İlker Bey, bize kendinizi anlatır mısınız? -İiiiiiiiiiii, ben…Saçım başım dağılmış bi haldeydim ve bana böyle soru sorulması hoşuma gitmemişti. Cümle kurma konusunda problemlerim vardı ve insanlara cevap veremiyordum. Beni anlamıyor olabilirlerdi ama anlaşılmıyor olabileceğim konusunda da onlar hemfikirdi. Bir insanın köşeye sıkıştırılması, anlaşılmaması, yalnızlığı ve kumbaraya atılan parça parça yazdıkları İsveçli bilim adamlarının çözeceği bir problem değildi elbette. Benim yeniliklere ayak uydurma problemim vardı. Büyüyüp anlamsız bakışlar atacağıma, küçük kalıp büyüyenleri izlemeyi seviyordum. Elimde rakamları silinmiş kumandadan zaplar yapıyordum. Beni heyecanlandıran sahneler vardı, hoşuma gidiyordu. Sikilmiş götümün Ergenekon’ a benzeyen bir davası olmayacağına göre, dekoderlerin şifreli kanallarında gece yarısı çıkan karıncalı playboy filmlerindeki hatunların çıplaklığını, pozisyonlarını seçmeye çalışıyordum. Kim bilir, ekrandaki o kaos ortamından 28 sayısını ortaya çıkarmaya çalışıyordum iyice odaklanıp ya da bir gerçek-üstü çalışmaydı karşımdaki… Dali’ nin tablolarına bile o kadar uzun süre bakmadım. Bu gerçek yüzünden bayağı bir duygulandım.Uzaktan kumandadan önce, gözlerimin bozulma sebebi olan, dedemin çeyiz hediyesi 10 tuşlu Beko-Hitachi televizyon vardı. Yanında durup babamın komutlarına göre bastığım tuşlarından çıkan sesle, ekranın düzelmesi için tepesine vurduğum tokat seslerini daha sonra okula giderken bestelemeye karar vermiştim. Adımlarımla çok güzel kanal değiştiriyordum. Her adımda bir kanal, bir kanal daha, bu kanala daha hızlı geçtim, yapabilirsin İlker, bir kanal daha… şimdi aynı besteyi kulağıma taktığım mp3teki bass gitar seslerinde yapıyorum. 10 tuşa birden basabilir miyim acaba, basabilirsin İlker… bas(ss)ta gör babanın senden çıkardığı sesleri…Kendime ait ilk televizyonum olduğunda, hiçbir şey olmadı. Birşey olmasını beklemiyordum ama böyle birşeyimin olmasını acayip istiyordum. Böyle şeylerin o zamanki kafa yapıma göre bana, çocuk da kariyer de verebileceğini hayal etmemişimdir, şimdiki iş başvurularında özgeçmişime de eklemiyorum haliyle. Ama kız tavlama konusunda bir tılsım olabilirdi bu. Nasıl ki, msn adresi ve dizüstü hakkında şimdilerde geyik yapılıyorsa, o zamanda odamda izlediğim bir dizi ya da film ilgi çekebilirdi. Bunun geleceğe yönelik bir kurguda çocuğa ve kariyere gebe olabileceğini de iddia edebilirim. Bence birkaç Ayşe’ yi odamda film izlemeye çağırsam ve küçük aklımdan korunmasız ilişkiler çevirsem… dünyanın en küçük çocuğunu yapıp, en küçük tabu nikahını kıysak iki bayram arası… bakın, işi de hazır bu gencin, tanıdıklar benim bakkalımdan alışveriş yapmakla yükümlü zaten, hele ideolojik şapkayı, peruğu, maskeyi taksam yeter! Bütün ünlem işaretleri ters döner ve kulağa uygun bir kelimenin üyesi olur. İlker Bey….Çekmecemi açıp, sigara paketinden boş mesajını almaya başladığımda daha 14 yaşındaydım. Odam yeni yeni parçalarımı biriktirmeye başlamıştı. Kumbaradan çıkardığım, kumbara bile almaya yetmeyen bol sıfırlı paralarla, sigara almaya gittiğimde çöpleri dökmek gibi resmi bir işim vardı. Poşetler, yeni kırılan bir bardakla delinmiş ve merdivenler, geri döndüğümde eve giden yolu bulmam için çöpten sızan suyla işaretlenmişti. Alt komşunun, Kandinsky’ i aratmayan bu sanatsal çalışmam için bana verdiği ödülleri söyleyemeyeğim sizlere. Bunların hiçbiri bankanızda başvurduğum misyoner pozisyonu için uygun değil. O yüzden biraz daha ileri saralım özgeçmişi…Üniversiteyi kazandığım senelerde, kaybettiği şeylerin listesini yapacak bir eğitim verilmiyordu bize. Sadece kazanmak, kazandın mı bitti, oh ense… mesela, kazandığım bölümle ileride çok küfrettiğim Öss için yeni astsubaylar yetiştirecektim. Baba mesleği işte… üniversiteyi kazanmak ilk hataydı benim için. Düşünsenize herkesin üniversite kazandığını, tam bir kaos! Gazeteler koca koca yazıyor: Bu sene 1.560789 öğrenci Öss’ de birinci oldu, aman Tanrım! Hiç kaybeden yok, nasıl bir hata! Kesinlikle bir kaybetmeli, yok edilmeli… o kazananlar da daha sonra aynı sınavı başkaları kazansın diye mesleğe atılacaktı. Üniversiteyi kazanmanın, gittiğin şehirde yerli turistin döviz bırakmasıyla aynı anlama geldiği keşfetmem bayağı bir geç oldu haliyle. Öğrenci evleri, şehrin evde kalma tehlikesiyle karşı karşıya olan kızlarından biriyle geçen zamanlar, öğrencilerin arz-talebine göre artan ulaşım, kira, su, elektrik ve içki fiyatları… gittiğimiz şehirde ne üniversite üniversiteydi, ne de öğrenci gibi öğrenciydik. Hatta en iğrenci bizdik, çünkü daha sonraları hiç kazanamayacağımız, sürekli birinden borç alacağımız paraları yiyip bitirmiştik bile. O sıralar bol sıfırlı paraların bir tek başındaki sıfır eksikti. Aslında paramız yoktu yani ve parti lideri olsam, o sıfırları geri getirirdim muhakkak. Bir sıcaklık veriyordu o paralar, avucunuzda onlarca sıfırla neyi, nereye harcayağınızı şaşırıyordunuz. Kendinizi avutuyordunuz bir nevi. Ama bir gün geldi ve bütün paralar, dar ağacında altı sıfırından sallandırıldı. Para kazanmam lazımdı…Barda çalışmaya başladığımda da, sadece bir işte çalışmak önemliydi benim için. Çalışmak kelimesi, para getirince önemliydi. Okul hayatım yalan oldu o yüzden birkaç sene. Hala hayal kurabiliyordum ama daha masraflı hayaller böyle… para kazandığıma göre çıta yükselmişti bir kere. Okulu bırakıp, Kıbrıs’ ta okuma hayalleri, ordaki barlardan daha çok para kazanma hayalleri, gelsin kızlar, gitsin boş bardaklar… off off… orda herşey kurulmuş beni bekliyordu resmen! Bardan kovulunca, arkadaşlarıma istifa ettiğimi söyledim sadece. İçtiğim içkiler ve kırdığım bardaklar, son günkü yevmiyeme mal olmuştu. Ne kıbrıs parasını, ne de aylık giderimi toplayabilmiştim. Pılımı pırtımı toplayıp memlekete döndüğümde herkes benden anlatacak birşey bekliyordu. Söylenmesi gereken yalanları söyleyip yatağa uzandığımda, taksitleri ödenmemiş bir dizüstü ve parası ödenmemiş bir sigarayla nasıl bir başlangıç yapılacağı üstüne düşündüm. Kaçma hayallerim tek başına da değildi artık. Çift biletin çekmecemde olması da yeterli değildi. Kumbaramı satsam… diye kendimle dalga edercesine başladım içimden cümleye. Sahibinden satılık kumbara!Hayatımın en uzun kelimesiydi, o soruya verdiğim yanıt. İçinde bolca i harfi vardı. Hepsini, işe başvurmadan bir gün önce, kumbarayı sallayıp içinden çıkardım. Paradan sıfırları atar gibi, kumbaradan da 6 ya da 7 tane i harfi attım. Kadının gözlerinin içine baktığımda işi kaybettiğimi anlamıştım zaten. Ama neleri kazandığımın farkına varmam yıllarımı aldı. O bankada çalışsaydım, bunları yazamayacaktım, i harfinden kurtulamayacaktım. Daha az i harfi, daha az cümle işimi görmeye yetti. Yeni kelimeler öğrendikçe hayatım değişti. Odama giren her yeni kelime, o boktan, ucube televizyondan değerliydi. Televizyonun içini boşaltıp kitaplık yaptığımda, odanın havası değişti resmen. Burnumu donduran rutubeti, vücudu okşayan serinliğe döndü. Ve o çekmecede bekleyen biletler, boş paketler, sahibinden satılık kumbara… hepsi, benim iş arkadaşlarım oldu.-İlker Bey, bize biraz kendinizi tanıtır mısınız?Askerliğimi yapmadım. Okulu da yarım bıraktım haliyle. Mezun olduktan sonra, benim gibi okuduğu şehrin gelişimi için borç harçla topladığı paraları çarçur edecek insanlar yetiştirmek istemedim. Formasyon eğitimi almadım. Öğrenim kredisini geri ödeyebilmek için işe başvuruyorum yani hiçbir kariyer hedefim yok, sadece para amaçlı. Yabancı dilim yok ve sigara kullanıyorum. Referansım da yok, zamanında kovulduğum barda bir tanıdığım var ama onu arayacağınız saatlerde büyük ihtimal sızmış olur, söyleyim de kontörleriniz boşa gitmesin. Gerçi sohbeti hoş adamdır, dara düşerseniz arayın, birayı da adımı söylerseniz bedava içersiniz, size referans olurum bu konuda. Herhangi bir bilgisayar ya da ofis aracı deneyimim yok. İşin aslı, o çok aradığınız kriterler olan bilgisayar ve yabancı dilin ta götüne koyum! Becere de bilseydim eğer, kısa zaman sonra benden daha fazla dil ve program kullanmayı bilen birini işe alırdınız hem. Ehliyetim yok, telefon, televizyon gibi şeyleri kullanmayı da sevmiyorum. Aslında ben işe de başvurmayı düşünmüyorum artık. Yeterince tanıttığımı düşünüyorum kendimi. Son olarak sizin hakkınızdaki görüşümü söylemek istiyorum, Şükran Hanım. Ne benim gibi paramparçasınız ne de benim gibi olacak kadar parçalanacaksınız, güzelliğinize ve kıyafetinize bakılırsa harbiden sağlam parçasınız. Hayatımdaki tüm parçaları birleştirsem sizi oluşturamam yahu! İş, yemek, ticketlar, sodexholar, servis imkanı ve gün gelecek belki paliolar, passatlar, telefon bankacılığı derken çağrı merkezi eğitmenliği, primden kazandığınız tatiller ve benim kredi kartlarıma ödeme yapamadığım meblağlarla yaptığınız miles&miles karşılığı beleş uçak yolculukları… inanın kömür verseniz oyumu size verecek kadar benden daha fazla din ve dil bilgisi sahibisiniz. Bu benim cahilliğim de değil lütfen, biz babadan alıştık bu şeylere. Zamlara alışkın bir aileden geliyorum bu arada, size ailemi anlatmadım özür dilerim. Nihayetinde, bu iş başvurusunu istediğiniz pozisyona hiç uygun olmadığımı belirtmek üzere yaptım. Size bol şanslar…-İiiiiiiii!!! İlker Bey…