bildirgec.org

Hey Türk

kaptanhayal | 01 September 2003 18:35

Murat Belge’nin böyle bir şeyi vardır, bir kitabında “kimlik” konusuna taksim geçerken lafını ettiği. Şu minvalde: Paris’te sokakta yürürkene, birisinin “Hey Türk”! diye seslendiğini duyuyorsunuz; dönüyorsunuz, kimse dönmüyor sizden başka, evet “o Türk” sizsiniz, ama sahiden siz kimsiniz? Kimdir “Türk”?
Murat Belge’nin yanıtı neydi unuttum, biraz umutsuz bir yanıttı hatırladığım kadarıyla, “Genel geçer, herkesi kapsayan bir Türk kimliği yok; Cumhuriyet yaratamadı böyle bir kimlik” minvalinde.
Hızla geçiyorum, bir kitap okuyurdum ki ne, Murat Belge’nin bu ağır sorusu takıldı aklıma.

Finding Nemo

| 01 September 2003 18:08

“Nemo: Kayıp Balık” Kayıp NemoDisney/Pixar‘dan bir animasyon şaheseri: Finding Nemo. Daha önce yaptığı filmlerle, bilgisayar tabanlı animasyon sahasında güçlü bir yer edinen Pixar, son filmi Nemo ile bu sahadaki başarısını sürdürüyor. En son animasyon tekniklerinin kullanıldığı bu film, gerek hikayesi ve gerekse yapım kalitesiitibariyle gişelerde kendine iyi bir yer edinmiş durumda. Nemo’nun ilgi çeken diğer bir tarafı ise, hikayeningeçtiği mekanlar. Okyanus, mercan adaları, çeşit çeşit yaratıklarıyla derin mavi sular ve muhteşem renk cümbüşü… Pixar, Nemo‘nun en büyük malzemesi olan; deniz ve mercan yaşamını, tamamen NationalGeographic’in ilgili arşivlerine ve dokümanlarına dayandırmış. Ayrıca yapımcılar,balık davranışları konusunda CaliforniaÜniversitesi’nden eğitim almışlar.

Uçurum

eceligelenfare | 01 September 2003 17:41

Uçurumun kenarından ilk baktığımda çok korkmuştum, içim ürpermişti. Ya ayağım kayarsa, başım dönerse ve kendimi o boşlukta hissedersem diye. Daha önce çok yükseklerden bakmışlığım hatta sarkmışlığım vardı ama her seferinde bir demir parmaklık yada korkuluğa tutunmuştum. Bu sefer ne demir parmaklık nede korkuluk vardı. Üstelik uçurumun ucundada değildim. Uzaklardan uçurumun tepesindeki evlere bakmış o evlerde yaşayan küçük çocukların oynarken düşebilecekleri uçuruma taa uzaklardan bakıp onların yerine korkmuştum. AltınŞehir isimli pekte altın olmayan bir şehirdeydim. Televizyonlarda tartışılan “Öteki Türkiye” diye tabir edilen çarpık kentleşmenin, altyapı hizmetlerinin yetersizliğinin ve yoksulluğun buram buram koktuğu bir semtten belediye otobüsü ile geçiyordum. Uçuruma odaklanmıştı gözlerim. Korkuyordum çocuklar düşecek diye. Belli belirsiz manevralarla bozuk bir türkçeyle yazılmış “24 saat açık” tabelalarıyla süslü Otolastik tamircileri, bakkal-manav karışımı dükkanların arasından asfalt yolu olmayan arasokaklara baka baka planlı şehirleşmenin en güzel örneği, çöp bidonlarının bile kenarlarında saksı saksı çiçeklerle süslendiği başka bir şehire BahçeŞehir’e gidiyordum.