bildirgec.org

Lyria

11 yıl önce üye olmuş, 5 yazı yazmış. 15 yorum yazmış.

Bir şey kafamıza vursa.

Lyria | 03 October 2003 12:22

Başımıza kötü bir şey gelmeden biz insanoğlu ve insankızı olarak hiç bir şey anlamıyoruz. Şöyle bir güç olsa tam ümidimizi kaybettiğimizde çotonkkk diye kafamıza geçirse; -Ştttt, aloo kendine gel len dümbük nefesin sayılı tadını çıkar. dese ve biz bazı şeylerin kıymetini bilmeye başlasak. Dün kaybettiğim yakınıma yakıştıramadığım tek şey buydu. Ne kötü durmuştu üstünde, küflüydü sanki. Kendimi sorgulamak da cabası.. İşte şimdi istiyorum, hatta hakediyorum güzel bir dayağı. Niye,niye,niye. Hayatın güzel olduğunu anlamak için illaki bu şart mı, yani tamam bir nevi düşünen hayvanım eyvallah ama ne bileyim. Ne haddime değil mi hayatı sorgulamak. Ama hani diyorum şöyle bir güç olsada hakikaten suratımıza bir osmanlı tokadı geçirse de kendimize gelsek. Sanırım hayat gerçekten dil değil beyin uçuklatan sürprizlerle dolu… Biri beni gerçekten dövmeli…

Tütün Sevdam

Lyria | 02 October 2003 10:21

Alti yaslarindayken köye gitmeye bayilirdim. Sabahlari horozlara sinirlenerek uyanmayi büyük ninemin beni bastonuyla kovalamasi hep renk cümbüsü içerisinde hafizamda duruyor. Kovaladigim civcivler, sakalini çektigim keçiler, yolun ortasinda saatlerce duran inatçi esegimiz, tütün tarlalarinin mayhos katran kokusu. O yaslarda basladi bende bu Tütün hastaligi. Garip gelecek belki ama çocuk iken mütemadiyen sorulan sorulardan bazilari vardir iste efendim büyünce ne olacaksin , büyüyünce ne yapmak istersin diye. Bense hep zitliklarla yogrulmus bir çocuk olarak bir bakan edasiyla bu sorulara bilmis, bilmis ama büyük bir aptallikla cevap verirdim. Büyünce Tir söförü olucam, ve sigara içip dövme yaptiricam. O yasinla sigaradan ne anlarsin demeyin olay söyle basladi. Babaannemin ilmihal kitabinda anlatilan cehennem tasvirlerini andiran yaz sicaklarinda köye her gidisim tütün tarlalari içindi. Tütün fidanlarinin boyu okadar uzun ki büyüklerimiz bile tarlanin içinde biribirilerini zorlukla buluyorlardi. Ekimi zordur , toplamasi cabasi ama ben hep hayranlikla her devresini izledim. Ninem elinde deleç ile (bizim oralarda toprakta delik açmak için kullanilir, topraga ekilecek fidan için delik açilir) dizeyi bacaklarinin arasina almis önden gider, arkasindan ise dedem elindeki fidanlari açilan çukurlara yerlestirir, arkasindan gelen ben fidanlarin dibini toprakla örter ve su dökerdim. Kusursuz isleyen bir sistem. Ekim tamamlandiktan sonra belli araliklarla tütün tarlasi sulanir ve yaz sonuna kadar yapraklarin serilmesi beklenir. Nihayet fidanlar boyu asti sabahin ilk isiklariyla yüzümü bile yikamadan yataktan firlayisimi hatirlarim, normal zamanlarda küfür ettigim horozun kart sesi en güzel melodi gibidir. Içilen taze süt ve tereyagli ekmegim elimde tarlaya dogru yola koyuluruz.önümüzde bir deniz gibi tütünler. Inanilmaz güzel bir görüntü. Ilk önce dip yapraklari toplanir, sol elinle fidani tutarsin sag elinle ise seri bir sekilde yapraklari üst üste pastallayarak toplarsin. Deste deste toplanir, en çok sevdigim olayi ise ellerime birikmis olan simsiyah katran,ellerimi yikamaya kiyamazdim dakikalarca sirf ellerim katran olsun diye oradan buradan düzeni bozarak yapraklari toplardim ninemin bagirislarina aldirmadan. Büyü öglen yemegi çigliklariyla son bulurdu. Ninem nasilrasmis elleriyle o nur görüntülü kaymak tereyagini çikinindan çikarip , buram buram kokan kül ekmegine ( misir unu yogurulduktan sonra bahçelerde bulunan ates kuyucuklarinda üzeri külle kapatilarak pisirilirdi) sürerdi ,yazinca bile agizim sulandi sanki elimi uzatsam bu kül ekmegi yazdigim yerde bir lokma tadimlik alacakmisim gibi. Neyse yemek faslindan sonra tarlaya yardima gelen komsular isçiler tekrar islerinin basina dönerler. Canim ninem bir sultan edasiyla sofrayi toplar kirintilari basilmayacak bir yere silkeler allaha karnimiz doyurdugu için ellerini gökyüzüne açip sükreder ve evden getirmis oldugu ,gölgede beklettigi çikinlara sarili gügümden insanlari bir bir dolasip soguk limonata dagitirdi. Limonata kokusu ilk etapta okadar bogucu dagilir ki etrafta genzini yakar insanin katran dalgalariyla çakisirken. Kadinlar bir tarafta erkekler bir tarafta kadinlar günlük köy dedikodulari yaparken erkekler ise üstü kapali güya benim anlamadigim müstechen espiriler yaparlardi. Benden daha büyük olan diger akraba çocuklari sagda solda bildircin kovalamakla meskul iken bense tarlanin ortasinda büyüklerle ne yapiyorum katran kokusu içinde diye hiç merak etmezdim. Öglen yemeginden bir saat sonra tam günesin tepe vakti sicaktan dolayi toplama birakilir ve sepetlere yerlestirilir desteler halinde. Sepetlerde eseklere yüklenir , kadinlar önden giderler ki yemegi hazirlasinlar etrafi toplasinlar diye erkekler arkadan eseklerle birlikte dönerler. Gidiste farkina bile varmadigim patika dönüste gözümde öyle büyüyordu ki,birakin beni burada öleyim diyesim gelirdi. Hele ki dedemin biricik eseginin her gün ayni yerde günesin alninda inatla durmasi kimildamadan beni iyiden iyiye dellendirirdi, bi okadarda sevindirirdi çünkü dedem hemen gölgeye çekilir tütün tablasini açar ve geçen yilki mahsulü olan tütün parçaciklarini ovusturur koklar daha sonrada tablanin hemen kapaginda sikistirilmis olan kagidi çikarir büyük bir özen ve sabirla sarardi. Inanmiycaksiniz ama bu hayatimin belki de en güzel anlariydi. Dedemi öyle görünce saatler geçmesin, ben hiç büyümeyeyim, dersler olmasin, ben hep orada o sekilde kalayim isterdim. Ve büyünce yapacaklarimin arasina yeni bir hedef girmisti, sigarami kendim saracagim ..)))) benim için okadar ilahi bir görevdi ki sigara sarmak ifade edecek kelimeler bile aklima gelmiyor. Aksam eve vardiktan sonra tütünlerin kindap ipi dedigimiz iplere dizelenmesiyle devam ediyordu kocaman igneye benzeyen sislere geçirilir sisin dibindeki kindapa siralanir ve kurutma seralarina asilirdi. Seralarin içinde asilmis dize dize tütünler, kururken biraktiklari o nefis koku, ahhhhhh ne diyebilirim ki, insanlar çimenlere uzanip gözyüzünü seyretmeye bayilirken ben seralara uzanir basim dönene kadar asili tütünleri seyrederdim. Sonra dedem gelip beni zorla disari çikarir zehirlenecegimi söylerdi.Ninemlerin süt ve yogurt kokulu evlerinde sabahlara kadar sigarami kendim saracagim yasa gelmek için dua ederdim.

Moda DEPRESYON…

Lyria | 01 October 2003 14:36

Son günlerde bir depresyondur alıp gidiyor. Feridun Düzağaç’la başlayan bu furya Göksel’le devam etti ve ediyor. Dakikalık kötü anlarda bile depresyon şarkılarına sığınır olduk. Anlamını bilmeden nakarat ettik hüzünlü anlarımıza. Ama alışkanlıklarımız arasında değilmiydi başta yargısız infazlar. Anlaşılmaz ama bize çok mantıklı gelen saçma sapan davranışlar. Ben hepiniz için araştırdım bu konuyu ve bir psikiyatrist doktor arkadaşımıza sordum , dedim nedir bu Depresyon.

DEPRESYON… Her birimiz hayatımızın bir döneminde hüzünlü, kederli, üzgün olmuşuzdur. Bu duygular insana yabancısı olmadığı, olmayacağı duygu durumlarıdır. Oysa depresyon bir HASTALIKTIR. Depresyon insanın duygu durumunun üzüntülü, kederli olduğu bir dönemdir ancak bir çok başka belirtinin daha eşlik ettiği dönemdir. Depresyondaki kişi endişelidir, kendisine ilgisi ve bakımı azalmıştır. Çoğu zaman sinirli ve hırçın olur. Alıngandır. Önceden zevk aldığı etkinliklerden artık eskisi gibi zevk almamaktadır. Enerjisi azalmıştır. Uyku düzeni, iştahı değişmiştir. Ümitsizdir, karamsardır. Kendine güveni sarsılmıştır. Kendisini işe yaramaz beceriksiz, günahkar hisseder. Ve çevresindeki bütün olumsuzluklardan kendini sorumlu tutar. Bedeninde, doktorları gezmesine rağmen, derman bulamadığı bir baş ağırısı, gezici ağrılarda çekiyor olabilir. Cinsel hayatı bozulmuştur. Dikkati çabuk dağılır, konsantre olmakta zorlanır, günlük gazeteleri okuyamaz, basit yazıları yapamaz hale gelir. Hatta bazen “ölsem de kurtulsam” diye düşünerek kötümser bir hal içine girebilir. Aslında devamlı ölümü düşünür ve hareket eder olmuştur. İnsan yaşamında tüm bu hallerden en azından bir kısmını yaşadığını en azından on beş gündür yaşamakta olduğunu hissediyor ise depresyon hastalığının etkisinde demektir. Çağımızda; ruhsal sorunlar ve bunların içinde de özellikle depresyonun çok yaygınlaştığı, psikiyatriste gitmenin normal karşılandığı, bilakis teşvik edildiği bir zihniyet egemen olmaktadır. Bu gelişme toplum ruh sağlığı açısından pozitif bir gelişmedir. İnsanın bir hastalık yüzünden acı çekmesi, işinden gücünden olması gerekmez. DEPRSEYON tedavi edilebilir bir hastalıktır.

Beklemek, Beklenmek, BEKLEMELER…

Lyria | 01 October 2003 14:30

Dokuz aylık bir beklenmeden sonra gözlerimizi açtığımız Dünya’ da yaşantımızı
bekle-meler temelleri üzerine kurmuş oluyoruz. Anne ve babamızın ilk adım atmamızı, ilk sözü söylememizi bekler iken, bizler henüz ne beklediğimizi ve nelerin bizi beklediğinden habersiz hayatı agucuklar ardından çözmeye çalışıyoruz.
İlk adım , ilk söz, ilk diş ve beklenen diğer ilklerle birlikte hayatın bekleme salonuna girmiş bulunuyorsunuz. Aklımızda kalan ilk bekleme sanırım babanın akşam işte eve gelişi oluyor, akabinde ilk okul , defter,kalem ,üniforma derken , karne bekleyişine kaptırıyoruz kendimizi, not heyecanları v.s Elbette iyi notlar bekleriz hepimiz, yaz tatili keyfi bekleyişi ve gelecek hediyeler cabası. İlk okul, ilk aşk derken, bir bakarız ergenlik gelmiş çatmış, o ayrı bir olaydır zaten başlı başına ama 18 yaş reşit olma beklentisi yok mudur , ürpertiyle içimiz gıcıklanmazmıydı heyecandan. Büyümeyi bekleriz kendi paramızı kazanmayı ve onu harcamayı elbet. İlk randevudaki bekleme apayrıdır herkesin yaşamında, herhangi bir pastane köşesinde ve ya belirgin bir noktada heyecan dorukta, kalp boğaza düğümlenmiş vaziyette bekleriz. Yaş ilerledikçe beklemelerde büyür bizimle beraber, iş başvurusu olumlu sonuç beklemesi, işe başlayınca Pazartesi günlerinin paydos saatlerini, hafta sonu hayalleri, periyodik zamanlardaki maaş zamlarını. İş hayatındaki beklemeler aslında anlatmakla bitmez.
Bazen özür bekleriz bize yanlış yapıldığını düşündüğümüz anlarda. Çoğu zaman aklımıza gelmeyen tanrının başımız sıkışınca dualarımızı duymasını bekleriz. Fırtınalı soğuk kış günlerinde ilk baharın ve sıcak güneşin özlemi ile mevsimler çabucak değişsin isteriz, bekleriz. Hayat bir yarışma ise şayet, hepimiz birinci olmayı bekleriz. Ödüllendirilmeyi , verdiklerimizin karşılığını bekleriz ümitlice. Yılda bir ya da iki kere olan özel günlerimizde süslü kelimelerle bezenmiş anlamlı cümleler duymayı bekleriz sevdiğimiz insanlardan. Karşılık bekleriz platonik aşklarımızdan. Aşklı beklemeler, özellikle telefon başında olanları, her telefon çalışında evet o diye yüreğimiz ağızımıza gelirmişçesine coşkusu. İçimize bir kıymık saplanmışçasına acı çekişlerimizde karşımızdaki insanın bunu görüp çıkarmasını bekleriz, gözlerdeki manaların çözülmesini, anlatamadığımız şeylerin anlamasını bekler dururuz yorulmadan.
Kim bilir şu an bile kaç pencere kenarında yol gözleyip bekleyen insan var.
Güvenilir bir dost bekleriz, hüzünlerimizi paylaşıp bize destek olan.
Evlilik, doğum, derken hayatta bekleyecek ve beklenecek yeni nesillere vesile olmak.
Yaşlanmak, hastalanmak, bir nefes…. son nefes …
Ölümü bekleriz çaresizce ve sessizce…

Korkularımız…

Lyria | 01 October 2003 14:20

Küçüktüm, korkularım vardı beni aşan, geceleri kabusum olan. Peşimden beni takip eden adımlar vardı. Büyümekti tek isteğim korkularımdan kaçmak için. Büyüdüm. Büyüdükçe çoğaldı korkularım. Köyümüzdeki yaşlıların eski çeyiz sandıklarının kokuları kovaladı beni bazen. Naftalin ve çürümüş tahta kokuları süsledi çocukluk rüyalarımı. Ailece yapılan piknik ziyafetleri, ormandaki ağaçlarla ve toprakla bütünleşmiş hissi verirdi içime. Toprak demek ise ayrı bir korku idi yüreğime. Böcekleri sevebilirdim çığılık atmadan onlardan tırsmadan, ama sevdirmediler ki. Güzellikleri sevmeyi öğrendik, çirkinlikler ise korkularımız oldu.
Güzelliklerle yaşamayı hedefledik, çirkinler karşımıza çıkınca yıkım oldu. Alıştırılmadık ki hayatın sürprizlerine. Çocukluğumuz da, iyi bir eş olmayı örnek aldık annelerimizden, ninelerimizden. Kimse bize sormadı. Ergenliğimiz de, aşklarımız için rekabet etmeyi öğrendik. Diş telleriyle konuşmayı başaramaz iken, aşk şiirleri ezberledik. Annelerimiz çamaşır yıkar iken izleyip, onların öğütlerini dinledik. Temiz çamaşırlar yıkamayı hedefledik. Her yeni yılda yeni ümitler yeşerttik. Noel baba masallarıyla huzur bulduk küçük dünyamızda. Her şey masaldı her şey pemde. Ama korkularımız hep vardı. Bazen kaçıp kurtulmak istedik her şeyden herkezden. İntiharı, ölmeyi kaçımız hiç düşünmedi ki. Çaresiz anlarımızda hep tanrıya dua etmedik mi. Mutlu anlarımız da, çoğu zaman aklımızda bile olmayan tanrıya. Güzellikleri okadar sindirmiştik ki yüreğimize, yüzümüzde çıkan bir sivilce bile yıkar oldu moralimizi. Hep bahane değilmiydi sigaraya başlamak için ilk ayrılıklar ve ya acı kayıplar, bazen de sözüm ona arkadaşlar. Bütün sözlerin anlamları bir. Aklımıza gelenleri kaçımız söyleyebildi gerektiği an karşısındakine. Korkularımız, kaçımızın ahı yoktur ki içinde. Keşkelerimiz aldığımız nefeslerin sayısını geçer oldu. Hepimiz istedik okuduğmuz kitaplardaki kahramanlar olmayı, bütünletik her sayfada her satırda yaşantımızın parçası kişiliğimizin kaynağı oldular belki. İçimize gömdüğümüz sevdalarımız oldu, ardından ağladığımız.
Bir daha asla olmasın dediğimiz sevdalarımız, her başlayışta korkuyla perçinlediğimiz.
Başını ve sonunu her zaman bildiğimiz korkularımız. Yasak sevdalara kapıldık istemeden sürüklendik derinliklerine, sakladık içimizde. Adam mı evliydi kadın mı. Bize demişlerdi ki evliler sevemez. İlk heyecanla bastırdık içimizde aşkı sevemezdik sevmemeliydik evlenince korktuk ya seversek? Yaşımız ilerledi, yaşadık tüm korkuları sevdaları yalanları. Ama bitmedi ki, ya ölüm korkusu hangi yiğidin yüreğinde yok ki? Bunca mücadele, bunca hedef, bunca heves, bunca isyan karışık oyunlar, çelişkiler boşanımıydı? Şanslıysan bir eser bırakırsın senden sonra ama, kaç kuşak seni hatırlar. Şansın dahada fazlaysa, tarihe kazırsın adını özel günlerde anılırsın ama, ne fayda. Sen korkularına yenik düştüğün anda ölüm peşindeydi her yerde saçının her beyaz telinde. Yaşlılık korkusu, hastalıklar, cinselliğimizi bile perçinlemedik mi korkularımıza yenik düşüp. Neydi faydası şu kısacık dünyada. Bize böyle öğrettiler, ama onların suçumuydu ki? Bize öğretenlerede böyle öğretmişlerdi. Hep korkularla yaşamayı, kelle koltukta gezip anlamları yitirmeyi. Küçük bir çocuktum hatırlıyorum da, korkularım naftalin kokusundaydı renkleri ise çürümüş tahta.. Küçücüktüm ama büyüdüm, eşşek kadar kız oldun diyorlar ama ben hala KORKUYORUM……….