bildirgec.org

plumprune

11 yıl önce üye olmuş, 90 yazı yazmış. 852 yorum yazmış.

Sevgili Günlük

plumprune | 24 March 2003 04:53

Internet neden güzel biliyor musun sevgili günlük? Ben biliyorum, kitabın bir bölümünü yırtıp, başka bir konunun ortasına referans olarak yapıştıramıyorsun, ama burada bu mümkün, hem kolay kaynakça, hem daha geniş hareket alanı.

Interneti seviyorum ben.

itiraf ediyorum, ben bir meleğim!

plumprune | 03 March 2003 16:06

Güzel bir bahar sabahı, iki köpeğim ve ben dışarı çıktık. Deniz manzarasına kendimi kaptırmış, köpeklerimin malum ihtiyaçlarını gidermelerini bekliyordum. Onlar da şen şakrak, kah sağa kah sola koşarak, her yere izlerini bırakıyorlardı. Kitty (kızım) zor beğenir, burnunu sokmadığı yer kalmaz, hanfendinin poposu çok değerlidir, her yere dışkı bırakmaz. Topiş (oğlum) tam bir serseridir, utanmasa beni de sınırlarına dahil etmek için bacağıma işeyebilir. Nitekim aklınca yastığıma işeyerek, kötü emellere sahip tüm köpekleri benim çevremden uzaklaştırmıştır. O bir kahramandır. Ona bu konu ile ilgili sakın sitemde bulunmayınız, inanın iyi niyetlidir. Kendisi bana defalarca bunu açıkladığı için, ben onun bu iyi niyetini memnuniyetle kabullenirim. Ancak en kısa zamanda yastığı değiştirir, sonra da hafif kaş çatarak, “ya gören olursa, anlamazlar ki” derim, o da anlar, bi süre dikenli tellerini yatağımdan uzak tutar.

Hayat Absürttür

plumprune | 27 February 2003 20:55

Hayat gerçekten çok absürd, bu yüzden de bununla ilgili bir yazı yazmaya karar verdim.

Her şeyden önce absürt’ün tanımıyla sanırım konuya girmeliyim: 20. yüzyılda ortaya çıkan, mantık zinciri doğrultusunda ilerlemeyen, tuhaflıklar tiyatrosudur

absürt. Basit bir örnekleme yapacak olursak eğer: sınıfta iki öğrenci arasında ağız dalaşı çıkması absürt değildir, ama bir öğrencinin birden takla atarak kapıya doğru ilerlemesi absürttür. Traji-komiktir absürt. Saçmalıklar arasında sıkışmış derin anlamlar içerir, ama ilk izlenim insana anlamsızlıklar dizisi gibi görünür. Her an her şey olabilir. Gariplikler birbirini takip ederken, her şey olabildiğine sıradan görünür. Bir odada geçer, sokakta geçer ama dekor genelde abartılı değildir. Her şey sadeleştirilmiştir, diyaloglar, karakterler… Ağdalı konuşmalara pek yer verilmez. Tekrarlar üzerine kurulu olduğu da söylenebilir. Sessizlik, duraklama belli başlı özellikleridir. Genelde karakterler arasında iletişim kopukluğu söz konusudur. Karakterlerden birisi diğerine göre daha seri düşünür ve konuşur, bu yüzden hep bir adım önde ilerler. Biraz daha yavaş işleyen beyniyle diğer karakter, sürekli aynı soruları yineler. Kafası hep bir yerlere takılı kalır. Kimi karakterler hayatlarının tüm sıkıntılarını ayakkabılarının ayağını sıkmasıyla açıklamaya çalışır. Ayakkabısı rahat olsa, aslında hayat da düzelecektir. Hızlı düşünme yetisine sahip olan karakter ise genelde sistemi sorgular. Ama bu hiçbir zaman, detaylı anlatımlarla olmaz. Çok basit gibi görünen sorular derin anlamlar içerir. Oyunun kaderi baştan çizilmiştir, pek çok şey darmadağın olacaktır. Ölüm, hayal kırıklığı, yabancılaşma hatta delirme gibi sonlar olağandır. Kimlik karmaşası içindeki karakterler, kim olduklarını, ne yaptıklarını ve ne için yaptıklarını sorgular durur. Samuel Beckett, Arthur Adamov,

Eugene Ionesco,

Jean Genet,

Harold Pinter, Edward Albee, bu türde eser veren belli başlı yazarlardandır. Martin Eslin bu tarza tanımlama koyan ilk eleştirmendir. Absürt kategorisine girebilecek özellikleri sıralamış, ancak başlarda pek çok çevrede tepkiler almıştır. Yayınlanan eserlerin içeriği ve onlara gösterilen ilgi sayesinde zamanla absürt, edebiyattaki yerini almış, kendini bir tür olarak kabul ettirmiştir. Ve şimdi de ben, hakkında bilgi sahibi olduğum bir iki yazardan bahsetmek istiyorum izninizle (izin vermeyenler artık okumayabilir):

başlık girmekten yana değilim!

plumprune | 26 February 2003 23:52

Ogrencilik ve universite ne guzelmis, ya da benim yasadigim yer ve zaman idealmis. Neden bilmem, aklima universite yillarim geldi birden. Ankara’da yasayanlar bilirler, 93 yili civarinda eryaman toplu konutlar tamamen ogrenci mekani olmustu. Ozgur bir yerlesim merkezi kurmustuk orada. Her binanin altinda iki ya da dort tane, kucucuk studyo daireler vardi, kimisi kotta, kimisi yerin altinda. Neredeyse bedavaya ogrencilere kiraya verilirdi. Zamanla bir iki derken, eryaman ogrenci kaynamaya basladi birden. Artik normal dairelerde de oturuyorduk. Fiyat da pek farkli degildi ustelik. Eryaman dagin basiydi, kim gelir otururdu zaten. Saatlerce Sihhiye’de, Ulus’ta otobus beklerdik, ama yine de cok eglenirdik. Cok degisikti ilk yillarinda eryaman; onbilmemkacli apartmanlarda her daire ogrenciydi. Ne gurultuden sikayet eden olurdu, ne besledigin evcil hayvandan ne de evine giren cikandan. Farkli bir hayat kurulmustu oraya, dokunamazdi, sizamazdi kesinlikle dis dunya. Otobus duraklarinin ozellikleri vardi, sofor de bilirdi. “Bu durakta binenlere satasilmaz, sosyal icerikli nutuk atarlar, tiyatro mu edebiyat mi ne okuyorlar.” Ya da: “Bunlar da pek cilgin, bulasma bunlara, madara ederler sonra” ve hatta: “Sinav zamani, dokunma onlara, ya cok streslidirler ya da uykusuz”. Duraklarda birbirimizi uyandirirdik: “Dil Tarih’e geldik, burada mi ineceksiniz?” Sokaklarda kesinlikle cop ya da kagit goremezdiniz. Hatta ben aylarca kagitlari felan ayirip copleri siniflandirdim. Bi gun kapici: “Abla, bosuna ayiriosun, ben onnarin hepsini birlestirip cope atiom.” dedi ve ben “amanin, ben bosuna mi?” diye kalakaldim. Yilmadim, gazeteleri yine ayirip, cop kutusunun yanina dizdim. Copculer n’apiordu bilmiyorum. Sonra zamanla hersey degisti. Politik ve ekonomik oyunlar oynanmaya basladi o ufacik eryaman cumhuriyetinde. Sokakta gitar calip sarki soyleyen ogrencilere “susun!” demeye basladilar, “bu bloklarda kopek beslenmez” dediler, “bekara ve ogrenciye ev vermeyiz” demeye baslayanlar da oldu elbet. Eryaman birden, yuz karasi, terbiyesizlik yuvasi, hemen kurtarilasi bir yere donustu. Ne sukur ki benim universite de bitti. Bilmiyorum simdi o kucuk cumhuriyet ne halde. Ama benim Ankara’ya dair en guzel anilarim eryamanda gecmistir. Zemin kattaki ogrencinin, siteye genel muzik yayini yaptigi, her sabah insanlarin birbirine gulumsedigi, otobus soforlerinin sahte pasolari bi bakista tanidigi, otostop duraklarinin oldugu eryamani ozledim. Kapilarimiz acik olurdu bazen, ya da mutlaka bi not: “15 numarali dairedeiz, sizi de bekleriz”

Üresek de mi yaşasak, üremeyip mi yaşlansak?

plumprune | 10 February 2003 17:39

Kafama bi soru hep takılıyor. Acaba üremeli miyiz, yoksa ürememeli miyiz?

İnsanoğlu’nun olayı nedir: doğmak, büyümek, serpilmek, üremek, ölmek. Sadece bu değil tamam, ben bu kısmını sorgulayacağım. Deniliyor ki pek çok inançta, biz burada sınanıyormuşuz. Eyvallah, sınalım, dediğimiz birşey yok. Benim kafama takılan soru, madem sınanıyoruz, niye “üreyeceğiz de üreyeceğiz” diye tutturuyoruz. Şimdi bi tane öbür dünya var, hepimiz sonunda oraya gideceğiz, ama hala ortalığa aman bizden birşeyler kalsın diye tohum saçıp duruyoruz? Madem öbür tarafta bi ölümsüzlük söz konusu, bu kadar yaşama tutunmaya çalışma çabamızın nedeni ne? Madem deneniyoruz, bi güvensizlik söz konusu, e peki elmayı da yedik, cennetten atıldık, demek ki doğuştan defolu çıktık. Aman n’olur kızmayın, inanım aklıma gelen ve gerçekten hiçbir şekilde fesatlık içermeyen sorular bunlar. Bu bizim bencilliğimiz mi, yoksa Darwin’in dediği gibi üstün insana mı ulaşmaya çalışıyoruz. Hadi diyelim ulaştık, bundan bize ne? Ben vampir olmak istiyorum mesela, bu ölümsüzlük çabamın sebebi ne? Ben bir çocuk doğuracağım diyelim, bileceğim ki sınanacak, hele bir de benim hatalarım yüzünden yanlış şeylere inanma ihtimali olacak, aha sonunda tam ölümsüz olacak ve belki de cezalandırılacak. Bana çok zor geliyor bu, gerçekten. Ya da yokmuş öyle bişey, ölümsüzlük nesilden nesile genleri aktarıp, mükemmele ulaşmakmış. Kadınlar zaten seçiyorlarmış eşlerini, en iyisini karınlarında taşımak için. Erkekler de paso ortalığa tohum saçıyormuş, ya tutarsa misali. Böyle bir dünya ise eğer, üremeye değer. Üff ya da bilmiyorum, öylesine sorular soruyorum…

Sevgi’yi kullanma talimatı

plumprune | 08 February 2003 11:35

“Tanri en buyuk ve en comert torbacidir. En agir drug sevgidir.”

dior sevdiğim bir arkadaşım, haklı da. Sevgi mutlulua da mutsuzlua da o kadar hızla sürüklüyor ki insanı…

Sevgi:

Aşırı mutluluk hissi ile adrenalinin yükselmesine neden olur. Depresyon, yalnızlık, mutsuzluk gibi hastalıkların tedavisinde bire birdir. Üzüntüsü bile mutluluk belirtisidir. Enerji verir, insan yerinde duramaz. Hemen hemen her an gülümsemenize yol açar. Geçirilen her dakika muhteşemmiş hissi verir. Hayata bağlar, yaşama sebebi olabilir. Daha önce onsuz nasıl yaşayabildiğiniz sorusunu sık sık sormanıza sebep olur. Yaratıcılığa yol açar.

Yan Etkileri:

Aşırısı, sorunlu bir insan yaratabilir. Doğru değerlendirmeler yapma yeteneğinizi yitirebilirsiniz. Bedende uyuşukluk hissine yol açar. Ayaklar yere değmez, gözler görmez. Tüm evrenin merkezinin, o ve siz olduğunuza inanmanıza sebep olabilir. Kaybı halinde derhal profesyonel yardım almayı gerektirir. Fazlası insanı öldürebilir.

Anlama karmaşası

plumprune | 07 February 2003 18:29

a: “Ne kadar güzel anlaşamıyoruz değil mi?”
b: “hmmm…”
a: “Ya anlaştığımızı sanıp aslında anlaşamasaydık?”
b: “Ya da anlaşamadığımızı anlayamasaydık”
a: “Anlaşamadığımızı anladığımız konusunda anlaşmamız çok ii bişey”
b: “Anlaşıyoruz…”