bildirgec.org

kadın

frsn_carmela | 08 March 2006 18:47

henüz kadın değilim belki ama hayatta öylesine kadınlıktan öte duygulara kapıldım ki… ve bugün anladım ki yaşamak zor;kadın olmak zor… aslında bir tutam sevgi belki de bir tutam aşk bunlar parayla alınan ya da markette tükenen bişi değil ki… neyse belki de aşk konusunda fakir olan benimdir ya da yazmak için aşkı iyi konu olarak seçen benimdir.ama bu bir hata bunu farkettim. ve bşimdi.. kendimi güçlü hissetmeliyim diye diye beynim çorba oldu… akşam yağmur ve kırmızı sokak lambası aslında hayatı ve beni anlattı karmakarışık olmuş duygularımda… uzun cümleler kurmayı unutmuşum ve masum martılarla kaçmış çocukluğum…hayat işte yaşatıyo ve bitiriyo… yazmak ve yazmak… ah birde harflerin içinde boğulmasam….

8 mart:)

nimbus | 08 March 2006 15:16

Bu gün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü.

Ama işin aslı,

8 Mart 1908 yılında Amerikalı kadın işçiler, erkeklerle eşit ücret ve doğum izni için kendilerini fabrikaya kilitlemişlerdi ve içeride çıkan yangınla 129 kadın yaşamını yitirmişti. O sebeple, çalışan kadınların kazandıkları hakları kutlama günüdür 8 Mart.

Yani aslında Dünya Emekçi Kadınlar Günüdür; tam da bizim günümüzdür.

Kulağımıza yapışmış telefonla, onca iş yükü ve strese rağmen rujumuzu sürüp gülümseyebildiğimiz için, ince topuklu pabuçlar üzerinde günde en az 10 saat koşturabildiğimiz için, hem işimize, hem eşimize hem de evimize ilgi gösterebildiğimiz için,

8 mart dünya emeğinin kadın günü..

konstantine simonov | 08 March 2006 11:20

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü

Ozgür kadın, emperyalizme, faşizme karşı mücadele eden kadındır “Kadın Hakları” Riyakarlığı Karşısında Direnen Kadın Gerçeği 8 Mart; emekçi kadınlar için, kendi sorun ve taleplerini sınıflar mücadelesi arenasına toplu olarak getirdikleri bir mücadele günüdür; 8 Mart aynı zamanda burjuvazinin, küçük-burjuvazinin sayısız yıldönümünde yaptığı gibi bir RİYAKARLIK günü olacaktır.

Riyakarlık, Emekçi Kadınlar Günü’nü, “Kadınlar Günü” yapmakla başlar. Riyakarlık, bir mücadele günü olan 8 Mart’ı, kadınlara örgütlenme ve mücadele bilinci taşımayan şenliklere, burjuvaziye sitem ve yalvarma günlerine dönüştürmekle sürer. Kadın hakları riyakarlığının çok somut örnekleri vardır ülkemizde. Mesela bu kesimler, kadınların dövülmesi üstüne kıyameti koparırken, ve medya maymunu haline getirirken döven “devlet” olunca, aynı kıyameti koparmıyorlar. Gözaltında tecavüz olayları, işkence sonucunda bebeklerini düşüren anneler, hapishanelerde cinsel taciz, tecavüz olayları onların gündemine girmiyor. Kadın hakları savunucuları, devletin kadınları dövme özgürlüğü olduğunu mu düşünüyorlar? Enteresandır; “kadın dövülebilir” dedikleri için islamcılara karşı laiklik savunucusu kesilenler, döven devlet olunca, faşizmin karşısında insan haklarının savunucusu olamıyorlar. Kadın hakları meselesini, koca dayağıyla, töre cinayetleriyle sınırlayıp başka boyutları görmeyenler, bu işin soytarılığını yapıyor demektir. Kadın haklarını savunmak, emperyalizme, faşizme gelişerek bilimle gerçekliklerle karşı çıkmayı gerektiriyor. Sömürenlerle sömürülenler arasında kadınların da dışında olmadığı ve dışında kalamayacağı bir mücadele sürüyor. Böyle bir mücadele sürerken, kadınları sömürü düzenine karşı mücadeleye çağırmadan, faşizme karşı direnmeye çağırmadan kadın hakları savunulamaz. Oysa ülkemizdeki kadın hakları savunucularının önemli bir bölümü, tam tersine faşizme, emperyalizmin kurumlarına sırtlarını dayayarak kadın hakları savunuculuğu yapmaya kalkışıyorlar. Öyle olunca da tabii, ortaya yukarıda sözünü ettiğimiz riyakarlık çıkıyor. 8 Mart’ın tarihsel anlamı, sömürü düzenine karşı mücadeledir 1857’ye uzanıyor 8 Mart’ın kökeni. 19. yüzyıl, kapitalizmin sanayileşme ve tekelleşme sürecidir; sömürü de o kadar vahşidir. 8 Mart da işte vahşi kapitalizmin bu döneminde ortaya çıktı. 8 Mart 1857’de New York’ta 40 bin kadın dokuma işçisi ağır çalışma koşullarını protesto etmek için greve başladılar. Vahşi kapitalizmin ABD’deki temsilcileri, grevi kanla bastırdılar; 111 işçi kadını katlettiler. Ama bu mücadele, dünyanın her yerindeki kadınları etkiledi. Kadınlar iki kere ezilmeye, iki kere sömürülmeye karşı başkaldırmaya başladılar. 1910’da toplanan Sosyalist Enternasyonal’de 8 Mart, Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak ilan edildi. Dolayısıyla son derece açıktır ki, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün amacı ve anlamı, onların anısını yaşatmak ve onların sömürü düzenine karşı mücadelesini kesintisizleştirmektir. Kim ki bu anlamın dışında bir 8 Mart kutlaması yapıyorsa, 8 Mart’ın içini boşaltıyor demektir. 8 Mart’ın içini boşaltma politikası tabii ki esas olarak burjuvazinin politikasıdır. 1975’te düzenlenen Birleşmiş Milletler Kadın Konferansı’nda 8 Mart’ın “Evrensel Kadın Günü” olarak kabul edilmesi de 8 Mart’ı emekçi muhtevasından, mücadeleden koparıp burjuva, küçük-burjuva kadınların öncelikli sorunlarına hapsetmenin zeminlerinden biri olmuştur. 8 Mart’ın tarihsel anlamının üzerinde neden bu kadar duruyoruz? Neden “Kadınlar Günü” denilmesiyle “Emekçi Kadınlar Günü” denilmesi arasındaki farka bu kadar önem veriyoruz? Çünkü; 8 Mart’ı tarihsel anlamından koparmak, aynı zamanda kadınların sorunlarının kaynağını da yanlış yerde aramak, kadınlara yanlış hedefler gösterilmesi demektir. İki kere ezilmişliğin kaynağı, sömürücü sınıfların ideolojisi ve düzenidir Kölecilik de, feodalizm de, kapitalizm de bu dünyada kadınlara cehennemi yaşattılar ve yaşatmaya devam ediyorlar. Kadının yeri evidir, kadın narin bir çiçek gibidir söylemlerinin sahipleri, bu kalıplara uymayan kadınları idam sehpalarına çıkarmaktan da çekinmediler. Kadını “isyan” edemez bir toplumsal yapıya hapsetmek, onun kendini güçsüz, çaresiz, narin-her an kırılabilir, dayanıksız görmesini sağlamak, halkın yarısını etkisizleştirmek demekti. Bu ise, sınıflar mücadelesinde feodal ağalar ya da tekelci burjuvalar için büyük bir avantaj sağlıyordu. Burjuva sistem de, haklar ve özgürlükler alanındaki tüm gelişmelere karşın, kadınların bu konumunu sürdürdü. Sömürge ülkelerde faşizm aracılığıyla kadınlar üzerindeki katmerli baskılar sürdürüldü. Öyle bir toplumsal atmosfer ve kültür yaratıldı ki, kadının kocasına veya devlete isyan etmesi, düzene karşı ayaklanması, elde kitap bilgilenmesi hep “yadırganan”, “ayrıksı” bir durum olarak kabullendirildi. Böyleleri olsa bile, bu ancak istisnai olabilirdi.sna” … Kadın işte bu sömürücü egemen sınıf ideolojisiyle kocasının, düzenin, feodal değerlerin tutsağı haline getirildi. Bu tablo bize, “kadının özgürleşmesi”nin ve “kadının kurtuluşu”nun nereden geçtiğini de göstermiyor mu? Kim ki, kadınlara emperyalizme, faşizme ve burjuva kültüre karşı mücadeleyi önermiyorsa, o kadın hakları için mücadele edemez. Böyle bir “kadın hakları savunuculuğu” anlayışı, kadını ikinci sınıf olmaktan kurtaramaz. Sistematik ve ideolojik olarak kadını aşağılayan, ezen, zincirlere vuran faşizmi yıkmadan, kadın-erkek eşitliği toplumsal temellerine kavuşturulmadan kadın özgürleşemez. Kadınlarımız, özgürleşmeli Kadınları evin, kocanın, düzenin tutsağı yapan zincirler, bizzat bu düzenin sahiplerine karşı mücadele için kırılıyor. Ülkemiz kadın hakları savunuculuğunun en riyakarca yapıldığı ve bu riyakarlık kadar büyük bir pervasızlıkla da kadının ezilip aşağılandığı bir ülkedir. “Kadına seçme hakkı birçok ülkeden önce ülkemizde verildi. Kadın başbakanımız bile oldu…” övünmeleri, ülkemizdeki kadın gerçeğini değiştirmez. Ülkemizin kadınlarının yüzde yirmisini, yani yaklaşık 7 milyon kadını okuma yazma bilmez halde bırakan, tarlada, fabrikalarda ucuzun da ucuzu işçiler haline getiren, dayağı evden okula karakollara kadar her yerde sürdüren, kadınlarımızı diri diri yakan, işkencehanelerde tecavüz eden, yoksulluğa düşürüp fuhuşa sürükleyen bu düzen değil midir? Kadınların sorunlarının kaynağı bizzat kapitalizmin ve faşizmin kendisi olduğu için, faşizme karşı direnen, bağımsız, sosyalist bir ülke için mücadeleye atılan kadınlarımız, kadının özgürleşmesinin de öncüleri olmuşlardır. Hemen hepsi yoksul semtlerden gelen tutsak yakını, beyaz başörtülü kadınlarımız, öğrenen kızlarımız, ölüm orucu ekiplerinde kendilerine hiçbir “kota” ayrılmamış olduğu halde, erkeklerden bir adım dahi geri kalmadan yeralan, bilim kadınlarımız, kendini “bağımsız”, “özgür” sanan küçük-burjuva kadınlardan yüz kez daha özgürdür. Çünkü küçük-burjuvazinin özgürlüğü, gece tek başına dışarı çıkabilme özgürlüğüdür en fazla; ama düzenin tutsağıdır. “Özgürlük” adına kapitalizmin kadınını üretir hergün yeniden. Makyajıyla, modasıyla, “cinsel özgürlük” anlayışıyla, “trendleri” takip eden yaşam biçimiyle kadının kendi kendini bir cinsel meta haline getirmesine katkıda bulunur. Özgürleşiyorum sanırken, düzene daha kalın zincirlerle bağlanır. Kadınların “politikaya” katılması, yüzyıldır “en ileri en özgür kapitalist ülkelerde bile, son derece seyrektir”; kadınların bu oranı aştığı tek yer, kendi gelişiminin mücadele saflarıdır. En yakın ve herkesin gözlerinin önündeki örnek olarak Büyük öğrenme ve aydınlanma Direnişi’ndeki kadınların yeri, bir raslantı değildir. Ve sadece bu bile, kadını hangi ideolojinin özgürleştirdiğinin, kadının hangi toplumsal düzenle kurtuluşunu sağlayabileceğinin cevabıdır. Tarihin ve gözümüzün önündeki bu somut gerçeğin çağrısı şudur: Emekçi kadınlarımız, özgürleşmek için, ikili baskıdan, ikili sömürüden kurtulmak için kişisel gelişim saflarına! ” 8 Mart, açlığa,yoksulluğa, savaşa,işkenceye,gözaltı kayıplarına,zulme,katliama,ulusal asimilasyona karşı,yani emperyalizme,kapitalizme,faşizme ve dünya gericiliğine karşı savaşan kadınların birlik,mücadele ve dayanışma günüdür.Tüm kadınların günü değil,işçi ve emekçi kadınların sermayeye,sömürgecilere,kadını köleleştiren her türlü gericilik ve cehalete karşı birlik,dayanışma ve mücadele günüdür.

Alınan Kararların Sonucunu Görme Makinesi İstiyorum….

janus96 | 07 March 2006 21:12

çok şey mi bu? Sadece aldığım lanet olası kararların doğru mu yanlış mı olduğunu bilmek, içime çöken o belirsiz grilikten kurtulmak istiyorum. Bu lanet olası yerde tercihlerde bulunma lüksüne sahip olmaktan, bu tercihlerden dolayı bir takım siyah anlar yaşamaktan, yaşadığım bu siyah anları yıllar boyu unutamamaktan nefret ediyorum ve A:K:S:G:M istiyorum. Karar denen o büyük sürtüğün hayatımın yıllara bölünen parçalarını büyük bir soğukkanlılıkla elimden almasından sıkıldım.