bildirgec.org

Bu blog için en iyi zemin

taninmayan-94903 | 31 July 2007 18:15

Sürekli güncellenen içeriği ile okurların yarısından fazlasının arama motorlarından geldiği göz önünde bulundurulursa bu blog için en iyi zemin rengi ne olmalıdır? Beyaz mı? Siyah mı?
Ayrıca tema önerilerinizi merak ediyorum.
Şimdiden teşekürler.

ÜRTİKER

linet | 31 July 2007 17:18

Önce beni sinek ısırdı galiba dedi, baktım evet hep seni bulurlar zaten dedim.

10 dakika sonra geldiğinde bilekleri, koltuk altları ve kollarının içleri halka halka kızarmış olduğunu gördüm, çok kaşınıyorum dedi, hemen Ovadril sürdüm, ohh rahatladım dedi..

Sanırım yediğin birşey dokundu dedim, geçer merak etme dedim, çok pimpirikliydi zehirlendim mi acaba dedi? Güldüm, az önce verdiğin süt ve bisküvi bayatmıydı acaba onun yüzünden kabardım dedi, gözlerinden ateş çıkıyordu..

Saçmalama dedim, daha kanına karışmadı bisküviden kim zehirlenmiş..

Bu email 5 saniye içinde kendini yok edecek!

msaygilar | 31 July 2007 17:03

Gönderdiğiniz bir email’in yazdırılmasını istemiyorsanız veya ileride aleyhinizde delil olarak kullanılmasını istemiyorsanız kendini yok eden email’leri kullanabilirsiniz.

Gönderdiğiniz emailler sizin belirlediğiniz bir süre geçtikten sonra veya sizin belirlediğiniz bir zamanda, veya belirli defa okunduktan sonra kendini yok edebilir.

Şu sayfada listelenen 10 servisi kullanarak kendini yok eden email’ler gönderebilirsiniz.

Egoyu tatmin etmek

blood sugar sex magik | 31 July 2007 16:22

ahh ne hıssediyorum bilmiyorum bile.. öz’ün zamanında yüklettiği şarkılar çaldıkça içimde buruk bir mutluluk konu bizimkiler filan değil konu ne onu da bilmiyorum. şu an garip bir duygu fırtınası yaşıyorum hemde koca bir hiç için… garip bir korku içimde, garip bi hal… her şey garip bugün… erol bey’ın dediği gibi garibiz be kardeşim… sürrealizm buymuş! tamam işte o benim! Öz’üm şiir yazıyormuş aklım ona da takıldı serbest şiirmiş… bu da düz yazı nesir miydi bunun adı? nesir ışte!…
bu da bir garip, bu yann tiersen şarkıları beni niçin böyle yapıyor vurgun yemiş gibi… nerede olduğumu unutuyorum akropolis’te buluyorum kendimi! bir anda o kadar çok amacım üşüşüyorki beynime, aklım zaten bir kaçışta hangisini yapacağımı şaşırıyorum, yapabilecek miyim onu da bilmiyorum… aklımdan geçenlerı boşaltıyorum ne gelırse aklıma sadece o kadar… serbest cağrışım bunun adı. aklına ne gelırse söylemek serbest çağrışımmış! ‘kişi susamayacağı yerde konuşmalı sadece ve sadece aştığı seyler hakkında konuşmalı’ diye okumuştum… öff daha okuyacağım çok sey var. ’20 yaş’ ne ki hayatın hangi noktası ki dante gibi ortasında bile değiliz! neredeyiz?.. akropolisteyiz! ne işim varsa orada!… hey ıstediğim yere giderim, şimdi de sicilyadayım biraz sonra da kalahari çölünde… insan olmanın en guzel yanı işte bu akıl! hani 2 lob filan var sağ, sol dıye. benim sağ lob çok gelişmiş, sanki hayal mahsülleri ofisinde çalışıyorum…müzikler dönüp dönüp duruyor bense serbest çağrışıma devam… gözlerimi kapatınca aklıma ilk gelen garip bi çocukluk anısı oldu, bugünkü konu belli zaten “her şey garip” çıkış noktası bu! benim çıkış noktam… kaçış noktam? “ben”! nasıl bir kavramdır böyle, kimiz ki biz? nereden gelip nereye gidiyoruz? sonra biraz düşündüm… iyi bir insansın be BSSM, herkes iyi olduğunu söylüyor dedim, sonra ne basit bir kavram şu iyilik dedim içimden. her şeyin cevabı iyi!! beni ben yapan cevap bu olmamalı!! iyinin nesi kötü ki? ama “ben kimim?” sorsunun cevabı iyi değildir.libidom mu beni hayata bağlayan tabikide o ! adı üstünde yaşama sevinci! iyi de ya bu gözlerim bazen niçin sebebsiz yere doluyor? her şeyimde sebebsiz yere oluyor sanki sebebini bilmiyor muşum gibi… işte kaçıs noktası bu! olanı görmemezlikten gelmek, hey sevdim ben bunu! insan nasıl yaşar yoksa dimi? derinlere dalmamam lazım. sığ sularda kalmalıyım. ya o derin sular beni içine çekerse ya geçeçeğini umduklarım geçmezse ya bir fırtına daha çıkarsa…”kurtaaarrr!! beni bu derin kör kuyudan! dibini bile göremediğim kahrolası boşluktan, tut elimi çek beni, koyma beni tek başıma!”…tek geldik be hayat, tek gideceğiz. uyudun uyanamadın olacak… gelirken bişi getirmedin ki giderken götüresin… hakkın yok!
-evet bir şeyim yoktu ama şimdi çok şeyim var. adları da kısaca “ŞEY” işte! ne garip şeyin çoğul hali EŞYA değil mi? arapça kökenli! nasıl bir ironi, yoo BSSM sen bu değilsin ki “görünüş sadece giysin”, “türk giysili Јαсqυelіne” hesabı! sahip olduğum tek şey eşyalar mı? ya ailem, dostlarım? insan onları neden sever, sevdiği için mi yoksa sevmeyi sevdiği için mi? biz nesneleri değil o nesneyi isteyen güdüyü doyurmayı seviyormuşuz. bilimin yüzümüze bir tokadı bu galiba, ne kadar acı! aslında her şey Öz’ün de dediğinden ibaretmiş ‘egoyu tatmin etmek’…
egoyu tatmin etmek ya da edememek meğer bütün mesele buymuş!…