bildirgec.org

FORT

llus | 29 November 2003 16:02

Ve morojeli tırnakları klavyenin tuşları arasında nihayet fink atmaya başladı… departmanından



Düşündü ve yıllar öncesine kısık gözlerle gidiverdi. Yıl 1995 falan o zamanlar Taksim tayfası, Kadıköy tayfası, Bakırköy tayfası gibi abuk subuk bölünmeler vardı. Henüz ne Slayer ne de Iron Maiden Türkiye’ye gelmemişti.Eski Kemancıda bira 250bin liraydı. Beyoğlu’ndaki dükkanların tabelaları şimdiki gibi ahşap değildi. O yıllarda sadece günü yaşardık. Pek istikrarlı işlerimiz yoktu. Ne çok paramız ne kredi kartlarımız ne de sürekli alışveriş ettiğimiz supermarketler…


Airmalta

sehnaz | 29 November 2003 15:36

Cara’s orda, ben gittim. Visitmalta sitesi cafe araması yapıp 0 result diyebilir. Ama ben gittim gördüm oturdum ve sıcak çikolata içtim. Akşamları, yanıbaşından vızır vızır arabaların geçtiği yoldan büyük saksılı yeşilliklerle ayrılmış cafe önündeki kalabalık kuyrukta ben de bekledim.Simone’un her deniz dönüşünde amaretto içmesine eşlik ettim.Nikolai’ın son gününde Maria ile orada günü, güzel bir dönemi bitirdik. Saksilar ile yol arasindaki kaldırımda, o benim hapşırmamı taklit ederken gülerek ayrıldık. Cara’s adında bir cafe var orda.Sliema Garden’in tam karşısında.

ceplerim için bir dakikalık saygı duruşu!

| 28 November 2003 23:25

ceplerinden vazgeçemeyenler departmanından…

ceplerimi seviyorum! evet onlarsız yaşamak benim için zor olurdu. bugün birdenbire geliverdi aklıma. onlarla ilgili bişeyler yazmak istedim.ben çanta kullanmayan -kullanmaktan da pek haz etmeyen- biriyim. aslına bakarsanız çanta kullanmamamın temel nedeni buna ihtiyaç duyacak kadar çok şey taşıyo olmamam. diğer kızlar gibi, nemlendirici krem, parlatıcı, ayna, günlük, beş-altı tane toka ve bilimum ıvır zıvırım olmadığı için yanıma aldıklarım para ve cep telefonumdan ibaret oluyo. tabii bi de kış günleri için bi kutu selpak! bu kadarcık şey için çantaya ne gerek var? işte sevgili ceplerim bana bu konuda çok yardımcı oluyo ve bu yüzden hep bol cepli, geniş pantolonlar alıyorum.aile fertleri bu duruma acaip şekilde takmış durumdalar. beni neredeyse “umutsuz vaka” olarak adledecekler. bi genç kız olarak cıvıl cıvıl, rengarnek giyinmem gerekirken bu asker pantolonlarını, sıkıcı yeşil tonlarını neden tercih ediyo muşum? bunun insanlara dert olması çok ilginç aslında. “üniwersteye geçince düzelir” şeklindeki yorumlarıysa ayrı bi dert. sanki bu ruhsal bi problemmiş ya da üzülesi bi durummuş gibi her seferinde altını çizmeleri sinirime dokunuyo. her ne kadar kafa sallayıp geçsem de, babamın beni her gördüğünde “bak bi cebin boş kalmış, orayı da doldursaydın” ya da annemin “gene sallanıyo o ipler her bi yanından” şeklindeki tacizleri bana ya sabır çekme alışkanlığı kazandırdı.bırakın yaws, ben ceplerimle mutluyum. gereken herşeyi yanıma alabiliyorm, üstelik ben ellerim ceplerimde gezmeyi çok severim. sonra mesela bazen ceplerimde eskiden kalmış, unuttuğum paralar bulurum beklenmedik bi anda. sanki fazladan param olmuş gibi sevinirim 🙂 cepsiz pantolonlardan nefret ediyorum. var öle bir iki tane pantolonum, onları giyince kendimi eksik-yarım hissediyorum.insanlar neden bol cepli pantolon giydiğimle ilgilenmek yerine daha gerekli mevzularla ilgilenseler ne iyi olurdu. giyim tarzıma acayip derecede takmış olan akrabalarım ne yazıkki bu yazıyı göremiyecekler ama en azından ben içimi döküp rahatlamış olucam.siz siz olun ceplerinizden vazgeçmeyin, çok işe yarıyolar!

git ara beni dediğinde

nwzt | 28 November 2003 15:27

git ara beni dediğinde bilmiyordum nerede olduğumu sanki saklanmış harfler elma desem çıkacaklar

bir bir söyleyecek seni barışık olmadığım kelimeler

Belki bulamadım seni ne limanlar kaldırdım bu gemiden bilemezsin… Hiçbiri sana benzemeyecek şehirlere gidip içleneceğim

Nasıl dönerim hem utanmadan,bildiğim seni başka dudaklarda dillendiğini bile bile….

Bizden biri,

mrsarkac | 27 November 2003 16:07

Bu küçük adam nasıl olmuştu da bir anda milyonlarca insanın sevgilisi oluvermişti? Bir kere, çok sevimliydi, kadınları güçlü kollarıyla değil kıvraklığıyla ve esprileriyle tavlayabiliyordu. Üstelik sıradan bir adamdı, bisikletiyle dolaşır, pizza servisi yapar, yamuk yapanı olay yerinde bir güzel pataklardı. Herhangi bir felsefesi yoktu, ancak Van Damme veya Arnie gibi hödük de değildi. Bir iş günü sonrası ara sokaklarda göreve hazır olarak dolaşır, yaşlı kadınlara veya sıradan insanlara sarkıntılık edenlere derslerini verirdi. Üstelik çok da hızlıydı, Hollywood senaristlerinin kırk yıl düşünseler bulamayacakları taktiklerle dövüşürdü.