline geçirdiği ya tv kumandası yada bir elişiydi o zaman acımaktan vazgeçip derin bir kızgınlık duyuyor ve neden kitap okumadığını düşünerek şaşırıyordum.
Kocasıyla arasında çok büyük bir benzerlik vardı.İkisininde gözleri şaşılacak derecede birbirini andırıyordu.
Adama baktığınızda ilk göze çarpan şey gözleriydi çıkık ve yuvarlak. Ama şekli ve yapısı değildi asıl sizi rahatsız eden, gözlerini ölmüş bir balığın gözlerine benzeten şey, o donuk bakışıydı.Ona her baktığımda, içindeki bir çukurda, onlarca ölü balık görüyordum ve sürünerek gözlerine çıkmış iki tane daha.Bu insanların yanında çalışırken, onlara bu ismi vermiştim “ölü balık ailesi!”O adam da şunu öğrenmiştim “saygı duyulmak istiyorsak, heran! saygı duyulacak biri olmalıyız”. Değişen içtenlikler, zaman ve kişi ayrımı yaptığınızda ve biri durup bunu incelediğinde hiçte saygı duyulacakmış gibi durmuyor!

İşgüzar da üstelik! Bence cinsel anlamda eksik kalmış koca parçalar taşıyor bedeninde.Ve kendi hayatının sönük, renksiz görüntüsünü, hızlı tempolu bir iş yaşamıyla perdelemeye çalışıyor çünkü ancak böyle unutabiliyor.İyi tarafları da var ama aman tanrım! iyilik öyle göreceli ki…O konuşurken, anlattığı herşey diğerlerinde olduğu gibi sihirle dansetmiyor bende.Gökyüzüme geliyorlar ve yalpalayarak ani bir ses ve beceriksizlikle düşüyorlar; çirkin kuşlar gibiler! Birine anlattığınız cümleler, ilk önce sizin kişiliğinize tutulan fenerlerdir, İlk sizi aydınlatır sonra başkalarına ışık tutar.Onun tepelerinde doğan güneş, benim için tv’ de saçma bir programı izlemek kadar sıkıcıydı çünkü aydınlatılan kişinin bütün kötü çıkıntılarını gören bendim. Başkaları düz ve yalın bir ova görüyordu, bense hiç de espirisi olmayan sarp kayalık ve çıkıntılı bir taşlık! Her insanın bir sahnesi vardır biliyorum orada olmak istediğimiz maskeleri takarız, daha şirin daha bilgili, daha sevecen olmaya çalışırız.Bazıları bunu abartır ve tamamiyle maskelerinin esiri olarak mutsuz olurlar.Evet o günler tedavi için gelen insanlara, ve çevresinde işi düşebileceği kişilere gösterilen, ve birde onu ilgilendirmeyen sıradan vasıflara sahip kişilere olmak üzere, iki apayrı yüz görüyordum ve bu samimiyetsizlik midemi fena halde bulandırıyordu.Ben onların hayatlarından çıktım ama bugün, şunu merak ediyorum: bu iki yüzlülüklerinin arasında kendine saygı duyabileceği ufacıkta olsa bi yer varmıdır acaba içinde? bence yoktur. Ve kendi kendime diyorumki “bu hayatta yapabileceğin en büyük tercih kendin olmayı seçmektir ve en zorlu savaş burada başlar!”

tasarım savaşları: mekanist vs feşmekan

feldrim | 26 March 2011 21:44

İki ayrı mekan inceleme-değerlendirme sitesi sektöründe egemen halde.Ben hep mekanist‘i kullandım bugüne kadar. Bugün feşmekan‘a rastladım. Sayfayı açtığımda tasarımdaki benzerlikler hemen dikkatimi çekti.

mekanist.net
mekanist.net

mekanist.net
fesmekan.mynet.com

Renkler farklı olsa da soldaki kategoriler, sayfanın yerleşimi, fontlar… Mekan sitelerinde bu tarz bir trend mi var? İkisi yabancı bir kaynaktan mı esinlenmiş? Yoksa birbirlerinden mi? Merak ediyorum. Yorumu olan?

Anna ve Oğul; Mat i syn (1997)

queennothing | 26 March 2011 21:14

Sinema Tarihi’nde önemli bir yere sahip olan Andrei Tarkovsky, 1932 ile 1986 tarihleri arasında yaşamış özgün ve yaratıcı bir yönetmendir. 1951 senesinde dünyaya gelen Aleksandr Sokurov da Tarkovsky’nin yancısı olarak bilinen ve en az Tarkovsky kadar özgün olan bir isim.Kokurov’un 1997 senesinde çektiği sinema filmi “Mat i syn” (Mother and Son), yönetmenin başarısının kanıtı. Senaryosu Yuri Arabov ile Sokurov tarafından yazılan ve Türkçe’ye ‘Ana ve Oğul’ olarak çevrilen yapım, bir anne ile oğlun birlikte geçirdikleri son günü konu ediniyor. Psikanalizin babası olarak bilinen Sigmund Freud‘un dediği gibi, bir erkeğin hayatına giren ilk kadının annesi veya annesi konumundaki kadın olduğu gerçeği, filmde de görülmekte.
Son gününü yaşayan hasta annesine bakan oğlun montonunu bozmaması ve sakin atmosferiyle dikkat çeken yapım, izlemeye değer başarılı bir eser.

Photoshop İçin Ücretsiz 650+ Suluboya Fırçası

LeBron | 26 March 2011 13:40

The Black Dahlia (2006)

queennothing | 26 March 2011 12:41

Elizabeth Short, 29 Temmuz 1924 tarihinde Amerika’da dünyaya geldi ve 23 yaşındayken akıl almaz bir şekilde işkence görerek hayatını kaybetti. Siyah makyaj yapıp, genellikle siyah kıyafetler giyen Short, Amerikan medyası tarafından ‘Black Dahlia’ (Siyah Dalya) olarak anılmaktaydı ve haatı, yazar James Ellroy tarafından kaleme alındı. Ellroy’un biyografi kitabından uyarlanan sinema filmi “The Black Dahlia“, 2006 senesinde vizyona girdi.
1940, Amerika doğumlu yönetmen Brian de Palma tarafından çekilen filmde Amerikan aktör Aaron Eckhart, aktris Scarlett Johansson, Josh Hartnett, Hilary Swank, Mike Starr, Mia Kirshner ve Fiona Shaw rol alıyor.
50 Milyon Dolar gibi devasa bir bütçeyle çekilen film, seyirci ve eleştirmenlerden düşük not aldı. Orjinal süresi 2 saat olan yapım, Amerika’da ve Bulgaristan’da çekildi.

KABLOSUZ USB ÇÖZÜMÜ

Beacool | 26 March 2011 12:33

KABLOSUZ USB ÇÖZÜMÜ

Wireless USB Kit Evet evet sizde istiyorsunuz...
Evet evet sizde istiyorsunuz…

Aslında şuan farklı bir ürün için başka bir yazıyı yarılamıştım. Ama internette, şuan size tanıtacağım ürünü görünce fikrim değişti. Geçenlerde size kolay ev içi usb iletişimini sağlayan bu ürünü ve kablosuz görüntü ileten şu ürünü tanıtmıştım. (yazımın kuvvetlenmesi için onları da okumanızı öneririm) Ama bu cihaz sanırım birçoğumuz için daha önce yazdığım üründen daha yararlı olacaktır…

Düşünün bir: artık hayatımızdaki cihazların hemen hemen hepsi usb uyumlu olarak üretiliyor. Şöyle bir masa üstüme baktığımda dahi sadece masamda yedi adet usb ürünü görebiliyorum. Pekiyi biri size bunları kablosuz olarak da kullanabileceğinizi söylese tepkiniz ne olurdu?