bildirgec.org

uyusuk kedi

11 yıl önce üye olmuş, 6 yazı yazmış. 3 yorum yazmış.

bölüm 3: ormanda ki ev…

uyusuk kedi | 13 January 2012 17:07

sonuda… bütün günüm neredeyse ormanda yürüyerek geçti. bu kadar uzak olduğunu bileseydim kendimi sırtında taşıtırdım.
vouvvv ev gerçekten güzelmiş. tek katlı, filmlerden forlamış gibi. kendime bir ev hayal etsem bu kadar güzel olmazdı heralde. evin kapısı evin giriş kısmının solunda. kapının yanında da kocaman 3bölmeli bir pencere var. etrafındaki ağaçlar sanki evi korumak istiyormuş gibi evin üstünü kapatmış am yinede güneş ışığını engellemiyor. tamam şimdi kapıya iyice yaklaştık. içeri girme konusunda aslında hala tereddütlerim var. kim olsa tereddüt eder aslında. ormanın ortasında tek başına bu evde yaşayan adamın arkasından bu eve girme fikri..tamam sakin olmalıyım. sonuçta bu adam benim sorunuma cevap olabilir.
kapıyı açıyor. nedense evden birşeyler fırlayacak gibi hissediyorum…kapıyı açtı açmasına da kilit yok mu bu kapıda. yani nasıl bir evin kapısında kilit olmaz ki? anahtar da kullanmadı. sadece kapıyı iktirdi. ooo içerden harika kokular geliyor. bu tam…tam da taze pişmiş etin kokusu…biraz da baharatlandırılmış… çok lezzetli kokuyor. aferin bana, etin kokusunu duyunca herşeyi unuttum. içeri girsem iyi olacak artık sanırım, adam içeri çoktan girdi bile. sakin sakin kapıdan içeri adım atıyorum.
evin içi de oldukça güzelmiş. açıkçası şaşırdım. bu kadar güzel olmasını beklemiyordum. kapıdan girdikten sonra tam karşımda yukarı çıkan bir merdiven var. merdiven mi bu ev tek katlı değil miydi?? kapının solunda, pencerenin önünde kocaman bir oturma grubu var, çok rahat görünüyor. oturma grubunun ortasında da şömine. hemde minicik. zaten bu kadar küçük bir evi de ısıtmaya yeter. sol çaprazdaki kapının arkasında banyo olmalı. merdivenin altında da açık mutfak. gerçekten harika bir ev. ama aklım merdivenlere takıldı. adam mutfak kısmına geçti bile. ben evi garip bakışlarla incelerken o elinde iki kahve fincanıyla geliyor.
ben: ” sanırım teşekkürler”
adam: ” afiyet olsun…”
kahvem sütlü ve iki şekerli… harika tam sevdiğim gibi..Evet tam sevdiğim gibi ve bu adam bunu nerden biliyor? sanırım yüzümdeki ” bu gerçekten harika ama nasıl” anlamındaki şaşkın bakışı farketmiş olacak.

bölüm 2: ve gün başlıyor…

uyusuk kedi | 13 January 2012 09:51

tamam…bütün bunları biyerlere yazdıktan sonra yazdıklarımı da biyerlere saklamam gerek. e bu eve de saklayamayacağıma göre… boşversem iyi olacak.
bugün biraz daha uzaklara gitmeye karar verdim… ne bileyim, bu mahalleden biraz daha uzaklaşıp ağaçlık bir yerlere gideyim. hatta bugün aramaktan vazgeçip biraz keyif yapayım… zaten ne aramam gerektiğinide bilmiyorum ya. geçenlerde prensin telefonda arkadaşlarına bahsettiği ormanlık bir alan vardı, buraya da yakın. oraya gitsem… ya düşünme fazla kızım, hadi çık kapıdan… üstünü değiştirmek, süslenmek gibi dertlerin yok nasılsa. yanlız anlamadığım hala nasıl karnım acıkabiliyor…???yani saçmalığın daniskası bu,seni kimse görmüyor, sen kimseye dokunmuyorsun (tamam bunu hiç denemediğim için böyle), ama uyuyorsun ve acıkıyorsun… şimdiye kadar yediğim şeyleri düşününce… kesin yediklerimin nereye gittiğini merak edenler şaşkına dönüyorlardır.
aaaaayyy… çıkmalıyım artık… sıkıldım evden…
…………………………..
evet… orman… ağaçlar, kuşlar, insanların bıraktığı çöpler (harika)… bu kadar zaman neden buraya gelmedim acaba? ahh gerçekten çok güzel. işin güzel yanı, kaybolmak gibi bir derdim de yok. yada yaralanmak gibi bir derdm.. yoksa var mı? yani şimdiye kadar yaralanmama sebep olacak birşey başıma gelmedi, benim de bunu öğrenmek için kendimi yaralamaya çalışmak gibi bir derdim yok. ozaman umuyorum ki yaralanmıyorumdur. hahah gerçekten çok kötü olmasına rağmen acaip komik bir durum bu… neredeyse 45dakikadır geziyorum.. ahh hava ne kadar harika. insanın içini rahatlatıyor. biraz oturacak bir yer bulsam…mmm… burası güzel, güneş direk olarak gelmiyor ama tamamen gölge de değil. ve en güzeli yeşil otlarla kaplı. dolaşmaktan yorulmuşum biraz. yorulmuşum… yorulmak… yorulduğuma göre hissediyorum ve hala bir vücudum var demektir. yani yaşıyor muyum? yok, yaşamıyorsam neden hissediyorum böyle şeyleri.. oofff tamam tamam şimdi bunları düşünmenin sırası değil. zaten daha önce de düşündüm de noldu, kafayı yiyordum az daha. şimdi keyif zamanı… mmm, evet hava harika. güneş dalların ve yapraklarım arasında süzülüyor. etrafta garip bir ama çok hoş bir koku var. öyle çok sıcak falan da değil. kollarımı ve bacaklarımı da uzattım. sanki bütün yorgunluk vücudumdan yavaşça emiliyor gibi. uykum da geliyor. esnemeye de başladım. haha galiba biraz uyuyacağım burda. zaten gözlerim, beni dinlemeden kapanıyor. uykulu haldeyken etraf daha farklı sanki. dalların renkleri daha açık kahve, yapraklar daha canlı yeşil ve parlak. hatta orada biri var galiba… evet, ormanda dolaşmaya çıkan tek ben değilim galiba. hava güzel olunca herkes dışarı çıkmış. yaklaşıyor bu tarafa doğru. aman boşver, zaten benim farkıma bile varmayacak… ve geliyorum uyku 8)
………….

bölüm 1: devam

uyusuk kedi | 11 January 2012 09:56

beklemek ne kadar sıkıcı birşey. bir insan banyoda ne kadar uzun kalabilir ki… hadi çık artık.
….
sonunda…. balıkları beslemeyi unutmuşsun yine. ölecek hayvancıklar. zaten 10tane balık arasından kala kala 3 tane kaldılar. açlıktan birbirlerini yiyecek dayanıyorlar. ıyykkk…. düşüncesi bile kötü.
eee bugün cumartesi olduğuna göre, sende böyle rahat giyindiğine göre nereye gidiyoruz? hahahh, yada nereye gidiyorsun da ben sana takılıyorum mu desedim… mmm…sanırım bugün seni kendi haline bırakıcam. zira bulmam gereken birşeyler var ve evet ne aradığım konusunda en ufak bir fikrim bile yok. yani kaç tane insan benim durumumdadır ki…düşüneyim…SADECE BEN… ve bu beni artık delirtmeye başladı.
evet prens hazretleri – bunu her söylediğimde gülesim geliyor – sen gezmeye, ben araştırmaya…balıklar, biz yada en azından prens gelene kadar dayanın… aklına gelirse size yem verebilir.
bugün nerden başlasam acaba. yine sokak sokak dolaşmak istemiyorum. bu çok yorucu ve sıkıcı oluyor. tamam, düşüneyim öyleyse. neler hatırlıyorum, neler biliyorum.mmm… 1) kocaman bir ışık topu. ışık topu diyorum çünkü o bir toptu. ışık hüzmesi vs..falan değildi. bildiğin toptu işte. kocaman, yuvarlak, beni yutacak kadar kocaman… 2) karanlık…hani resim kağıdını siyah pastel boyayla boyarsınız ya. o kadar karanlıktı. ne olduğunu bilmiyorum ama ışık topundan daha büyüktü. 3) prens… her sabah burda, onun evinde uyanıyorum. farklı yerlerde uyusamda sonunda gözlerimi burda açıyorum. bu ev mi önemli olan yoksa prens mi bilmiyorum. ama artık sabahları nerde uyanıcam diye bi derdim yok. 4) hayvanlarrr….onlar ben, görebiliyor ve duyabiliyor. onlara herzaman olmasada dokunabiliyorum. enteresan olan şeyde her birinin içinde farklı renkte ışık dalgaları var. bu nedemek yada o ışık dalgaları ne hiç bilmiyorum. 5) kendimi hatırlıyorum. evet, kendine gülebilirsin bayan çok bilmiş. kim kendini hatırlamaz ki, değil mi? ama böyle garip bi durum içinde olunca kendimi hatırlamak bile benim için önemli dir durum. 6) bu durumda olduğumdan beri, neredeyse bütün mahalleyi öğrendim. nermin teyze, mehmet amca, mehmet amcanın kızı zehra, aşağıdaki bakkaldan tut köşedeki ayakkabı tamircisine kadar herkesin hayatını anlatabilirim… ve ne yazık ki hiçbiri beni tanımıyor. 7) şimdiye kadar hiçbir insana dokunmayı denemedim. neden mi, korkumdan… ya dokunamazsam??? peki ya dokunursam??? paniği düşünebiliyor musun, bişeyler yada birileri sana dokunuyor ama sen onu göremiyorsun. ben delirirdim diymiycem, çünkü bu durumdayken bile hala aklımı anlayamadığım bir şeklilde koruyorum. hah. bundan da şüphe duymaya başladım. baksana kendi kendimle konuşuyorum.
bütün bunları bir yere yazsam mı acaba? mmm…

bölüm 1: sıradan bir sabah daha…

uyusuk kedi | 10 January 2012 18:42

gözlerimi açmam gerek. sabah olmuş. güneş ışığı kapalı panjurun arasından inatla gözümü hedef alıyor. aslında gözlerimi açmama neden gerek var güneş doğduysa, anlamıyorum. zaten güneş ışıkları geçip içimden gidiyor. o kalktı çoktan…ben daha gözlerimi açmaya karar veren kadar o çoktan kalktı. banyodan duşun ve onun sesi geliyor. büyük ihtimalle sıcacık suyun altında bağıra bağıra şarkı söylerken traş oluyor. her zaman yapar bunu… her sabah tertemiz suyla güne başlar. yataktan zorla atıyorum kendimi. oda hala yeterince aydınlanmadı… nasıl aydınlansın ki, panjurları açmadan girdi banyoya. sanırım panjurlarla onun ilgilenmesini beklemeliyim…yine…sonuçta benim yapabileceğim birşey değil. işte banyodan çıkıyor…ıslığını duyuyorum…aaaa…bu melodiyi hatırlıyorum. takıntılı halde izlediğim kore dizilerinin birinde bu melodi vardı…okadar çok anlatmıştım ki ona, sonunda o da izlemek zorunda kaldı benimle beraber. bu melido hem içimi canlandırıyor hemde dindiriyor…
yataktan çıkma vakti…yoksa birazdan yağatı ben yataktayken toplayacak ve o koca örtünün altında kalacağım.
mutfaktan da mis gibi kahve kokusu geliyor. sanırım ben yatakta tembellik yaparken o banyoya girmeden mutfağa girip kahveyi hazırlamış bile. gidip bir baksam iyi olacak, acaba oldu mu? o ne giyeceğine karar verene kadar ben de kahve kokusunun keyfini çıkarayım.
mutfağın haline bak. dünden kalan tencereler lavabonun ortasında içi su dolu bir halde bana bakıyorlar…”artık biri bizi yıkasın, dayanamıyorum boğulucam” der gibiler… üzgünüm tencereler, benden size hayır yok…en azından tabakları bulaşık makinasına yerleştirmiş… çöpleri de dışarı çıkarmış. güzel, en azından biraz daha az iş var. işte prensim geliyor.kot pantolon ve tshirt mü? işe gitmiyor mu? bugün günlerden neydi????

Fyling Bach…

uyusuk kedi | 06 January 2012 16:09

Flying Steps yada Flying Bach…

2011 yılında İzmir’de tanıştım onlarla. Aslında oldukça ünlülermiş. Sokak dansını ve klasik müziğin dehalarından birini, Bach’ı bir araya getirmişler. Klasik müzik ve sokak dansı…?? Evet, biliyorum, insan ilk duyduğunda hem merak ediyor hem de garip hissediyor. Aklıma sokak dansı denildiğinde genelde Türkiye’de olmasa da filmlerde gördüğüm yolun ortasında müzik eşliğinde enteresan akrobatik hareketler yapan, canlı, estetik, biraz isyankar ve delidolu dans aklıma gelir benim. Klasik müzik mi…? Açıkçası şimdiye kadar çok ilgili çekti diyemem. Şimdiye kadar…
2011 yılı Kasım ayında internette sitelerde dolaşırken İzmir’de yapılacak bir gösteri dikkatimi çekti. Merakıma yenildim, detaylarını öğrenmek için gösterinin linkini tıkladım. Sitede dolaştıkça daha çok merak ettim ve hayran kaldım. Filmlerde izledikçe hayran kaldığım gösteriler şimdi bir bilet uzağımdaydı…
Flying Bach, İzmir’deymiş.Flying Bach klasik müzik ve sokak dansını bir araya getirmiş. Flying Steps grubu, 4 yıl arka arkaya breakdance şampiyonu olmuş bir grup. Berlin Neue Nationalgalerie’deki prömiyerlerinde beğeniyle karşılaşmış ve ünlü ECHO Klassik Sonderpreis 2010 ödülüne layık görülmüşler. Ve sonunda bu gösteri Avrupa Turu’na başlamış. Johann Sebastian Bach’ın Das Wohltemperierte Klavier eserini, nota nota, adım adım hayata geçirmişler. Düşündünüz mü hiç, eğer müzik görebileceğimiz birşey olsaydı, nasıl olurdu. Flying Steps buna cevap vermişler.Flying Steps kurucusu Vartan Bassil, Break Dance’ın temel olarak belirli bir ritme oturan dört adımdan oluştuğunu açıklamış. Ama klasik müziğin ritmi çok farklı olduğu için break dance adımlarında da değişiklik yapmaları gerekmiş ve break dance temelini oluşturan akrobasinin yanı sıra rol kabiliyetlerini de sınamışlar. Piyano tuşlarına eşlik eden baş dönüşleri, Bach’ın ritmine uyum sağlayan akrobatik hareketler…Ve sonunda kenilerini farklı bir dille anlatan Flying Bach ortaya çıkmış.
Sahnede sergiledikleri gösteriyi izlerken içinize dolan enerji kelimelerle anlatılamaz. Flying Steps ve ekibini bu harika göster için kutlamak istiyorum.

”pişmanlıklar” dizisi… izleyen var mı?

uyusuk kedi | 04 January 2012 12:04

yılbaşı öncesi, işyerinde masanın önünde oturuyorum… zaman geçmiyor… nette gezerken ”being erica” adlı diziyi keşfediyorum…
aslında ilk görüşte ” sıradan dizilerden ama olsun, zaman geçer” diye izlemeye başladım bu diziyi…Dizideki ana kahramanımız erica, geçmişteki pişmanlıklarını düzeltebilmek için zaman içinde yolculuk yapıyor. ama sadece sorunları hakkında konuşmak için gittiği psikoloğun kendisine verdiği not defterine yazdığı sorunlarıyla iglilenebiliyor… her bölümde hayatının pişmanlıklarını düzeltmeye çalışıyor.
bu diziyi izlemeye başladığımdan beri kendimi acaip kaptırdım. insanlar genelde dizileri çok eğlenceli, çok sürükleyici yada çok melankolik olduğu için severler. ama ben bu diziyi beni kendi geçmişime götürdüğü için seviyorum. dizinin taktiğini deneyip kendi pişmanlıklarımı dizinin karakteri gibi liste yapmayı denedim. 15 yaşımdan beri yaşadığım pişmanlıkların haddi hsabı yokmuş meğer. liste uzun mu uzun… çok geçmişe gitmeden özetle:19 yaşımda üniversiteye girmem, 20 yaşında ilk aşkım, 21-25 yaşlar arası üniversite hayatım ve arkadaşlarım, 25yaş mezun olmamla beraber eve geri dönüşüm ve sonrası anlamsız bir iş arama durumum. 27yaş babamla beraber çalışmaya başlamam…32, halen hayatımla ve kendimle ilgili karar verememem.pişman olmadığım, iyi ki yapmışım dediğim şeyler de var tabii ki. ama insan psikolojisi, genelde negatif olanı aklında tutuyor. geçmişe gidemeyeceğim yada sihirli değnekle değiştiremeyeceğim için, zamanı ve yaşananları aklımın arkasındaki ”unutma ama her an aklına getirmene de gerek yok yani” kutusuna attım. şimdiye odaklanmaya çalışıyorum. pişman olacağım şeyler yapmaya hala devam ediyorum. günlük hayatın getirdiklerinden yada çevremde olan insanların etkilerinden kurtulmak okadar kolay olmadığından ve biraz da hayatla yüzleşmeye korktuğumdan, hayalperest kişiliğimle pişmanlıklarımı ”unutma ama her an aklına getirmene de gerek yok yani” kutusuna tıkaladım 8) şimdiye nasıl mı odaklanıyorum… bunu keşfeder etmez yazarım size …

hayata gülüyorum,
uyuşukkedi