bildirgec.org

Alman politik tarihinden bir örneklem

WeaponX-hafif | 28 September 2002 08:44

İki numaralı Nazi lideri Göring, savaş suçlusu olarak yargılanacağını anlayınca şöyle der: ‘Biz, halka gerçeği söylemiştik. Sadece iktidara gelene kadar demokratik yollara başvuracaktık…’

Bundan 70 yıl önce, 1932 yılında Almanya’da iki seçim yapıldı, hem de 31 Temmuz’da ve 6 Kasım’da olmak üzere, yaklaşık üç ay arayla. Aslında daha 14 Eylül 1930’da da halk sandığa çağrılmış ve yeni ”Reichstag” (parlamento) seçilmişti, fakat seçimler çözüm getirmemişti. Ülke bunalımlar içindeydi. Versailles Barış Antlaşması’nın, kanlı bir iç savaşın, tarihte eşi görülmemiş bir enflasyonun sarsıntıları daha geçmeden, 1929 büyük bunalımı (krizi) ekonomiyi vurmuş, orta sınıf erimiş, işsiz sayısı 6 milyonu bulmuştu. Siyasal partiler sorunlara çözüm bulamıyor, sadece birbirleriyle boğuşuyordu. Halkta partilere ve siyasetçilere karşı tam birgüvensizlik, hatta nefret egemendi.

Dış politikada, bütün ülkelerin Almanya’ya komplo kurduğu, ülkeyi parçalamak istediği inancının yaygınlaşması, en aşırı milliyetçi (şoven) duyguları harekete geçirirken sanat ve kültür dünyası ile ilgili haberler, basının bir bölümünce ”sefahat, çıplaklık, ahlaksızlık, azgınlık” olarak işleniyor, işsiz ve yoksul kesimlerle tutucular kışkırtılıyordu.

1920’lerin başında adını duyuran, önce kimsenin önemsemediği bir parti, ”Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi”, bu ortamdan en çok kazanç sağlayan partiydi; Naziler kitle psikolojisinden çok iyi yararlanıyor ve çok iyi örgütleniyordu. Gerçi 9 Kasım 1923’te Münih’te, bu partinin lideri Adolf Hitler ”adında birisi” bir darbe girişiminde bulunmuştu, ama girişim polisin el koyması, bir iki el ateş ve birkaç kişinin vurulması ile hemensona ermiş, darbeciler sağcı ve vatansever olduklarından, iş örtbas edilmişti. Adını bu olayla duyuran Adolf Hitler, birkaç ay bir kalede kalmaya mahkûm edilmiş, o da bu dinlenme zamanını ”Mein Kampf” (”Kavgam”) adlı, o sırada kimsenin okumadığı bir ”eser” yazarak değerlendirmişti.

Hitler, yeniden siyasete başladığında, kalede kaldığı sürede değiştiğini, artık iktidara kanlı değil, demokratik yollardan gelmek istediğini söylüyor, hatta bu konuda yazılı belge veriyor ve ona inananların sayısı hızla artıyordu. Gerçi söylediklerinde önemsiz bir ayrıntı vardı, ”sadece iktidara gelene kadar demokrasi kurallarına uyacağını” söylüyordu, ama kimse bunu o kadar önemsemiyordu; adamın değiştiğini söylemesi yeterli sayılıyordu.

Her şeye karşın 1920’li yıllar Nazilere iktidar yolunu açmadı. Ancak yapılan seçimlerde hiçbir parti çoğunluk sağlayamıyordu. Bu yüzden sürekli olarak ve her biri kendisinden öncekinden zayıf koalisyon hükümetleri kuruluyor, bunlar da üçer dörder ay içinde devriliyordu. Her seçimde güçlenen tek parti Nazilerdi. Varoşlardaki eğitimsiz-kültürsüz yığınlarda ”Bir de bunları deneyelim” sloganı, büyük yankı buluyordu. Çünkü ”bunlar”, onlara istedikleri her şeyi verecekti ya da sınırsız ve soyut vaatlerden insanlar bunu anlıyordu. Nazilerin seçim vaatleri arasında, kamu kurumlarında, özellikle üniversitelerde Yahudilerle solcuları temizleyipo kadrolara işsizleri yerleştirmek, herkese iş bulmak, herkesi iki anahtarla ev ve otomobil sahibi yapmak, bütün çalışanları gemilerle tatile çıkarmak vb. şeyler vardı.

14 Eylül 1930 seçimlerinden Naziler yüzde 18.3 oyla ikinci parti olarak çıktılar. En güçlü parti SPD (Sosyal Demokratlar) oyların yüzde 24.5’ini alabilmiş, Komünistler yüzde 13’te kalmıştı. Bunun yanında bir sürü harfli neredeyse tek kişilik onlarca ”sol” parti vardı. Bunlar hem birbirleriyle uğraşıyor hem de kendi içlerinde fraksiyonlara, hiziplere bölünüyordu; bazı aşırı sol gruplar, kendi aralarında uzlaşma yerine, rejimi yıkmak için Nazilerle işbirliğini bile tercih ediyordu. Aralarında hiçbir fark bulunmayan partilerin ”lider”leri, ”Ufak olsun, benim olsun” düşüncesi ile başkaları ile değil işbirliğini, görüşmeyi bile kabul etmiyordu.

Sorunlara çözüm üretemeyen Alman Meclisi, sonunda 31 Temmuz 1932’de erken seçim yapılmasını kabul etti; bu seçimle ülkenin önü açılacak, dış borçlara ve işsizliğe çare bulacak bir yönetim işbaşına gelecekti. Bazıları, istikrarlı bir hükümet kurulması için, seçimlerden önce Seçim Yasası’nda değişiklik yapılmasını istiyordu; ama buna zaman bulunamamıştı. 1932’de yapılan ilk seçim, ne istikrar sağladı ne de dağınıklığı ortadan kaldırdı; ancak Naziler oyların yüzde 37.4’ünü alarak en güçlü parti oldu. Bu durumda hemen yeni bir seçim gerektiği anlaşıldı. Yüzde 5-10 oy oranlı partiler bir hükümet kuramayınca, rahatsızlık daha da arttı.

Nazileri durdurmak, onlara karşı bir demokratik set oluşturmak için çabalar da gösterildi. Fakat solun temsilcileri, ”demokratik sol”, ”sol demokrasi,”, ”sosyal demokrasi”, ”sosyalist demokrasi” vb. kavramlar üzerinde sonu gelmez akademik tartışmalar dışında hiçbir sonuca ulaşamadı.

Merkez sağda da bütün particikler birbiriyle kavgalıydı. Yine de toplumda bazı kesimler, tehlike karşısında silkinmişlerdi ve ”zorunlu olarak” yapılan 6 Kasım 1932 seçimlerinde Nazilerin oy oranının yüzde 33.1’e düşmesini sağladılar. Buna karşılık diğer bütün ”büyük” partilerin oy oranları yüzde 8.8 ile 20.4 arasında oynuyordu; onlarca küçük sol parti ise oyların toplam yüzde 5.8’ini almıştı.

Yeniden pazarlıklar yapıldı, ama bir türlü hükümet kurulamıyor, ülke kararnameler ile yönetiliyordu. 3 Aralık 1932’de başbakanlığa getirilen General von Schleicher de başarılı olamayınca, aşırı sağcı bir başka partinin desteğini alan Adolf Hitler, 30 Ocak 1933’te Cumhurbaşkanı Hindenburg tarafından başbakanlığa atandı. Kamuoyu, Nazilerin iktidarını normal karşılayacak biçimde hazırlanmıştı. Yaygın inanç şöyleydi: ”Madem demokrasi var, seçmen iradesine saygı göstermek gerekir. Bir kere de bu partiye bir şans verelim.

Adam zaten değiştiğini söylüyor. Hem bu ülkede yasalar var, kurumlar var, hele hele ordu var. Ayrıca on iki kişiden ibaret hükümette sadece üç Nazi yer alıyor: Hitler, Göring , bir de İçişleri Bakanı Frick . Onlar da asla olumsuz bir şey yapamaz, on ikide üç kişiler. Hem zaten üç ay içinde bunlar da başarısız olur ve çekilirler. O zaman yeni seçimlere gidilir, halk da bunları görmüş olur ve bu iş biter.”

İşler gerçekten bir ay içinde bitti ama başka biçimde. 27 Şubat 1933’te Reichstag (Meclis) binası yandı. Daha o akşam, bu saldırının Komünistlerin marifeti olduğu ilan edildi ve hemen ertesi gün, 28 Şubat 1933’te ”Halkı ve Devleti Koruma Kararnamesi” olağanüstü yetki yasası çıkarıldı. Anayasadaki bütün haklar kaldırıldı, sayısız suç için ölüm cezası

getirildi. Bir iki gün içinde bütün ”vatan hainleri” toplandı, bir iki hafta içinde her kentte toplama kampları kuruldu. İlk temizleme dalgasında öldürülmemiş, ”kaçarken vurulmamış” veya yurtdışına kaçamamış bütün parti liderleri, her renkten solcular, liberaller, muhalifler, Yahudiler, ”milli örf ve âdetlere uymayan” insanlar bu kamplara tıkıldılar. ”Liderler”in çoğu, o kamplarda enselerine birer kurşun sıkılarak veya ağır işkencelerle öldürüldü.

Ortalık biraz temizlendikten, ”huzur ve düzen” sağlandıktan(!) sonra, Naziler 5 Mart 1933’te son bir göstermelik seçim daha yaptılar ve bu son seçimde oyların 43.9’unu aldılar. Propaganda Bakanı Goebbels , günlüğüne not düştü o gün: ”Sayıların ne önemi var? Devlette efendiler artık biziz!”

Totaliter bir rejim için mutlak çoğunluk gerekmiyordu. Almanya yıkıldığında 1945 Mayısı’nda ailesi ile birlikte Amerikan kuvvetlerine teslim olan, rejimin 2 numaralı adamı Göring, mahkemeye çıkarılacağını duyunca büyük tepki gösterdi.

Nürnberg Savaş Suçları Mahkemesi’nde Amerikalı başsavcının ”demokrasiyi, insan hakların çiğneme, insanlık dışı bir rejim kurma” suçlamalarına bağırarak şöyle karşılık verdi: ”Biz halka gerçeği söylemiştik, sadece iktidara gelene kadar demokratik yollara başvuracağımızı açıklamıştık. Halk bizi bilerek seçti, bizi istedi. Bizi yargılayamazsınız!”

İşte böyle. Fakat bu anlatılanların bizim ülkemizle herhangi bir ilgisi, ilişkisi olabilir mi ki!..

Prof. Dr. Vural ÜLKÜ Mersin Üniversitesi

öldürdüm, üzgünüm..

indigo | 28 September 2002 03:41

Redstar’la Cazara’da bi arjantin dedik . 21:20 dedim, peki dedi. 21:04, evden çıktım. 21:16 kediyi ezdim.

Hızlı kullanmıyordum ama o arabanın altına atladı, frene bastım ………

Ağlamaklı oldum, indim arabadan, “alla’m ezmedim, ezmedim di mi” derken kedi ön sol tekerin altındaydı. Anlayamadım, tam üzerinde durmuşum. Allah kahretmesin..

Arabayı geriye aldım, bi poşet buldum, ters çevirip elimi içine soktum, kediyi aldım, viyaklayarak toprağın üzerine koydum. Üzerine biraz toprak döktüm, iyice kötü gözüktü. İyice kötü hissettim. Arabaya bindim 21:32’de Cazara’ya girdim..Redstar’a kedi ezdim dedim, iplemedi. Ben de iplememeye karar verdim.