bildirgec.org

Yesil koktu heryer

aksedir | 04 May 2003 17:25

Agaclarin yesillendigini oyle hemen farketmiyor insan. Soyle bir yagmur yagiverdi ve aksama dogru ofisten cikinca farkettim ki etraf yesil yesil kokuyor. Yeni acilmis yapraklar yikanmislar, uzun uzun nefes aldim, islanmis parkta dolastim. Gitti aklimdan dertler, tasalar. Ben vardim bir de agaclar. Orhan ustayi aniyorum her gun artik: “Beni boyle guzel havalar mahvetti” diye mirildaniyorum parkin icinde yururken.

bahar bayramı

sillypoet | 04 May 2003 17:11

bu yazıda anlatılanların gerçek özel ya da tüzel kişilerle ilgisi yoktur; her yanı saklıdır; gö.ü h(a)la üç buçuk atmaktadır. bu yazıda anlatılanların gerçek özel ya da tüzel kişilerle ilgisi yoktur; her yanı saklıdır; götü h(a)la üç buçuk atmaktadır.

23 Nisan 1989 Pazar: akşamdı. kapı sakince çalındı, sakin çalınan çoğu kapı gibi açıldı; evde bir oğul ve muhtelif arkadaşları oturmuş sohbet ediyorlardı. içeri dördü ızbandut, biri ciks beş adam daldı. ev halkı donmuştu, -adettendi o zamanlar, ev halkları bu gününkilerden daha donuk olurdu-. beşinci adam oğlanın ismiyle başlayarak “hanginiz?” diye sordu. kısa bir sessizlikten sonra muhteliflerden biri söze girdi: – kimsiniz?

  • 1. şube… – kimliğiniz? beşincinin yüzüne çok şahane kirlilikte bir tebessüm geldi -güzel adamdı, karikatürize edilen cani tipleri hafif dayı duruşu dışında andıran hiçbir ifadesi yoktu-, arkasından sıkça oynamaya alıştıkları apaçık anlaşılacak replikler geldi; ızbandutlardan birine göz etti, o da elindeki nesnenin şarjörünü çıkarıp muhteliflerden birinin göbeğine çaldı; biri sendeledi, adam “buyrun kimlik!” dedi… oğlan “benim!” diyerek ortaya çıktı, “hazırlan gidiyoruz” dediler… gittiler… yolda neredeyse hiç konuşma olmadı; zaten bir şey göremiyordu; sadece bir ara sesinden beşinci olduğu anlaşılan zat “videolarda çok fotojenik çıkmışsın! aslında sen olduğunu biliyordum, ayak atsaydınız bir güzel ıslatacaktım; kendiliğinden ortaya çıktığın evdekiler açısından iyi oldu” dedi… bir yerde durdular, ense kökündeki koca adam eli kukla oynatıcıları misali oynatıyordu oğlanı. seslerden anlaşıldığı kadarıyla kapılardan geçiyorlardı; sonra merdivenler sonra seslerin yankılandığı bir alan, ve ardından “eğil! burası çok alçak” deyip başına bastırıyorlardı; bir yandan da gülüyorlardı; yol çok uzundu sanki, arada bir başına ve kıçına tokat atıyor, diz kapağı eklemine hızla vurup gülmeye devam ediyorlardı. yürümeye devam ettiler; tartaklanmaya başladıktan birkaç dakika sonra ne dediklerini duymaz olmuştu… zeytin-ekmek-su öğünlerinden gün saymaya çalışsa da kısa bir süre sonra ipin ucunu kaçırdı; tuvalet yoktu; zaten yapacak bir şeyi de yoktu; daha önce benzer bir şey yaşamasa da ne çekeceğini biliyordu; ne zaman çıkacağını bilmiyordu ki bu düşünmeden -belki- saatlerce oturabilmesini sağlıyordu; …anlamıştı… amcalar onu bahar bayramında haşarılık yapmasın diye “standart prosedür”‘e maruz bırakmışlardı. suç üstüsü olmadığı ve yumuşak bir gruba dahil olduğu da düşünülürse, fazla hasar almadan zamanın resmi alıkoyma süresi olan iki haftalık tecritini tamamlayınca salıvereceklerdi… öyle de oldu… çıkarken “eğil” deyip sonra dalga geçtikleri yerin tavanının basketbol salonu tavanı kadar olduğunu, üç buçuk atsın diye 24 gün altı saat duyduğu bağırtıların bir kısmının hikayeden olduğunu gördü… çok güzel oldu… takip eden bahar bayramlarından bir hafta önce evde oturmaması gerektiğini; havuz başında güneşlenmesi gerektiğini anladı. ilk tatilinden sonra haftalarca su kaybı nedeniyle ve s.çarken yaşadığı problemler olmasa hiç gam yemeyecekti; bir de, içeride kendinden daha sakıncalı ve bu yüzden anırtılan mahlukların insan değil de ayağına diken batmış eşek olduğunu düşünmeye çalışmak başlarda çok zorlamıştı onu… becerdiğinde ise… hayat neyin neresinde? rujum güzel mi?