bildirgec.org

il mare

11 yıl önce üye olmuş, 104 yazı yazmış. 990 yorum yazmış.

KINALI NEFES

il mare | 15 October 2010 11:19

Birşeyler yazmalıyım artık buraya, kısa da olsa hafifi yaşatan nefeslere nefesimi eklemeliyim,izim olmalı şu sıralar, iz bırakmaya ihtiyacım var.

Vakit geç,biryerlerden daha erken ama gene de geç.
Kafamda henüz bitmiş yabancı bir sohbetin gölge oyunları…
Akşamları gölgeleri sevmem,güneşin dik geldiği vakitlerdir favori gölgelerim, realitenin soyut halini yücelten,boylarını uzatan vakitler yani.
Burda vakit gece,kafamda gölgeler;aldığım notlar elleri,kolları gölgelerin; en çok da farklı kafaları,usları…
Avuçlarımın içinde somut gölgelerin soyut realiteleri,henna derler adına, henna‘nın kendini somuta boyamasına ama,var daha…
Ne demek istiyorum, çok karmaşık,toparlayamam ki. Niye yazıyorum o zaman? Doğru ya, nefesim.

HİSS-İ VUK’U

il mare | 08 September 2010 16:31

‘Beni bu güzel havalar mahvetti’

Biliyordum, hislerin bazen sadece hislerden ibaret olmadığını biliyordum.Dün sabaha karşı uyuyakaldığım o koltuktan kalktıktan sonra kendimi bulmuşluk hissinin gelip geçici sersem bir histen ibaret olmadığını biliyordum. Açık kalmış olan Habertürk’teki evet -hayır tartışmalarına,daha gözlerimi açar açmaz hemen adapte oluşumdan,bunu kendi kendime farkettikten sonraki bilincimin munzur tebessümünden anlamıştım, elimi yüzümü yıkamak üzere banyoya doğru ilerlerken ayaklarımın vücudumu sola çekişine karşı kurduğum dengeden, hemen sonra kendime gelişimden ve izlemeye doyamadığım cami ışıklarına bu sefer çok kısa ama her zamankinden daha uzun bakabilişimden farketmiştim bazı hislerin aslında sadece hislerden ibaret olmadığını…

Oldukça geriye gitmiş olsam gerek.Kendi kendime yettiğim bir zamana.Güneşin yılda sadece bir kere böyle parlayabilip ağaçların yılda sadece bir kez böyle konuşlanıp kokabildiği,dışarısının sesinin yılda sadece bir kez böyle herşeyle ahenkle bütünleşip duyulabildiği zamanı ellerimle sıkı sıkı yakalayabilmiş olsam gerek. Evimin bu kokusu başka hangi zamandan gelebilir ki? Herkesdeki bu haller tavırlar başka ne zamana ait olabilir,ben başka ne zaman bu odada böyle durup böyle hissedebilirim? Avuçlarımda bir zaman var,sıkıca tutuyorum,gözükmüyor zaman, hissediyorum, ama hissetmek de yetmiyor,yaşıyorum. Hisler her zaman hislerden ibaret değilllerdir çünkü.

Orta 1. sınıfa gidiyorum, annemin hasta bir annesi yok,her eve gelişimde evde,kapıyı açan o.Kardeşim çok küçük daha,farkında değilim ama.Kardeş o sadece,küçük bir kardeş değil.O da gelir birazdan okuldan,annem ve ben varız şimdilik evde.Sessiz ev,çok sessiz,çalışan bir tv yok,toz alıyor annem şimdi,birazdan yemek hazırlar bana,bir iki tabak sesi anaçlık katar adı ben olan sessizliğe.
Odam küçük olan.Büyük,küçük olan kardeşte.dağınık hep,yararlanamıyor büyüklüğünden,hem nesine gerek onun koca oda.Ama isyanlarımdan çok uzağım şimdi,küçük ve sevimli odama tapıyorum çünkü dibine dek güneşe boyalı duvarları, yüzeyleri ,yan yüzeyleri ,çevresi, alanı.Odaya baktığın vakit gördüğün şey güneş.Dışını hiç yakmıyor ama içini öylesine ısıtıyor ki…Dünyanın böyle bir odası olmalı.
Dört beş saniye camın önünde seyre daldıktan sonra hapşırıyorum arka arkaya üç kez, annemin sesi duyuluyor mutfaktan: ‘Çok yaşa kızım!’.

Sen de gör anne! Sen de! Karşı apartmanın bahçesi dört ördekle dolu,büyümüşler nasıl da, birbirlerini kovalıyorlar güneşin altında,mutlular ördekler,mutluyum.

AYN RAND’IN BAHANESİ

il mare | 31 August 2010 09:18

Bahanelerden ibaret olduğumuzu söylüyor Ayn Rand.Kabul etmek istemediklerimizi bahaneler aracılığıyla kabul edilebilir hale getirmeye çalıştığımızı,kendimizi kandırıp kendimize göre realiteler yarattığımızı…

Haklı,fakat belirsiz,anlamsız bir dünyanın içindeyken ve asıl anlamı ortaya çıkaracak ölüm niyetine bir yaşama bahanesinin içindeyken biz, bu bahanelerin alt kümeleri diğer tüm küçük bahaneler eleştirilmek için fazla masum değil mi?

Misal;
Uzun bir süreliğine başka bir ülkeye gideceksin,istediğin zaman dokunamayacak kadar uzak olacaksın sevdiklerine.Biliyorsun ki onların yanında olmak her ölümü korkusuz kılar, fakat ellerini bıraktığın vakit, birlikte ölmekten çekinmeyeceğin insanların ölüm korkuları sarar dört bir yanını. Gidersin gene de ama,caymazsın,istiyorsundur çünkü.Ya sen yokken onlara bir şey olursa,ülkende beklenen yüksek şiddetli bir deprem mesela,ilan edilmiyor mu peşinen avaz avaz? Ama ne yapıyorsun,kulaklarını tıkama bahaneni kullanıyorsun.Sanki ölüm yokmuş,ne kadar uzağa gitsen de onlara hep yakınmışsın gibi düşünmeye odaklanıyorsun. Ölümü inkar etmek için,kendine bir realite oluşturuyorsun, İhtimallerin hepsini doğduklarına pişman ediyor,hepsini feci şekilde azarlıyorsun. Bir bilgisayar oyunundaymışsın gibi, içindeki çukurlardan çıkan biçimsiz canavarların kafalarına,daha belirmelerine izin vermeden elindeki balyozla sağlam darbeler indiriyorsun. Game,başarısızca overlandığı zaman da kadere sığınıyor,alışılır diyorsun,insanım diyorsun. İnsan olma bahanesini kalbine kan diye pompalıyorsun.

ŞAMPUAN

il mare | 24 August 2010 11:59

Uzun bir aradan sonra eski şampuanımı kullanıyorum.

Arkadaşlarımı her gün gördüğüm,
Sabah kahvaltılarımı her gün onlarla ettiğim,
O gün olunacak bir vizenin olası sorularını, etraftaki öğrenci uğultularını bastırmak için yüksek ve telaşlı ses tonlarımızla birbirimizle tartıştığımız vakitlerin üstünden epey geçtikten sonra;
Son çaylarımızın son yudumunu da yudumladıktan sonra,alıp yüklü ders notlarımızı koltuğumuzun altına,boş bir sınıf bulmaya çalışmalarımızdan ve çoğu zaman başka bölümlerin sınavları dolayısıyla, tam notlara odaklandığımız,hepsinin üstüne eğildiğimiz dakikalarda sere serpe yaydığımız dağınık notları toplayıp o sınıfı bıkkın,isyankar suratlarla terk etmek zorunda kaldığımız zamanlardan sonra,

ŞAMPUAN

il mare | 24 August 2010 10:09

Uzun bir aradan sonra eski şampuanımı kullanıyorum.

Arkadaşlarımı her gün gördüğüm,
Sabah kahvaltılarımı her gün onlarla ettiğim,
O gün olunacak bir vizenin olası sorularını, etraftaki öğrenci uğultularını bastırmak için yüksek ve telaşlı ses tonlarımızla birbirimizle tartıştığımız vakitlerin üstünden epey geçtikten sonra;
Son çaylarımızın son yudumunu da yudumladıktan sonra,alıp yüklü ders notlarımızı koltuğumuzun altına,boş bir sınıf bulmaya çalışmalarımızdan ve çoğu zaman başka bölümlerin sınavları dolayısıyla, tam notlara odaklandığımız,hepsinin üstüne eğildiğimiz dakikalarda sere serpe yaydığımız dağınık notları toplayıp o sınıfı bıkkın,isyankar suratlarla terk etmek zorunda kaldığımız zamanlardan sonra,

MAWİŞ’E

il mare | 17 August 2010 13:03

Bir arkadaşım var;
Kulakları duymaz dili lal.
Gözleri okyanus mavisi,hep diri .
Doğduğunda kulağına Gül diye fısıldamışlar, o gün bugündür hep gülüyor.
Ben hiç o kadar gülmedim.
Üç senedir yazdan yaza görüşmelerimizle sıkı bir bağ kurduk kendisiyle.

Ailesi de kendisi gibi, nasıl sıcaklar.Her sohbete giriştiğimde onlarla, çıplak ayaklarımı değdiremediğim uzak toprakları önüme seriyor gibiler,arınıyorum ruhumun gürültüsünden,yapaylıklarla boyanmış hücrelerinden.Kutsanıyorum.
Çizgilerine her daldığımda, bana umut vaad ediyorlar;sınırlarımı epeyce aşan,yıldızların çok ötesinde bir yerlerde.Rahatlıyorum.
İç dünyam basitleşiyor çok zor anladığım şiveleriyle; suratlarına doğru eğiliyorum biraz,sözcüklerin fışkırılışına yakından tanık oluyorum,nefeslerinin toprak kokusuna,en çok da sevgi dolu gözlerine.Anlamasam bile anlıyorum sonra.Birini anlamak için dilin en gereksiz kavram olduğunu anlıyorum,gerçek bir anlamanın bugüne kadar hiç anlamadığım bir şeylerden ibaret olduğuna kanaat getiriyorum.

GİTMEK

il mare | 02 August 2010 21:14

Büyük sandıklarını küçülterek,kendini büyütmektir gitmek
Büyük sandıklarını küçülterek,kendini büyütmektir gitmek

melodi

Maziden kalma hazımsızlıkların, fesatlıkların, erdemsizliğe dair ne varsa rengi soluk bayatlamış hissiyatların kulaklarımın zarlarına çarptığı bir öğle vaktindeyim.Alnım, durduğum yerde salgıladığım ter damlacıklarını, kapılarını aralayıp tüm vücuduma buyur ediyor, bunalıyorum,sıkılıyorum,yazmak istiyorum,olmuyor.
Ben yazınca ılık rüzgarlar eserdi ensemden taraf;
Arka arkaya dizilmiş söğüt ağaçları şarkılar söylerdi kulaklarıma;
Nadasa bırakılmış topraklar yalnızlıklarından dert yanarlardı toprağa hasret ruhuma,
Ben dinlerdim oturup onları üstüme saldıkları kokularını içime içime çekerek,
Kokladıkça severdim yalnızlıkları,dert yanmaları dinlemeyi,
Çıplak ayakla bir yaylanın kutsal bir noktasına ayak basarak sanki, kendi bayrağımı dikerdim tepede bir yere,
Avaz avaz bağırırdım özgürlük diye kollarımı iki yana açıp etrafımda dönerek.
Yazınca ben,uçar giderdim işte, her harf kurtuluşum olurdu, tutunup üstlerine ayaklarımı sallandırırdım,şöyle bir bakardım aşağıya, minyatür bir ben görürdüm orada,gülerdim sonra,büyümeye doğru kapardım gözlerimi,dinlemeye koyulurdum söğütlerin şarkılarını, toprakların yalnızlıklarını,toprakların kokularını…

SİNEK İLACI ARABALARI VE AKŞAM ÜZERİLERİMİZ

il mare | 19 July 2010 11:10

Akşam üzerilerimiz.Bulutlarla randevulaştığımız vakitlerimiz.

Kulaklarımızın tek bir sese odaklandığı,sanki koca bir mahalleyi süpürebilecek koca bir elektrik süpürgesinin çıkardığı uğultulu sesi beklediğimiz vakitlerdi. Vuuuvvvvv,vuuuuvvvvvv.

Bu sesin birkaç çift kulağa çalınmasıyla, ‘geliyorrrr,geliyorrr’ çığlıklarımızın, mahallenin yaşlı amca ve teyzelerini,ders çalışan ablalarını,ağabeylerini, ama en çok da zehirleneceğimizden korkan ebeveynlerimizi sövdürdüğümüz zamanlardı.

17 YAŞ SANCISI

il mare | 15 July 2010 10:58

Nasıl desem,
Sabundan sevdalarımı suyla terbiye edercesine,
Ateşten umutlarımı beyaz kağıtlara serercesine,
Seni 5 e katlayıp kendimi 55 e bölercesine,
Ya da ne bileyim;
Külotlu çorabımın üstüne yırtık pantolonumu geçirircesine,
Tabanları yıpranmış beyaz çoraplarımla,ökçeleri kahverengi siyah ayakkabılarımı buluştururcasına…
Bembeyaz bir dudak kaleminin çevrelediği dudağımı,siyaha boyarcasına…

Sanırım bu tür saçmalıklarla sevdalandım sana.
Ne yazdığımı bilmezcesine…
Çok susayınca bir kutu çikolata götürürcesine ya da okumak isteyince sayfalarca yazarcasına;
Yaşama sevinci kulağımı sağır ederken, bir idama hazırlanırcasına,
Avuçlarımı açıp ibadet ederken şeytanla dost olurcasına,
Yol almak isterken ,aldığım yolları da iade edercesine,
Tüm kapılarımı ardına dek açıp da ,her geleni geri çevirircesine,
Başım ağırmışken müziğin sesini açarcasına,
Bir fotoğraf çekilmek isterken, hep yere bakarcasına,
Bilinçli olmak isterken,bir damla senle sarhoş olurcasına,
Dengeyi felsefe edinmişken,bir bacağımı feda edercesine,
Zamanı unutmak isterken adını zaman koyarcasına,
Ve her hatırlamak istediğimde ölümü zamana yoldaş edercesine,
Mavi bir denize kucak açarken ,dirseklerimle onu, itercesine,
Farkında olmak istiyorken bir yandan,salağı oynarcasına,
Ve çok seviyorken aslında, nefrete bürünürcesine,
İşte böyle anlamsız hallerle, vuruldum sana. Demiş ya hani şair,
Ateşten bir nehri, mumdan bir kayıkla geçercesine…

Ben de öyle sevdim seni…
Çok haykırmak isteyip de hep lal e düşercesine…

BİR ‘İÇ’İMLİK SANAT

il mare | 13 July 2010 10:07

Günümün pek çok anında kendi filmimi çevirdiğimi,kendi romanımı yazdığımı, kendi oyunuma replikler düzdüğümü fark ederim.Kendi romanım,kendi filmim derken, başrolünü benim üstlendiğim bir eseri kastediyorum,ben yazmasam da olur yani,hatta hiçbir şey yapmayıp öylece hayatıma devam etsem de olur; ama maalesef beni konu edinecek henüz bir gönüllü çıkmış değil.
Kısaca,her hayat bir romandır deyişi, kendi halimi süzdüğümde epey anlamlı gelmeye başladı, kendi hayatımın sadeliğine ve birçoklarına kıyasla, anlamsızlığına rağmen.

Kendimle yalnız kalıp, her hareketimin altındaki düşünce baloncuklarını kafamın üzerinden çıkardığımda anlıyorum sinema ya da insanı yansıtan diğer tüm sanatların nasıl kuvvetli ve kutsal bir şey olduğunu.