bildirgec.org

Deli Olmak Şart Değil Ama Yardımı Olur

Pinhan Kara | 27 February 2003 21:22

(…) babam daha çocukken verem ile deha arasında bir bağ olduğuna inanılırdı çünkü ünlü sanatçıların çoğu veremdi. Frenginin erken dönemlerinin de faydalı olduğu rivayet edilirdi.

Kurt Vonnegut

Ölümden Beter Yazgılar

Yıllar önce, ana başlığı “Şizofreni” olan bir konferansa katılmak için İstanbul’un kültür merkezlerinden birinin koridorunda elimde sigara aşağı yukarı turluyorum. Amacım deliliğe olan merakımı gidermekten de öte esefle itiraf ediyorum ki biraz da eğlenmek. Delilerin ve deli olma durumunun eğlendirici olduğu fikri bilinç tarlamda sebepsiz yere filizlenmiş yabani bir ot değil, tam aksine dünyayı algılamaya başladığımdan beri önce aile içinde özenle tohumları atılmış, arkadaş ortamlarında ilk sürgünlerini vermiş, medya ve sanat çevrelerince mütemadiyen sulanmış gürbüz bir ağaç. Biraz sonra şahit olacaklarımın bu ağacı kökünden sarsıp yerle yeksan edeceğinden bihaber içeri girenleri izliyorum. Hangisinin deli hangisinin dahi olduğunu, hangisinin sanata üstün bir yatkınlık gösterebileceğini, hangisinin tam tımarhanelik olduğunu kestirmeye çalışıyorum. Gözlemlerimin ne kadar yersiz olduğunu konferansın ortalarına doğru hastalar ve hasta yakınları konuşmaya başladığında anlıyorum. Gözü yaşlı bir baba konferansı yöneten doktora sokağa çıkamayan çocuğunu anlatıyor, tek amacı; yükünü diğerleriyle paylaşarak kendi payına düşeni hafifletmek. Bir hasta televizyonla neden konuştuğunu anlatıyor, televizyondan çıkan gama ışınlarından, bu yolla kendisini izleyen casuslardan bahsediyor. Bu anlatılanlar, buraya gelirken duymayı beklediğim eğlendirici olacağını düşündüğüm şeyler. Oysa hiç eğlenmiyorum, dinlediklerim sadece içine düştüğüm dehşet halini derinleştiriyor. Öğrendiğim kadarıyla deliliğin bir çok çeşidi var, bunlardan biri olan şizofrenininse binlerce çeşidi var. Neredeyse her şizofreni vakası başlı başına bir hastalık türü, bunca farklı hastanın tek bir ortak yönü var o da; bu durumdan duydukları acı. Birkaç benzer konuşmadan sonra konferans bitiyor ve beynimdeki gürbüz ağaç köklerinden çatırdayıp bir daha asla dirilmemecesine yıkılıyor.

Hayat Absürttür

plumprune | 27 February 2003 20:55

Hayat gerçekten çok absürd, bu yüzden de bununla ilgili bir yazı yazmaya karar verdim.

Her şeyden önce absürt’ün tanımıyla sanırım konuya girmeliyim: 20. yüzyılda ortaya çıkan, mantık zinciri doğrultusunda ilerlemeyen, tuhaflıklar tiyatrosudur

absürt. Basit bir örnekleme yapacak olursak eğer: sınıfta iki öğrenci arasında ağız dalaşı çıkması absürt değildir, ama bir öğrencinin birden takla atarak kapıya doğru ilerlemesi absürttür. Traji-komiktir absürt. Saçmalıklar arasında sıkışmış derin anlamlar içerir, ama ilk izlenim insana anlamsızlıklar dizisi gibi görünür. Her an her şey olabilir. Gariplikler birbirini takip ederken, her şey olabildiğine sıradan görünür. Bir odada geçer, sokakta geçer ama dekor genelde abartılı değildir. Her şey sadeleştirilmiştir, diyaloglar, karakterler… Ağdalı konuşmalara pek yer verilmez. Tekrarlar üzerine kurulu olduğu da söylenebilir. Sessizlik, duraklama belli başlı özellikleridir. Genelde karakterler arasında iletişim kopukluğu söz konusudur. Karakterlerden birisi diğerine göre daha seri düşünür ve konuşur, bu yüzden hep bir adım önde ilerler. Biraz daha yavaş işleyen beyniyle diğer karakter, sürekli aynı soruları yineler. Kafası hep bir yerlere takılı kalır. Kimi karakterler hayatlarının tüm sıkıntılarını ayakkabılarının ayağını sıkmasıyla açıklamaya çalışır. Ayakkabısı rahat olsa, aslında hayat da düzelecektir. Hızlı düşünme yetisine sahip olan karakter ise genelde sistemi sorgular. Ama bu hiçbir zaman, detaylı anlatımlarla olmaz. Çok basit gibi görünen sorular derin anlamlar içerir. Oyunun kaderi baştan çizilmiştir, pek çok şey darmadağın olacaktır. Ölüm, hayal kırıklığı, yabancılaşma hatta delirme gibi sonlar olağandır. Kimlik karmaşası içindeki karakterler, kim olduklarını, ne yaptıklarını ve ne için yaptıklarını sorgular durur. Samuel Beckett, Arthur Adamov,

Eugene Ionesco,

Jean Genet,

Harold Pinter, Edward Albee, bu türde eser veren belli başlı yazarlardandır. Martin Eslin bu tarza tanımlama koyan ilk eleştirmendir. Absürt kategorisine girebilecek özellikleri sıralamış, ancak başlarda pek çok çevrede tepkiler almıştır. Yayınlanan eserlerin içeriği ve onlara gösterilen ilgi sayesinde zamanla absürt, edebiyattaki yerini almış, kendini bir tür olarak kabul ettirmiştir. Ve şimdi de ben, hakkında bilgi sahibi olduğum bir iki yazardan bahsetmek istiyorum izninizle (izin vermeyenler artık okumayabilir):