bildirgec.org

wurgun5

11 yıl önce üye olmuş, 20 yazı yazmış. 1 yorum yazmış.

“Çeteler” tasfiye olmaktan kurtulamayacak

wurgun5 | 03 June 2006 14:02

susurluk dönüm noktasıydı (görüntüde sadece)
susurluk dönüm noktasıydı (görüntüde sadece)

Bir Çete Daha Derken

“Atabeyler” çıkarıldı ortaya. Emin olmalıyız ki, daha da çok çıkacak. Doğrusu, gönül isterdi ki, bu çetelerin tüm secereleri dökülsün ortaya. Kimlere haraç verdiler ve kimlerden aldılar yetim haklarını, hangi kirli işleri gizlemek için hangi temiz işler yaptılar. Hangi adaletsizlikten paylanmak için ne tür “raconlar” kestiler. Nedense, bu tip çetelerin ellerinden, ağızlarından Türk Bayrağı, vatan, millet, düşmez. Ve nedense bu ülkeyi yabancı çete, lobi ya da gizli servislere, nasıl da hayasızca satmaya çalıştıkları çok açık hale gelir birden. Daha da çok çıkacak çeteler. Tesadüfi değil elbet bu. Türkiye’de ve Dünyada hareket edenlerin ve etmek işteyenlerin artık bunlara ihtiyacı yok. Ve sadece ülkemizde değil tüm dünyada bir on yıldır, pastadan ve iktidar paylarından tasfiye ediliyorlar. Kimse artık bu çetelerle yaşamı paylaşmak istemiyor. Kendilerine bırakılan paylara razı olan çeteciler, işadamları olup ufak ufak devam ediyorlar hayatlarına, Razı olmayanlar, karşıdakileri zorlamak ve daha fazla pay alabilmek için eyleme yöneliyorlar. Ama malesef dünya gibi bizim ülkemizde değişiyor. Yanlış zamanda, yanlış yerde, yanlış bir tarzla, varlığını istediği gibi sürdürmeye yönelenler tasfiye olmaktan kurtulamayacaklar.

Korkunun Ecele Faydası Yok

wurgun5 | 03 June 2006 13:31

bu dünyaya verdiğin kadarını alırsın
bu dünyaya verdiğin kadarını alırsın

Korkunun Ecele Faydası Yok

İliklerimize kadar kuşatıldığımız, kabullendiğimiz şey aslında “daha iyisi yok”un aldatıcı dünyasıdır. Çünkü “iyiliğin” dünyasının kurulamayacağını da öğrendik. Tüm toplumsal deneyimler ve kalkışmalar hayal kırıklığıyla sonuçlandıkça tüm dünyada bu sistemi biraz daha kutsadık. Tek ve gerçek, üstelik en iyi ve akılcı olanın bugün yaşadığımız dünya olduğuna inanmaya başladığımızda, düşlerimizin peşinde ömür tüketmekten vazgeçip, bugüne ait ne varsa onu içselleştirdik. Başka alternatifin olmadığına inanmak, önündeki seçeneğin tüm kurum ve kurallarına bağlanmak anlamına gelir.

Milli Eğitim Bakanlığı söylüyor ama…..’!!!

wurgun5 | 02 June 2006 19:28

bir zamanlar yoksul ve dul bir kadın vardı masalından
bir zamanlar yoksul ve dul bir kadın vardı masalından

Milli Eğitim Bakanlığı ve Okullarda Kayıt Parası

Hani, okullarda kayıt paraları alınmıyordu. Hani, her şey çok sıkı kontrol ediliyordu. Malesef bugün iki çocuk için 300 YTL verdim. Doğrusunu isterseniz itiraz bile edemedim. En fazla miktarına itiraz edebildim.400 den 300 e düştüler. İki çocuk olduğu için. Ana okulu üstelik. Okul Aile Birliği kararıymış. Böylece yasal yaptırımdam da kurtulmuş mu oluyorlar acaba.Niye itiraz edilemiyor biliyormusunuz. Zaten okul az ve çocuk çok ya. İşlemlerinde bir terslik çıkarırlar. Sana ya da çocuğa eziyet olur korkusundan. Yoksa, hiç de rahatça o parayı verebilecek durumda değilim. Bir de artık bu paraların rüşvet olarak gitmediği inancı hakim. Gerçekten de, hükümetlerin eğitime ayırdığı pay her zaman çok az olmuştur. Ve okullar gerçekten de zor durumda eğitim yaparlar. Hatta bazen yakacak parasını bile veliler toplar. İçimden “ama böyle gitmeyecek” diye bir ses yükseliyor. Bakalım nereye kadar…..

Birleşmiş Milletler anladı sıra bizde

wurgun5 | 01 June 2006 12:01

mesneviyi anlamak yaşamın sırrına ermektir
mesneviyi anlamak yaşamın sırrına ermektir

Mevlana, Mesnevi ve Sema

Birleşmiş Milletler (BM) Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü olan UNESCO, mevlevi sema ayinini evrensel değer olarak kabul edip korunmasına ve geliştirilmesine yönelik kararlar aldı. Dileyelim ki, bu karar ,ülkemizde, semanın ve mevleviliğin, şekilsel taklitçiliğini geliştirmekten ziyade, özünün anlaşılmasına katkıda bulunur. Mevlana’nın en önemli eseri Mesnevidir. Şiirleri, Divan-ı Kebir, Rubailer elbetteki çok önemli ama gerel semanın gerekse de mevleviliğin genel felsefesi Mesnevi’de içkindir. Mevlana ve eserlerine bakılırken, ideolojik olmanın ötesine geçilmelidir. Ve biçimlere, kavramlara takılmadan anlaşılmalıdır. Gerçekten de, tüm dünyada en gelişkin toplum ve kültürlerde ortaya çıkmış bir canlı yaşam sevgisi ve yaşamın her zerresiyle yoldaşlaşma perspektifinin tüm boyutlarına rastlamak mümkündür Mevlana’da. Varlığın her anı ve her boyutuyla uyumlanabilme, evrenin hareketine, aynı ahenkle cevap verebilme gayretidir sema.

Çember daralıyor, tecrübe masumiyeti öldürüyor…!!!

wurgun5 | 01 June 2006 00:15

Çember daralıyor…tecrübe, masumiyeti öldürüyor…

tecrübe masumiyeti öldürüyor
tecrübe masumiyeti öldürüyor

Gündelik hayatımızda attığımız her adım, kurduğumuz her ilişki bize bir ders veriyor. Ve bu dersler birike birike hayat tecrübeleri haline geliyor. Yaşanmış her hikayenin sonunda elimizde kalanlara bakıp, buradan dersler çıkarıyoruz. Bunlar ise bildiğimiz ve anladığımız kadarıyla, bundan sonra hayata doğru atacağımız her adımın niteliğini belirliyor. Bu anlamıyla da en tecrübesiz halimiz en masum çağlarımıza denk düşüyor. Tecrübe; insana ve yaşama dair biriktirdiklerimiz, masumiyeti öldürüyor. Önyargısız ve savunma kalkanları olmadan hayat, bir ihanetler toplamı haline geliyor. İnsanın, yaşamın her alanında kendini korumaya çalışması, insana karşı mevziler kurması anlaşılır hale geliyor. Ama hayat burada da durmuyor ve akıyor. Çünkü öğreteceği çok şey var. Savunma hatları fırsatını bulduğu anda saldırı hatları haline geliyor. Bu yolculuk sürerken insan “meşruiyetini” hiç kaybetmiyor. Çünkü hayat bu; öğretiyor, onu aşamadığımız, ona öğretemediğimiz andan itibaren, önünde saygıya durmaktan başka seçeneğimiz kalmıyor. Bu yolculuğa direnenler, rotasını başka yöne çevirenler, hayatla inatlaşanlar, ona rağmen yaşamayı deneyenler, bir tür “kaybeden” muamelesi görüyor. Sanki tüm toplum “dersini almamışları” tuhaf bir kaygıyla izliyor. Çünkü onlar hayatın vicdanı ve aynası işlevini görüyor. Onları kategorize etmek mümkün olmadığı oranda yapay karşıtlıklar yaratılarak, vicdanlar soğutuluyor. Bu tip bir “düşmüşlük/düşmemişlik” durumu pek kabul görmüyor. Çünkü anlaşılır değil, hayat, kendimiz gibi olmayanları anlama yeteneğini de kazandırmadığı için, hayatı anlayamayan ve anlamlandırmayanın biz değil, karşımızdaki olduğuna duyduğumuz derin güvenle sürekli birilerinin düşmesini bekliyoruz. Çünkü o düştüğünde “kazananların” tarafında olduğumuz bir kez daha doğrulanacak. Leş yiyicilik de hayatın öğrettiği bir şey. Ama doğanın bir dengesi var, vahşilik bir taraftan pervasızca yükselirken, diğer taraftan tüm insanlık tarihinin yarattığı ve biriktirdiği değerler, hayatın omurgasında sağlam bir yer tutuyor. Ayakta durmayı ve sürekliliği sağlıyor. Hayatın kendi bütünlüğü ve iç dengesi sağlanıyor. Bugünün “kaybedenleri” biliyor ki, bu değerlerin tek başına yaratıcısı değil ama aktarıcıları, tarihin “kaybedenleridir” Yaratıcılık tüm insanlığın ortak değeridir, yaratılanlar tüm insanlığa aittir. Bu yüzden de herkesin yaşamında iyi kötü bir yerlere tekabül eder. Ama sistemin içinde etki ve hareket gücümüz arttıkça ya da hedefimiz bu olduğunda, duruş noktalarımız olan değerlerimizin de altı oyulmaya başlanıyor. Çünkü “gerçeklerin” dünyasında hem iş yapmıyor, hem de çocuksu kalıyorlar. Sistem bize göz kırptıkça, değersizleşmeyi normalleştiriyoruz. Çünkü gerçek kayıplar maddi olanlardır. Bu tecrübeler biriktikçe, çember daralır. Üretmek, biriktirmek, bugünkü hayatı sürdürmek için “ne gerekiyorsa” anlamına gelir. Her adımda kaybettiklerimiz, kazandıklarımızı aşar ama zaten artık kayıp ve kazanç kavramları da ters yüz edilmiştir…!!!

Endenozya’daki deprem ve Gölcük’teki hırsızlar

wurgun5 | 30 May 2006 15:51

14 bin adadan oluşan Endenozya’daki depremde 4.500 ölü 20 bin yaralı ile ilk hafta geçiyor. Orada ki trajediyi anlamak için bir depremi görmek ve yaşamak gerekmiyor elbette. Ama detay diye atlayabileceğiniz bir şey bile, aslında, tam da ordaki insanların yaşamını ve kaygılarına anlatan temel konu olabiliyor.Marmara depreminde, ikinci gün, Gölcük’de kurtarma çalışmalarına katıldım. Gece yarısı, ilk bir kaç saat binaların ve cesetlerin korkunç halinin şoku ve bir şeyler yapabilmenin heyecanıyla geçmişti. Ancak, daha sonra, gönüllülerle beraber dolaşan ancak cesetlerin üstlerini yada çantaları, eşyaları karıştıran kadın ve erkeklere tanık oldum. Profesyonel hırsız olduklarını anladığımızda gerekenleri yaptık tabi…! Ancak, öyle bir anda, öyle bir yerde, özellikle hırsızlık yapmak için oraya gelmiş olmak bile dehşet verici gelmişti bana. Şimdi benzerleri Java Adası’nda yaşanıyordur. Kimbilir, kaçımız hazırlıklıyız İstanbul depremine. Bu konuda belediyelerin, gönüllü teşkilatların çabaları insanın alnını ağartıyor. Hala yapılabileceklerin başında olmak ise ürkünç geliyor bana. Herkese geçmiş olsun. Size depremin olduğu Java adasından deprem olmadığı bir andaki görüntü aktarıyorum.

depremden önce java
depremden önce java

Yahoo’da alt domain sorunu

wurgun5 | 29 May 2006 01:20

Yahoo’da bir site yapıyorum. Yüze yakın alt domain hakkım var. Ancak, sanırım cahillikten kaynaklı bir hata yapıyorum. Ya da Yahoo’da alt domain sistemi öyledir. Alt domain yarat dediğimde karşıma bir bölüm açılıyor. Alt domainin ismini yazıyorum ve bir folder seçmemi istiyor. Daha önce yarattığım bir alt folderı işaretlediğimde işlem bitiyor. Ancak sonuç şu. Alt domainle birlikte tam adresi yazıp enter yaptığımda, işaretlediğim folder içindeki dosyalar görülüyor. Onlara basarsan alt domaine girebiliyorsun. Ama bu saçmalık değilmi. Bu konuda bilgisi ya da benzer bir deneyimi olan bir arkadaş sorumu cevaplarsa sevinirim. Ben istiyorum ki, alt domainle birlikte tam adresi yazdığımda, sitenin ilgili sayfasının açılsın. Bunu nasıl yapabilirim.

Hayatı kazanmak gerek

wurgun5 | 28 May 2006 17:37

Hayatı Kazanmak Gerek: Değerleri Kurumsallaştırmalı

Kurum ve değer kavramları yan yana geldiğinde itici duruyor. Sanki biri maddi bir şeyi, diğeri daha içsel bir şeyi temsil ediyor gibi görünüyor. Biri iç dünyamıza, diğeri dış dünyaya ait gibi.

Yaşanan hayat bize ikisini birbirine karıştırmamayı daha çocukluğumuzdan itibaren öğretiyor. İşin, başka bir yerde, dostluğun, başka bir yerde durması gerektiği fikri kafalarımıza bir hayat tecrübesi olarak kazınıyor. İş, bazen bir sosyal teşkilat olur, bazen bir fabrika; kural değişmez, değerler ve duygular subjektiftir, profesyonelliği engeller. İnsanların kafasında yaşam parçalanmıştır, ve iş “kirliliğin serbest olabileceği” bir şey olarak bir yerde durur ve piyasanın kurallarıyla yürütülürken, dostluk daha özel bir alan olarak başka bir yerde durur. Çünkü değer denen şey, kişiseldir ve iş yaşamının vahşiliği ve acımasızlığı karşısında bir zemin, bir duruş noktası olmasının sözü bile edilemez. İkisinin birbirini tamamlayarak sahici bir bütünsel yaşama erişilebileceği düşünülmez. İnsani olan bütün değerleri, bir perspektif düzeyinde kurup, özel alan, kamusal alan ayrımı yapmaksızın, topyekün bir yaşamın toprağı haline getirmeden, örneğin, dayanışmadan nasıl söz edebiliriz. Dayanışmayı, bir özel alana, kişisel bir tercihe ve iradeye indirgersek, hayat bizi hep aynı yere çıkartır. Kişisel iyi niyetlerimiz, hep aynı çıkışsızlıkla, bize yeni hayat dersleri olarak geri döner: “İnsanlara güvenmeyeceksin, acımayacaksın, hak ettiğinden fazlasını vermeyeceksin” Bunlar anlaşılır ama kabul edilemez hayal kırıklıklarının tezahürleridir. Kişisel iyi niyetler değişime uğramadığı takdirde, değerlerimiz bu sistemlerin vahşiliği karşısında kaybetmeye mahkum olur (mu).

Yargıtay baskını ve borsadan beş milyar dolarını çekenler

wurgun5 | 28 May 2006 00:09

Yargıtay baskınıyla ilgili son olayları izlerken, bu tür olayların, yakın tarihimizde bir çok benzerini hatırlamaktan dolayı çok da kaygılanmadım. Aynı haberde, yargıtayın son aldığı kararı da veriyordu. Kadın öğretmen okulda değil sokakta da türban takamayacaktı. Gelenek olarak, bu tür bir eğilimle gönül bağım olmamasına rağmen “insanların üzerine bu kadar giderseniz olacak olan buydu” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Ancak, bir kaç saniye sonra yakalanan kişinin özelliklerini açıklamaya başladıklarında, “bu, tamamıyla gizli servis ya da ulusötesi lobilerin tezgahı” diye teşhisimi de koymuştum. Son zamanlarda ülkemizde estirilen provakatif olaylarla bir bağı vardı ya da yoktu. Ama nedense, benim aklıma, borsadan beş milyar dolarını çekenler geldi. Şunlar, bir araştırılsa, belki de altından, hem ekonomik hem politik ve hemde sosyal provakasyonlar yapan bir ulusötesi teşkilat çıkacaktır. Türkiye de böyle komplo teorileri ile düşünmek, hala modası geçmiş hale gelmedi. Ancak ben umutluyum. Ülkemizde de bir gün gelecek ve spekülasyonların, provakasyonların, komplocu zihniyetlerimizin ötesine geçilecek. Felaket tellallarına kulak asmamakta ve güzel işler yapmaya devam etmekte fayda var. Ve illah ki, umud etmekten vazgeçmemek.

başka bir dünyanın hikayesiydi bu

wurgun5 | 25 May 2006 16:37

Başka bir dünyanın hikayesiydi bu…

“Bütün aşklarda sınanmadan sevdana sevda demeyeceğim”

“Bin yılına tanık oldum Güneyin. Yaralı ve yorgunken yakaladı zaman beni. Her şey değişiyor. Her şey yeni baştan yıkılıyor ve kuruluyordu. Karanlığın güçleri dışında,
kimse ama hiç kimse hazır değildi ; ne yıkmaya ve yıkılmaya ne de kurmaya ve kurulmaya” demişti Tanrıça

Tarihin başlangıcı ve bitişine inanılmayan zamanlarda yaşıyorlardı. Sadece zaman vardı; nadiren iyi ve genellikle kötü zaman.

“Brahm aşkına Zena ” diye haykırmıştı savaşçı ve bütün hikaye böyle başladı.