bildirgec.org

pelitas

11 yıl önce üye olmuş, 34 yazı yazmış. 768 yorum yazmış.

Mecnun’un Leyla’sı

pelitas | 16 November 2007 01:57

“Mecnun, bir gün fırsatını bulmuş; Leyla ile oturmaya başarmış. Leyla, Mecnun’dan bir dilekte bulunmuş; ‘Ey aşık,’ demiş; ‘neyin varsa getir.’ Mecnun dile gelmiş ve ‘Ey ay yüzlü,’ demiş; ‘senin aşkından ne suyum kaldı, ne kuyum. Ne ciğerimde birazcık su kaldı benim; ne geceleri gözüme uyku giriyor. Aşkın aklımı yağmaladı; şimdi bir tek canım kaldı; senden emir bekliyorum. Canımı istersen hemencecik vereyim; bunu iyice bil; hiç kuşku yok ki hemencecik veririm onu da.’ Leyla söze gelmiş ve ‘Ey yiğit,’ demiş; ‘bunu ne vakit istersem alırım; başka neyin var?’ Mecnun, Leyla’ya bir iğne vermiş; ‘iki dünyada da şimdi malım mülküm bu. Bütün varlık dünyasında sahip olduğum şey bu; bundan başka elim boş, hiçbir şeyim yok. Bunu da şunun için yanımda taşımaktayım: Çölde, ovada düşüyorum… Seni izlerken düşüyorum. Gül gibi, benim de ayağıma diken batıyor. Yere düşünce ayağıma batan o dikeni bu iğneyle çıkartıyorum.’
O zaman Leyla Mecnun’a demiş ki: ‘Şimdiye dek ben de onu arıyordum. Aşkta gerçeksen, bu iğne nasıl yakışıyor sana? Darmadağın coşkun aşık, benim gibi bir güzeli ararken ayağına diken batarsa, o dikeni iğneyle çıkartmak doğru olmaz. Çıkartırsan buna vefa demezler… Ayağına bizim yolumuzda bir diken batarsa, sen onu elbisene takılmış bir gül bilmelisin.’

-miş-mış (sevgi)…

pelitas | 16 November 2007 00:39

Sevmek ne garip şeymiş!
Onu düşünürken kalbimdeki kabarmaların;
gözlerime, yaşlar dolusu yansımasıymış.
Sokaklar ortasında her gün vurulmakmış.
Haykırışlarımın, martı çığlıklarına karışıp kaybolmasıymış.
Gözlerimin daldığı her yerde ona bakakalmakmış.
Başkalaşmakmış sevmek
ve akşam vakti çöken yakamozlarda bir ayrılık filmine içerlemekmiş.
Yemek yemeden yaşamanın kestirme yoluymuş sevmek;
keskin nişangahlar arasında bir başıma kalakalmakmış.

Miir furyasına bir ataç…

pelitas | 15 November 2007 02:31

bir gece daha sensiz
hava biraz puslu
her yerde yosun kokusu var
bebelerde ilk derse yetişmek korkusu; uykudalar
kasketim bile, bir köşesi eksik selamladı tekneleri
denize açılan dehlizler boyunca
esrik bir tebessüm gözlerimde
ve sevgili hasreti
bu gece insanlığı bedava öğretiyor midyeler
sahilde ki avcılara her takıldığında
sahi zulamda ne’m kaldı?
geceye bir gem vuracak kadar daha şarap
bir izmarit sigara
bir kaçta virgülüm kaldı
sabahı yaklaştıran noktalara…

Onsuzluğun Ertesi…

pelitas | 15 November 2007 01:41

Duygusallığımdan arta kalan zamanımı katıp isyanlarıma sataşmak istedim yüreğimdeki çocuğu alanlara. Kimse bir şey sormadı horoz şekerimi alırken elimden ve yerine bıraktıkları diken tohumlarıyla yaralandı ellerimde; yüzüme değdirmeye utandım… Çocukluk günlerimde kurduğum ve toz pembe noktalarla bitirdiğim cümleler yerini; mutluluğun son harfinden bile geçmeye utanan ABC yığıntılarına bıraktı… Sahi, vakitte sonbahar değil mi? Sonra bir aşk aldı beni! Önce sımsıkı sardı da vurduğunu bile anlamadım sıcağı sıcağına… Bedel günü gelene kadar ne güzeldi aşk; GİZEM’liydi! O, bütün varlığımla yöneldiğim hayat kaynağıydı… Son kez bile olsa yüzünü görmek için ateşlere yürümeyi göze aldığımdı… Yeryüzünün en güzel yüzü, kalbimdeki büyüydü… Günü geldiğinde ana, baba, candı; bir gün sonra içimde saplı bıçaktı… Hayat, kalbimden dolup taşan bu aşkın karşılığını bulacağımı yalnızca 1 yıllık ekonomik paketle vaat etmişti bana… Bir süpermarket promosyonuydu geldi geçti işte… Artık her gün, bu oda içinde ki umutsuzluk çemberinde akrobatlık yaparak geçiyor… Aslına bakarsan işin; dört duvardan ibaret bu odanın zindan hayatından farkı yok artık. Bu oda ki onunla, uzakta olsa bile ne anlar yaşatmıştı… Bu oda ki onun sesiyle nice zamanlar bütünleşmiştim… Bu oda ki yitik bir aşktan geriye kalan kırık bir kalbi misafir ediyor şimdi… Duvardaki birkaç resmini seyredalarken gözlerimde anlık tebessümler yaşasam da içten yıkılmalarıma ne aynalar şahit ne insanlar. Az sonra kendime bir şölen hazırlayıp ona bir mesaj atmak istesemde; offf offf! Ben yinede HAFİF le paylaşayım anlamlarını yitiren hayatın isyanlarını…

Meşhur Bursa Kebapçısı

pelitas | 02 November 2007 20:20

İstanbul’un ayaküstü semtlerinden biri olan Çakmak’a yolum düştü geçenlerde. İsmini semtten alan köprüyü biraz geçince, gözüme görkemli bir tabela takıldı; “MEŞHUR BURSA KEBAPÇISI”. Biraz daha yaklaşınca bu devasa tabelanın bile mekanı tam olarak anlatamadığını gördüm. Burada konaklayıp bir şeyler atıştırılmalı fakat fiyatlar pahalıdır diye düşünmekten alıkoyamadım kendimi. Denemekte fayda vardır dedim ve içeri girdim. Daha kapıya yaklaşmadan güler yüzlü bir bey hoş geldiniz edasıyla karşıladı beni. İçeri girdiğimde birkaç tane daha hoş geldinize nail oldum. Oturmak istediğim masayı seçene kadar görkemli dekora kapılıp gittim. Allah nazardan saklasın; her şey mükemmeldi. Tarif edilemeyecek kadar özenle dekor edilmiş bir mekan. Sıra lezzetleri tatmaya geldiğinde kendimi bir anda saray mutfağının lezzet tadanlarından hissettim. Buranın işletmecisi kim diye sormadan yapamadım. Namık Altun bey. İstanbul’da yarım asıra yakındır bursa kebabıyla uğraşan ve böyle bir salonu İstanbul halkının beğenisine sunan iyi bir beyefendi. Sıra hesaba geldiğinde hiçte düşündüğüm kadar kallavi değildi. Bana, görsel ve lezzetsel bir şölen sunan Meşhur Bursa kebabçısını herkese tavsiye ediyorum.

Fırtına Aldatır İnsanı

pelitas | 29 October 2007 22:34

Fırtına aldatır insanı! Ardından gelecek keder yağmurlarını düşündürmeyecek kadar yanıltır. Yaptıklarına pişman olur insan ve çığlık çığlığa bir isyan başlar. Sesin, her detone olduğunda yıkılmak neymiş anlarsın… Karabasanlar çöker üstüne yazık olur! Kısık ateşte pişen kahve tadında sandığın seni sevmeleri, ihanete dönüşürde sesini duyuramazsın… Olumsuzluktan yana çalan çanların müdavimi olursunda birbiri ardına yaktığın sigaraların hesabını bilmezsin… Çok ayna paralarsın bakarken ve aynalar sana küserken barışmak adına çok formül ararsın… Sonunda sen de anlarsın; iki kişilik sevenler kabarasında başrol oynadığını… Fırtına aldatır insanı! An gelir silersin tüm mesajlarını, maillerini görmemezlikten gelirsin… Aklına ben gelirim ve keşke dersin… Sen beni istersin; duyguların onu… Duygularına yenilir onu seçersin… Onu her seçtiğinde pişmanlıklar girdabında başın döner, sendelersin… Tam yere düşerken tutunacak bir dal arar, keşke dersin… Elma çekirdeğinden bile anlamlar çıkartabilen, bir yürek işçisine yaptıkların gelir aklına, keşke dersin… Fırtına aldatır insanı! Ne yaparsa yapsın onu yine seversin… Geceleri, esrik gözyaşlarına bir tutam yıldız ve birazda keder eklenir. Sonra sabah olsa, umut doğsa diye fısıldanıp, keşke dersin… Fırtına aldatır insanı! Soğuk esmediği anlara aldanıp üzerine hafif bir elbise giyersin… Hasta olur yatak döşek düşer ve şifa ararken, keşke dersin… Seni her şeyinle sevebilecek olanları bırakıp, sabun köpüğü aşıklara bırakıp kendini, keşke dersin… Fırtına aldatır insanı! Bir gün, keşke demenin de hükmü kalmaz bilesin…

Ankara’yı Öğretmedi Hayat

pelitas | 17 October 2007 10:44

Çocukluğu öğretti hayat; horoz şekerlerine aldanırken tebessüm etmeyide! Okula gitmeyi öğretti hayat; annelerinden ayrı kalmanın korkusunu yaşayan bebelerin gözyaşlarınıda! Çalışmayı öğretti hayat; Allah sağlık versin de bir ömür çalışalım bilincinide! Askerliği öğretti hayat; anadan babadan ayrı kalınca nasılda çaresiz kalındığınıda! Üsküdar sahilde balık ekmek diye bağırmayı öğretti hayat; palamutların kulaklarını boyayıp müşteri aldatmanın utancınıda!
Hata yapmayı da öğretti hayat; her yaptığım hatadan ders alıp pişman olmayıda! Msn kullanmayı öğretti hayat; 3-5 tane hesap alıp görmemişlik yapmayıda! Çamlıca’yı öğretti hayat; o eşsiz manzaraya dalarken, İstanbul’u kanatlar altına almayıda! Sevmeyi öğretti hayat; kimseyi incitmemem gerektiğinide! Derin darbeler yemeyi öğretti hayat; gelen her darbeden sonra kendime biraz daha bağlanmam gerektiğinide! Hayal kurmayı öğretti hayat; kurduğum hayallerin, nesnel gerçeklerle örtüşmesinin zor olduğunuda! Saati sabahın 05:00 i yapmayı öğretti hayat; ondan bir haber beklemenin telaşınıda! Kimi zaman isyanı öğretti hayat; hemen arkasından duaya sarılmayıda! Filistinli direnişlere acımayı öğretti hayat; soğuk savaşın gerçeklerini öğrendiğimde biraz da hak etmişler diye sitem etmeyide! Film izlemeyi öğretti hayat; Nuri Alço’lu filmlerin klasik sahnelerinde bayanlara yapılanlara ağız dolusu sövebilmeyide! Ankara’nın başkent olduğunu öğretti hayat lakin gün gelipte kalbimi orada bırakacağıma ilişkin hiçbir bilgi vermedi…

‘ÜMİT’ASYONCULAR!

pelitas | 15 October 2007 10:23

Hepimizin bildiği imitasyon malları satan işportacılar vardır. Günümüzün ekonomik imkanları daha iyisine el vermediği için gebe olduğumuz işportacılar. Ekmek parası derdine düşmelerine bir lafım yok ama insanın gözünün içine baka baka yalan konuşmaları yok mu? He! İşte bunu tasvip edesim gelmiyor. Yok bu kazak kaliteli, yok bu pantolon şöyle, yok bu şapka orijinal gibi kelime oyunlarına maruz bırakırlar tüketiciyi. Kimi zaman aldanırız, kimi zaman da imkanımız olmadığından “aldanış sahnesinde” başrol oynarız da paramızı alırlar. Tam bunları yazarken aklıma balıkçılık yaptığım günler geldi ve bir anımı herkesle paylaşmak istedim; “Toy çağlarımda palamutların kulağını 8 numara bayrak kırmızısı kumaş boyası ile boyayıp tazeymiş görünümü verdikten sonra kandırdığım onlarca insanın günahını almıştım. Balık işinde patronlara karşı ezginlik olduğundan dolayı bunu istemesem de yapmak zorundaydım. Onların gözünü para hırsı bürümüştü ve bizde maşa gibi çalışıyorduk. Hiç unutmam yine bir sabah evvel ki günden kalan bayat hamsileri mostranın en ön sırasına dizmiştim ki elden bir an önce çıksın diye. Al hamsi 300 (300.000 TL) diye bağırmaya başladığımda bir amca tezgaha yaklaşıverdi. Oğlum balık tazemi diye sorduğunda hiç utanmadan evet amca diyebildimL ‘Bak ben Karadenizliyim’, bu balık hiç tazeye benzemiyor dediğinde; ısrarla tazedir deyip daha çok günaha girdim. O amca gördüğü balığa değil, dediklerime itimat edip “2 kilo tart bakalım dedi”. Bunları kendi iradem dışında yaptığımdan dolayı vicdanen bir nebze olsa da rahatım. Allah günahlarımızı affetsin.” Geldik bir yazının daha dibine! Gün olmuş, devran dönmüş. Piyasada ekmek parası için işporta tezgahı açan insanların yerini; cüzdanımıza değil de hayallerimize dadanan ümit tacirleri almış…!

KURAKLIĞI UNUTTURAN DİLBER

pelitas | 12 October 2007 10:21

Sıcak gülüşün yüzümde ki hüznü senfoniye dönüştürdüğünde utangaç duygularımla savaşır oldum da sana doya doya bakamamanın yenilgisini yaşadım ta ilk günden. Bir çocuk gibiydim o gün… horoz şekerini bile unutturan bakışlarına yalnızca 4 kez nail olabilmenin büyülü iksirine kapılıp bir kalem kağıt tadında paylaştım seni. İçimden bir his, o gün onunla göz göze geldiğin her ana bir gül tohumu bırak dedi… 4 tane bıraktım bilesin. Bıraktım ki bana geldiğin günün mutluluğunda açsında doya doya koklayalım diye. Bir çelişki mahkemesinde acaba olur mu diye sorgularken kendimi avukat bile talep etmedim bilesin. Sevgili değilsin henüz ama hoşsun. İçimde saplı değil ama usta bir bileycinin elinde ki kör bıçaksın! Neden seni gördükten sonra gözlerimi açtığım ilk sabah aklıma gelen şey sendin bilinmez ama aşırı duygusallığımı bir teslimiyet tadında yaşamaya hazırlanır gibiyim. Bir gülüşüyle beni sevinçlerin doruğuna çıkaran “hayat kaynağı”, benimle konuştuğunda yeryüzünün en güzel sesi olmaz mı? her sözü büyü olmaz mı bir gün; beni derinden etkileyen? İçimde ki hisler yine bir mesai havasında gecenin bu vaktinde… ve diyorlar ki “o” sana gelirse şayet; “hayat kaynağı”; o bildiğin, 3-5 aylık ekonomik pakette sunulan yapaycı aşkların esrik tadından öte olur. Bu hisler ki bu saate kaldılarsa vardır bir bildikleri! aslına bakarsan işin; “hayat kaynağı” da ister sevgiyi ve aşkı gerçek kimliğiyle yaşamak isteyen bir yürek işçisini! Mecnun’ların, Kerem’lerin, Ferhat’ların yürek yangınlarından başka bir aşkla kıyaslanmayacak kadar büyük bir aşk yaşamak istersen şayet, ben buradayım bilesin. Kanı beş kuruş etmeyen insanların yaptığı gibi, gün gelip de televizyonlarımı kapatma, gazetelerimi alma elimden. Umutlarımı jandarmadan saklanan ruhsatsız bir tüfek gibi, tavan aralarına gömme! İmla hatalarımla değil, duygularımla yargıla beni ama avukat kullanma! Mutluluğun kıyısından bile geçmeye utanan cümle birikintileri kurmak zorunda bırakma olur mu? Küresel ısınmanın kışı yaşatmadığı zamanlarımı, dört iklime döndürmenin güzelliğini bana bağışla…

BİR DERTLİ KİŞİLİK VE SİTEMLERİ

pelitas | 12 October 2007 00:35

Aşkın, bedenimi aşıp ruhuma yönelmiş çoktan. Sessizlik çıldırtıcı boyutlarda ömrümün varı! Sensizliğin anlamsızlığı gün geçtikçe şiddetli bir deprem edası yaşatıyor kalbime. Kaç bina yıkıldı içimde, kaç çocuk anasız-babasız kaldı bilinmez. Tabir-i caizse bu afet bölgesine bir yardım eli atanda mı olmaz? Günü birlik yaşadığım artçı şokların etkisiyle kaç gece yatağımdan fırlayarak kalktım bilinmez. Bu korkuyla yaşamak zor geliyor ömrümün varı. Sensiz yaşamak güç geliyor. Ben, senin gölgeni görmeye bile razıyken nasıl bir trajedidir bu? Hak etmediğim bu yalnızlığı yaşamak zorunda bırakılırken; kime ne söylerimde tesellim olur bilinmez. Hani yaşamak, hani mutluluk, hani gözlerimdeki kısık gülümsemeler; nerdeler? Söylesene! Kendi kendime, bırak artık düşünmeyi dedikçe amansız duygularımın esiri olmaktan bıktım artık. Yaşamak ağır geliyor. Bu trajedi denkleminden kurtulmam çok zaman alır anladım. Kim bilir ne kadar daha sıcaklığını arayacak buz tutmuş kalbim? Kim bana derman olacak? Her şeyim alındı elimden! Televizyonlarım kapatıldı, gazetelerim yakıldı. Şarkılarım ve şiirlerim bir duygudan çok, sürekli yinelenen dertli bir kişilikle üretilmiş sözlerden ibaret artık. Daha ne kadar mutluluğun kıyısından bile geçmeye utanan cümle birikintileri kurabilirim ki? Bunları sadece kendi adıma konuşmam mantıklı değil tabi ki. Nice sevenler varken benim gibi! Dünya genelinde var olan bir yıkım bu. Gün geçtikçe azalan bir değer olarak nitelendirilen sevgi. Ah sevgi, ah sevmek… Sevgisi benim için en önemli mutluluk kaynağıydı. Şimdi umutlarım, görüş mesafesinin sıfıra indiği bir sis bulutunun içinde sıkışıp kaldı. Önümde tuzaklarla dolu sarp bir geçit; bedenim yetse kalbim nasıl yürür bu yolda? Kalbim yetse bedenim aciz kalır sevgisiz yaşamaya. Seninde tabir ettiği gibi; “sahi nereden çıktı bu rüya”? “Sen” bana gözlerimi kapatıp aşık olmayı öğrettin ve hayatımın en mutlu anlarını bir rüya tadında geçirdim. Uyandığımda gördüm ki, bir umutsuzluk girdabında başım dönüyor. Gün boyu yaşadığım sıkıntılarım, defalarca çarpılıp astronomik rakamlara vuruyor geceleri… Duvarları delip geçecek kadar doluyor gözlerim… Ne zemheri ayazlarına aldırış etmeden her daim sıcaklığını koruyan ellerim üşür olmuş da ovalarken gözlerimi; yaşların donma noktasına geldiği anlarım oluyor… Senli düşler kurup, beni temsil eden en küçük parçalara ayrılmalarım da gecenin karanlığında yitip gidiyorum… Sonra bir mum yakıyor ve titrek ışığında seni arıyorum… Derken uyuyup karışıyorum rüyalar alemine; belki oraya gelirsin diye. Sonra sabah oluyor ve kuruyan dudaklarımın birbirine yapışmalarında canımın yandığını yok sayarak ismini fısıldamaya devam ediyorum…