bildirgec.org

lecteur

11 yıl önce üye olmuş, 6 yazı yazmış. 97 yorum yazmış.

uçurumlar

lecteur | 26 October 2008 17:06

bir an=her an, ölümsüzdür. uyanışlar da… rüyası, tanımadık bir parkta yürüyen ve banklardan birine kıvrılıp yatan biri idi (ne eksik ne fazla) ve uyandığında ölümsüzleştiği anda değildi artık. (onunla, bir daha, ebediyen, görüşemeyecek.) yeni doğmuş güneşle terli teninin içinde etrafına baktı. kötü bir rüya görmüş olmalıydı. yada o öyle düşündü . ve şimdi, iki an, iki uyanış olmalı onun için ; ‘ölüm’süzcesine kendisinde kalmış geçmişinde; bir rüyası, bir de gerçeğe uyanış için. ilk hangisi gelmeli?
.bedeninde uyuşukluğu bu yeni dünyanın renklerini canlılandırıyor, ağır ağır. demir örgü çitlerin ardından tek katlı bir bina görünüyor. bir çekirdekçi çiğ sarı taburesinin üstünde iki kalın kara kaştan ibaret, uyukluyor . ayağa kalktı ama devam etmedi : ” “üşüyorum” ” . parkın bitimindeki dev gross market, beyaz cüsseli bir… kapısız penceresiz . kör, hafızasını yitirmiş bir suçlu gibi . araba park yerlerinde dalları kesilmiş yarı ölü ağaç gövdeleri kökleşmiş . sarı çizgilerle sınırlandırılmış zeminde istisnasız herbirinde (..) işareti. . yüzünün sol yarısına buz gibi bir rüzgar çarpıyor . ” “sabah ayazı” ” . tek yaprak dahi kımıldamadı . markete giden yolun caddeyle buluştuğu yerde betondan yontulmuş birkaç ağaç. viyadüklerde üzerlerindeki tozdan duyulmaz olmuş amazon çığlığı anıtları, ağaçlara raptedilmiş pirinç bir ibare : özrün kabahate itildiği uçurum anıtı. onlar doğduğunda bu şehir oradaydı . ve bir zaman sonra şehir, değişmeyen şehirdi onları değiştiren . çünkü şehir onlara, yaptıklarına, anıtlarla veriyordu cevabını; şehrin içinde boğulmamaktı tek amaçları artık, tek becerebildikleriyse buydu . …boğulmak… .

moebius merakı

lecteur | 19 November 2007 17:08

…ve bu, bildiğin gibi, hiç bir şey düşünmüyorsunu düşünüp duran beynime bir şok etkisi yarattı . kimseye faydası dokunmayan düşünceler geldi, arasında bir çocuk 17 yaşında kolunu kaldırıyor ayakta dimdik, sarışın kısa saçlı ve kolunu yere paralel getirdiğinde, dünyanın ağırlık merkezine yapmış olduğu sapma kadar değerli bir yazı yazmak da vardı . aklıma bir şey geldi …. evet nerde kalmıştık, hmmm, hah!, gerizekalı; insan, diğerlerinin zeki, kendisininse iflah olmaz 1 moron olduğu düşünerek, bu düşündüğü yöntemle nasıl sigarayı bırakabileceğini yazarsa…? düşünce: sigarayı bırakmak için çabalamadan ona başka bir düşünceyle nötralize etmek ve düşünmek, uslamlamanın kimyasal fizyljk ve biolojk bir hadise olduğunun ışığında vıdı vıdı… ama ben sigarayı bırakmak falan değil sigarayı içmek istiyorum yani kontrollü içmek bokunu çıkarmadan ziftlenmek istiyorum ki bunu yapanlar var amigdaλ, ki onlar doğal yetenek olabilir ve bunun için böyle bir yazıya ihtiyaç duymuyor olabilirler ama ben öyle değilim yani onlarla aramdaki fark onların doğal yetenek olmaları . insan için pek çok şeyin anλn yoksun olduğu gerçeği mucibince ve son bir aydır okuyup izlediklerim etkileminde sentezlediğim bu düşünce vardı…

sigarayı bıraktım çünkü üşendim bakkala gitmeye

lecteur | 19 November 2007 15:44

herzamankisokak, yanımdaki kadının ne alaka karşımda olduğuna hayretle teessüflerimi üflerken kadının suratına, suratına hayalen, adamın biri almış gidiyor elinde iki boyut birden dikdörtgen alüminyum çerçevede, hırsız! diye bağırmak istesem de kadın, lafa tutmuş beni amansız bir donanma sahilde. ama dayanılmazı aşınca saldırılar kadının moulin rouge’una işaret parmağımı dayayıp kişotvari “sus bir saniye kadın!,,, adamı gör bak almış gidiyor iki boyutu birden, cak cak hâlâ halla alla!” hayır nerden söktüyse ırıspıçıcığı şimdi genişlerse delik önü alınmaz artık kaybedişin boyutsuzluğu existancialist esrarengizness düşünmeden bütün bunları. hayır hayır çalıp da ne yapacak ki, değeri nedir nerde bozdurulur bu boyut bilir mi ki de ki bu hırsız satacak bunu? hayır; kadını ansızın terkedip, peşinden koşmaya başlayınca, hırsızın, o kalan tek boyutu da ensemde hissettim, bir çeşit sağanak gibi, hani o yağmurun duvarı, bilirsiniz; son sürrat! önde hırsız arkada kızgın boyut! ortada, kalakalmama ramak kala ama kalakalmamaya çalışarak , koşmaya devam ettim biçare . geldik aşaa caddeye, kutsal hırsızlık masası şefinin yanından geçerken tut dedim şefine, adamın aklı fikri reçine, tut diye bağırdım hırsıza charlot kırpışı yaparken gözleriyle, bir de bunu görende, küfrü bastım ırıspıçıcığına, hırsızlık bakmaya gelmiş teyzelerin gözü önünde, tanesini 18 ytl’ye veren şefin masasının üstündeki hırsızlıklardan .

hell o

lecteur | 12 November 2007 11:23

kuyruğuma alışamadım henüz, arkadan nasıl oluyorsa oluyor bacaklarımın arasına giriveriyor yürüken. uzun da namussuz, dengemi yitiriveriyorum. yürüdüğüm yer de öyle sayfiye yeri değil ki yalpalıyım da nassa basacak zemin bulurum diye düşünemiyor insan. etrafta uçurumlar, ateşten nehirler, zift dolu çukurlar. öyle bir yer. bütün bunların üstüne gözüme kaçan küller var. zaten üzgünüm, kahrediyorum, bağırıp çağırıyor, sövüp küfrediyorum. ama bilerek yapmıyorum. içimden geliyor, zaptedilesi şey değil yani. neyse işte böyle yürüyorum. yalnız da değilim oldukça kalabalık bir kafile. sarp kayalıkların eteğinden yol alıyoruz. arkamdakiler de az değil; ne küfürler varmış ben duymamışım diyorum. buraya gelince öğrenmek varmış ama geç tabii. çok geç.

biteviye

lecteur | 10 November 2007 13:11

sabah olmuş diye kalktı ama sonra gece olduğunu anladığı için kalktığını ve an önceki uyanışının rüya olduğunu sandığı sırada sabah olduğunu farkettiği zaman uyandı. etrafına bakındı, odanın ortasında ışık ve karanlığın bir zar gibi birbirinden ayrıldığını gördü. zar, odanın ortasındaki şövalenin tam ortasından geçmekteydi. burada bir tablo vardı, henüz bitmemiş.

doğruldu ve ketıla yöneldi, aydınlık tarafta. kıpkırmızı düğmesi ketılın, ketıl çalıştı, kahve uyandı, çıtırdadı; ketılın akıcı fransızcasını dinlerken kahve, habeşce ona cevap verdi de o anlamadı.
odanın karanlık tarafına geçerken elindeki sigara – izmaritlerin altında yatan küllüğün olduğu masaya bırakıp, tekrar aldığında dudaklarına külün pürüzlü tadını bırakan filitresi, iki parmağının arasında, pencereyi açtı. avizedeki ampul ve gökteki güneş aynı tuhaflıkla tam ortasından bölünmüş ve dairenin yarısını kaplayan karanlık, avucunu gevşekçe yumruk yapıp yarım güneş ile balkonu arasına tuttuğunda gri betona bir hilal şeklinde bir hüzme vuruyorlardı.