bildirgec.org

salom salomanje

11 yıl önce üye olmuş, 6 yazı yazmış. 8 yorum yazmış.

yastıkaltı altınları

salom salomanje | 23 April 2004 18:38

bütün suçu istanbul’a atıyorum ama sanırım nişantaşı’nın, emirgan’ın, beyoğlu’nun, hatta kadıköy’ün hiç mi hiç suçu yok. Parkorman’ı bile masum buluyorum. Kirpi logolu afişler falan. Ucuzundan bir elbise giyip Firuzağa’ya gidemiyorsam, suç ne Tophane’nin, ne de Üsküdar’ındır değil mi? Tek başıma sokağa çıkamaz olduysam, e etrafımda da bir tane insan bırakmadıysam AFM Fitaş ne yapsın canım? Bakırköy-Taksim dolmuşlarının ne suçu var hem? Gidip bir kitapçı bile dolaşamıyorsam, koskoca Literatür ayağıma mı gelsin canım? Hem Tünel niye yerin dibine batıyomuş? Yok annem yok, ben suçun kimde olduğunu biliyorum…

perili köşk

salom salomanje | 15 September 2003 21:27

Rehavet bir tembellik öyküsüdür. Yarın kaç saat uyuyacağımızı hesaplıyorsak bu, öleyazdığımızı gösterir. Ve bunu itiraf edebildiğimiz her sabah aynaya bakmak gereksizdir. Oysa daha gencizdir, dişlerimizi fırçalamadan yatsak da olur.

sur borusu

salom salomanje | 07 September 2003 20:37

Windows’un açılış sesidir. İki gün boyunca 80’leri dinlemek insanı yoruyormuş. Regresyon, analiz edilebilen bir sıkıntı olmayabilirmiş. Artık Fransız filmi seyretmek istemiyorum. Dublaj yanlış yapıyor, altyazı ise yoruyor.

lunatic good

salom salomanje | 05 September 2003 11:33

Ay büyürken zekamın arttığını, küçülürken duygusallaştığımı farkettim. Sinemaya gitmeyeli de aylar oluyor. Keza yazmayalı da. Ellerimi ısıtıyorum sadece.

ne duruyorsun helva yapsana

salom salomanje | 01 September 2003 23:46

Yemekler yapıldıktan sonra, yani yemek kitabı deyimiyle ateşten alındıktan sonra başka bir kaba konması yemeğin erken bozulmasını engeller. Kimyasal olarak açıklayamam bunu, annemden öğrendim. Asetonun kimyasal formülünü de şişenin üstünden.

sehpalarımız ve kanepelerimiz

salom salomanje | 30 August 2003 22:49

Mutfaklarımızın kalabalıksızlığı ve kalabalıksızlığın dil katli kategorisindeki yeri ve sığındığımız postmodern önemsizlikler üzerine… Hani her yere, Manisa kokulu her trene yetişirdik? Yalan. Yarısına kadar dolu, kahve fincanlarımız, o yarıya getirene kadar dilimizi yakan kahveyi içerken konuştuklarımız, yani dilimizi asıl yakanlar yalanladı işte gene her hii-kayeyi. yine de heyecanla parladı koca koca gözbebeklerimiz, bir sonraki geceye kadar. Yarı baygın uyandığımız ilişki ertesi sabahlarında “hani sen şövalyeydin?” diye kaç kere sorduk? Ey sevgili günlük, kaç? Bir çocuk annesinin parmağının, soğan doğrarken bıçakla kesildiğini görür ve sorar: “Hani sen anneydin?!”. Yaz yağmurunun hakkını veren şehirden geliyorum. Hikayelerim durgun.