bildirgec.org

buddhala

11 yıl önce üye olmuş, 124 yazı yazmış. 787 yorum yazmış.

Bir Sümüklü böcek; Güllü (1.bölüm)

buddhala | 15 January 2007 03:47

Hayata gözlerini açtığında, etrafında onun çekimini yapan devasa kameraları görünce, gözleri kamaştı. O yeryüzünde dünyaya merhaba diyen, ilk tüp sümüklü böcekti ve doğar doğmaz arkadaşları tarafından hürmet görmesinin yanında, karnı tok altı kuru bir hayat süreceğe benziyordu. Bilim dünyası onu, “Güllü” diye anacaktı ama hayatı düşündüğü gibi güzel devam etmeyecekti. Önce annesinin adının karıştığı porno film skandalı ve sonra babasının da kumar sevdası, hayatını zindana çevirecekti. Güllü, arkadaşları tarafından önce ilerde kelebek olacaksın şeklinde kandırıldı. Sonra sevgilisi kelebek olup uçtu ve dertlenip, yalnızlığın keşfine çıktı. Ona göre masum olan annesine, son bir not ve öpücük vererek, vedalaştı. Annesi, insanları hayvanların yaşam şekli konusunda film yapan bir şirkette aktris olarak çalıştığını, artık açık açık söylüyordu. Genelde aldığı roller ise, sümüklü böceklerin üremesiyle ilgili belgesellerdi sadece. Ama, namuslu sümüklü böcekler durumu, Güllü’ yü zor durumda bırakacak hale getirmişti tabi ki.
Güllü, yaptığı yolculukta ilk arkadaşını yolda bulduğu bir nazar boncuğuyla edindi. Onunla dertleşiyor, ona sevdiği kızı anlatıyor ve yatarken, ona sarılıp yatıyordu. Ama ilk düşmanı edinmesi fazla zamanını almayacaktı. Aynı bahçede, aynı çiçeği paylaştığı bir KarEsinek… (devamı gelecek)

Varlık ve teklik

buddhala | 15 January 2007 02:13

Dün herkesten gizli gizli kar yağmış İstanbul’ da
Gökte kayan yıldızlar gibi, süzülmüş semada
Görenler dilek tutmuş, görmeyenler yas
Avucunda yakalayanlar alıp kutulara koymuş, saklamış karı
Teninde hissedebilenler ise huzur bulmuş, yetmiş bu onlara

Bunu bana anlattığında benim de o karı görmüş olduğumubekler gibiydin
Hatta aynı dileği tutmanı dilemiştin, süzülen karlara bakıp
Arkasında bıraktığı izle kaybolan karı fark edince
Etrafına bakmıştın, senin gibi onları gören var mı diye
Yoktu ama hiç kimse, sadece o an için

Yeni özdeyişler, atasözlerimiz ve anlamları!

buddhala | 12 January 2007 19:42

Koyunun olmadığı yerde, keçiye Ali Dibo derler…
Burda atalarımız, fazla katılanın olmadığı bir ihalede, ihaleyi alanın alnının akıyla Ali Dibo olacağını söylemektedir.

Sakla fındığı, Cüneyt Zapsu yesin.
Burda da atalarımız, zamanında fındık kurdu ilan edilen, Cüneyt Zapsu’ ya afiyet olsun demektedir.

Ananı da al git!
Şair burda bayrağa seslenmektedir.

Askerlik yan gelip yatma yeri değildir.
Atalarımız burda, askerlerin başına çuval geçiririldikten sonra yatabileceğini vurgulamaktadır. Ve sözlerinin yanlış anlaşıldığını atalarımız bir basın açıklamasıyla bildirmiştir.

Bir Yudum Richard Hawley

buddhala | 11 January 2007 00:12

Richard Hawley’ e ne yazık ki, ülkemizde yeterince iyi tanımıyoruz. O kadar dinlendirici ve hayallere daldıran sesi ve müziği var ki, bir kere olsun lerki satırlarda yazacağım şarkılardan birini dinlemeniz beni anlamanız için yeterli. Richard Hawley’ in Coles Corner albümü bu senenin Nationwide Mercury tarafından seçilen 12 albümünden biri. Ama o daha çok yol katedeceğe benziyor. Şu ana kadar ki, diskografisine göz atarsak:

Mini album
23 Nisan 2001
1. Coming Home
2. Bang To Rights
3. Sunlight
4. Caravan
5. Naked In Pitsmoor
6. Time Has Made A Change
7. Happy Families

Buradan açınız!

buddhala | 10 January 2007 17:10

Sınavlar yaklaştığı için bisküvi ve kahve stoğu yapmak üzere alışverişe çıktım haftasonu. Boyuna, bilmem kaçı bir arada kahve ve çokodamlalı bisküvi ve çokosandviç aldım cephanelik. Bu saydıklarım benim uykuya ve atıştırmaya yönelik kullandığım en güzel silahlarım. Bisküviyi yolda yiyeyim derken, yine “Buradan açınız!” kısmından açmadığımı fark ettim. Eve gidip, kahve paketini yine buradan açınız diye uyaran yerden açmadığımı ve orasından açmadığım daha nice şeyler geldi aklıma. Sorun bende diye düşünürken, etrafıma göz atınca, etrafımdakilerin kullanıp attığı şeyin çoğunun orasından açılmadığını gördüm. Sigara paketleri, yeni alınmış gitar tellerinin paketleri, kredi kartı ekstrelerinin zarfları, peçete paketleri, eski usul süt ve meyse suyu kutuları, tuvalet kağıtlarının kesik yeri değilde kuvvet uygulandığı yere göre kopartıldığı ve daha bir çok “Buradan açınız!” ikazlı nesnenin orasından açılmadığını gördüm. Bunun sadece Türkiye’ de olmadığını düşünüyorum ama görmeden de konuşamam. Çoğunu orasından açmayınca kötü bir süprizle karşılaşmıyoruz ama hep de orasından açmıyoruz. Ben mesela daha yeni yeni, sigara paketini orasından açmaya başladım. Ama merak ederim, “Buradan açmayınız!” deseler ne olur?
Daha değişik uyarıların olduğu gıda veya eşya paketleri de var gerçi. Markayı hatırlamıyorum ama bir fındık paketinin üstünde “Dikkat, fındık var!” uyarısı vardı. Ya da bir Kasabın girişinde, okuma-yazma bilen böcek ve sinekler için “Böcek ve sinek giremez!” uyarısı vardı. Ya da insanlar rahatça dolaşsın diye, parkta yer alan “Dikkat, köpek yok!” ve daha niceleri.
Halk için yapılan dev indirim kampanyaları da mesela ayrı bir komedidir. Collezione’ a geçen ay atkı almak için gittiğimde, nakitte % kaç indirim yapıyorsunuz sorusunun cevabı % 0′ dı. Adam daha güzel bir kampanyaymış gibi, kredi kartına 8 taksit ve % bilmem kaç indirim imkanı var ama deyince tepem atmıştı bile. Ben kredi kartından uzaklaşmaya çalışırken, onlar iyice çember içine alıyordu beni.
Ya da Eminönü’ nde Yeraltı Çarşısı’ nda satılan uyduruk ve ilk yağmurda tabanı su geçirecek spor ayakkabıları için “Şok, Şok, Şok, spor ayakkabı 20 lira” indirimine hep gülmüşümdür. Mağaza sahibine bu konuda açılmayı düşündüm ama o kampanyayı “Şok, Şok, Şok spor ayakkabı 1 milyar lira!” şeklinde güncellerlerse ayakkabıların daha fazla ilgi çekeceğine garanti verebilirim.

SOAD ve Okan Ersan

buddhala | 19 December 2006 16:00

Okan Ersan, gitara ilk olarak 15-16 yaşlarında başladı. Gitardan önce piyano çalan Okan Ersan, o yaşlarda daha çok rock dinliyordu. Müzisyen bir babanın varlığı ve babasının bas gitarist oluşu, Okan’ a gitar çalmayı daha cazip kıldı. Rolling Stones, Deep Purple, Queen, Led Zeppelin gibi grupların da müziğine etki etmesiyle gitar ve rock, Okan için başlangıç oldu.
25 yaşına kadar sahnelerde rock müzik çalan Okan Ersan, bir yerden sonra tatmin olduğuna karar verip, o sırada da dinlediği caz müziğin büyüsüyle yeni şeylere yöneldi. Caz müzikte duyduğu, farklı akorlar, gamlar ve müzikalite Okan’ ı etkiledi ve sürekli yeni sesler arayışı içersinde oldu. Şimdi bile caz dinlemesine ve fusion çalmasına rağmen, Okan kendisini daha uzaklara, daha iyi yerlere götürecek tınılar deniyor ve etnik müziklerde dinleyip bazen daha karmaşık, bazen daha duygusal tarzlara yöneliyor.
Kıbrıs’ ta çıkan birçok albümde gitar çalmasını iyi bir tecrübe olarak gördüğünü dilegetiren Okan Ersan, üniversite eğitimini aldığı Marmara Üniversitesi Müzik Akademisinin kendisine birşey katmadığını söylüyor. Aksine kendi kendini geliştirdiğini, çok fazla müzik dinlediğini ve bunlar üstünde analiz yaptığını ekliyor.
Okan Ersan’ ın müzik hayatındaki milat ise 2003 yılında İngiltere’ de yapılan “Guitarist Magazine” adlı yarışma olmuş. Bu yarışmada yılın en iyi gitaristi seçilecekti. Okan ise kendi bestesi olan “To whom it may concern” ile katıldı yarışmaya. Bu eser binlerce yarışmacı arasından ilk yüze ve ilk ona kaldı. Nihayetinde ilk beşe seçildi ve en son ikincilik derecesiyle yarışmayı bitirdi. Bu Okan için ve KKTC için
önemli bir zaferdi. Çünkü Kıbrıs 80 bini Türk olan bir yerdi ve
izolasyonlarla ve baskılarla dolu bir gündemi vardı. İngiltere’ deki jüriler, kendi milli sazlarını bu kadar iyi çalan bir insanın
Kıbrıslı bir Türk olmasını büyük bir şaşkınlıkla izlemişlerdi.
Okan için tüm sorunlar hallolmamıştı elbet. Festival ve
organizasyonlara katılması için albüm hazırlaması ve albüm için de plak şirketi ve maliyeti karşılayacak birikim ihtiyacı vardı. Ama o anda da imdadına okul arkadaşı Aydın Cankasay yetişti. Aynı zamanda dönemin Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş; Okan’ a, “Sen çalışmalarına devam et, Kıbrıs’ ın tanıtımına katkıda bulun” dedi ve mevcut müzik
öğretmenliğinden aldığı maaş, işinden izin alsa da ödenmeye devam etti. Okan Ersan, Leverkusen Caz Festivali’ nde Kıbrıs Rum Kesimi’ nin tüm engellemelerine rağmen, Kıbrıslı bir Türk olarak davet edildi. Bu festivalde Al di Meola alt grubu olarak sahneye çıkıp bis aldı. Ve Okan, bu organizasyonda sahneden indikten sonra seyircinin Al di Meola’ nın sahneye çıkmasını sabırsızlıkla beklediğini düşünürken, seyirci
onları tekrar çağırdığını, tekrar çaldıklarını anlatıyor bize.
Erdem Koca, Cumhuriyet Cumartesi

Hayatın Kandırma Kuvveti

buddhala | 11 December 2006 23:19

Hergün birşeyler eksik oluyordu hayatta. Birgün pilav için pirinç varken diğer tarafta şehriye yoktu, ertesi gün şehriye varken bu sefer pirinç diğer rolü üstleniyordu. Birgün ketçap vardı patates yoktu, ertesi gün kızartacak patates vardı ama ketçap yoktu. Birgün sigara vardı kahve yoktu, ertesi gün kahve vardı ama sigara yoktu. Birgün baban vardı para yoktu, birgün para vardı ama baban yoktu. Birgün şarap vardı yanında sevgilin yoktu, birgün sevgilin vardı elinde şarap yoktu. Birgün arkadaşın vardı dostun yoktu, birgün ise dostun vardı ama arkadaşın yoktu…
Müziğin ahengiyle tangoya kalkan sigaranın dumanı ve kahvenin nefesi, masa üstündeki kırmızı göstergeli saatin silik ışığında sabaha kadar dans ediyordu. Ben ise onların bu tatlı dansını izleyip uykuya daliyordum. Uyandığımda ikisi de kahvaltısını yapıp gitmiş oluyordu tabi ki. Hem de yaptıkları gösteri için para bile almadan!
Saatlerdir masanın başında oturmuş ders çalışmayı bekliyordum. Yine aklıma kavramaya çalıştığım göremeyeceğim bakışaçısıyla kusursuz ahengin, görebildiğim kusurları ve kanunları geldi. Ne kadar doğru saptamalar yaptım bilmem ama bunlar hep başımdan geçen şeylerdi. Bir vardı bir yoktu. Hayatım bir Mors alfabesine çevrilebilir belki. Bir gün var olan için bir vuruş, var olmayan için bir “es” alırsak geberene kadar genel bir işaret tablosu çıkarıp bu dünyaya niye geldiğim sorusunun cevabı bulunabilir. Ufff, ben hergele bir Hegel özentisiyim!
Konumuza dönelim. Evet; ben de Arşimet’ in o çok ünlü buluşunun aliterasyonuyla, Hayatın Kandırma Kuvveti’ ni buldum. Nasıl mı? Şimdik şöyle oluyor Amirim! Bu hayat denilen zat, bir elimize emzik niyetine sevgili verirken, ertesi gün yokluğuna salya sümük ağlayalım diye elimize şarap tutuşturuyor. Birgün, babasının ölüm yıldönümünü hatırlatan en son model laptop alabilecek para verirken, ertesi gün bayramda yol parası bulamadı diye babasının elini öpmeye gidemeyecek bir sefil hayat veriyor. Birgün doğum gününü kutlayacak bir dost verirken, ertesi gün okula bir hafta bile gitmesen halini sormayacak onlarca arkadaş veriyor. Ve bu kombinasyonlar böyle uzayıp gidiyor. Bir nolu denklemde bir değişken havayı yumuşatırken, iki nolu denklemde var olup, bir nolu denklemin çözümü olacak bir değişken, bir nolu denklemin çözümünü bir nolu denklemde var olmadığı için belirsizliğe sürüklediği gibi, iki nolu denklemde olmayıp bir nolu denklemde var olan başka bir değişken de, iki nolu denklemin çözümünü sağlıyor. Böyle binlerce ve milyarlarca denklemi alt alta koyup ortak bir çözümü bulmak, haşa Allah’ a mahsustur ama ben istemiyorum x’lerim sonsuza giderken “0” a yakınsamayı! Ben istemiyorum y’nin x’e göre türevinin; hadi onu da geçtim, bana ait genel denklemin çok yaygın olan bir değişkene göre kısmi türevinin homojen olup olmayacağını ve çözümünün var mı yok mu, tekil mi özel mi olacağını? Ben istemiyorum günlük olmayı! Ben istemiyorum hergün farklı bir umutla, farklı bir Pollyanna kurgusuyla kandırılmayı! Ben fazla birşey de istemiyorum. Ama o kadar çok şey istedim ki, hiçbirşey olmadı. Birgün barkot gibi TC kimlik numaram oldu. Ona umut bağladım belki genel çözüm odur diye. Ertesi gün vergi numarası dediler. Sonra Ösym numarası, bir de baktım ösym numarası ve TC kimlik numarası aynı çözümü veriyor. Ev telefonunu denedim ama o da olmadı. Adıma çıkarttığım tüm kredi ve banka kartı numaralarını denedim yoktu hiçbirşey. Numaralar değildi tedavisi bunun. Alfabe de değildi, Mors alfabesi de değildi. Sonra pes ettim ben de. Hergün önüme atılmış parça parça ekmeklerden oluşan yolu izlemeye koyuldum. Ekmeğin gösterdiği yolu izliyorum şimdi. Karşıma ne çıkacak umrumda değil. Bugün param yoksa, tütünüm olacak elbet ya da sevdiğim biri olacak büyük ihtimal! Yarın param olunca, hayat denilen takasçıya ne vermem gerektiğini düşünmedim, düşünmem de. Zaten o bana parayı verirken, benden habersiz bir şekilde karşılığını alacaktır. Ve benim bu durumdan haberim ancak; paranın verdiği mutluluğu eski mutluluğuma yeğlemeyi akıl edince, olacaktır!

Yoldaş Rotring

buddhala | 06 December 2006 23:57

Bebekken doğumumun ilk günlerinde sanırım ağız salyamla sürekli nemli tuttuğum elbisemin göğüs hizasında nazar boncuğu vardı. Hatırlamıyorum ama fotoğraflar yeterli delil. Koca koca gözler, kıvır kıvır saçlar komşunun nazarından o ufacık nesne beni kurtarmış demek ki(!)
Biraz daha büyüdüm, bilek kısmımda uzaklardan getirilmiş yeşil ipler beni korumuş. Birkaç defa banyo yaptıktan sonra o ipler de beni terketmiş ama.
Ergenlik dönemime doğru boynumda cevşen ile dışarıya çıkmışım hep. Kendi kendimle çatışma anlarımda beni zora sokmuş bu cevşen. Bacak arasını keşfeden Pinhan, cevşen varken mastürbasyon yapmanın dalgınlığıyla günlerce kendini yiyip bitirmiş, bu derdini de kimseye açamamış yıllarca.
İlk sınavlarında yanına alacağı maddi refakatçi, ablasından kakaladığı Rotring kalem olmuş ve uğuruna inanıp aynı kalemle Lgs’ ye ve Öss’ ye iki defa girmiş, defalarca iş başvurusunda cv doldurmuş, üniversitede ve okulda sınavlara girmiş… Hala da elinde aynı kalem.
Belki ilerde evlenir aynı kalemle nikah defterine imzayı atarım. Ya da zifaf gecesinde kırmızı bir baksır giyerim. Ve benim de kıvırcık saçlı, yeşil gözlü bir çocuğum olur belki. Ve ben de onun yakasına bir nazar boncuğu iliştiririm yine.
Yılbaşına yaklaştığımız şu günlerde, yeni yılın uğur getirmesi için iç çamaşırı olarak kırmızı don giymek gibi bir inanç vardır bir de. Özellikle yılbaşı gecesi. Vitrinlerde ufak sarı ışıklar, yeşil bir arka plan veya yılbaşı ağacı, spreylerle yazılmış 2007, pamukla kar tanesi dekoru ve seyrek de olsa kardan adamlar. Tabi ki, mankenlerin üstünde kırmızı iç çamaşırları.
Uğuruna inandığımız o kadar şey var ki. İlk buluşmadan saklanan tiyatro veya sinema bileti. İlk kolye veya bileklikler. Defter arasında saklanan ilk çiçek. Bazıları anı olur, çocukluktan beri eşyaları defnettiğin hazine kutuna koyarsın. Bazıları ise en kritik anında hep yanında olur. Uğuruna inanırsın. Bu kalemdir, bilekliktir, çakmaktır…
Onu o an yanına alırsın ve savaş mahaline gidersin. Sonucu önemli değil ama. Çünkü savaştan sonra hem o hem de sen, birbirinize suçu atmazsınız veya galibiyeti birlikte kutlamazsınız. Sadece o yanında olmalıdır. Onun olmadığı bir galibiyet veya yenilgi onun konumunu zedelemez. Yerine birşey gelemez. Onu gün gelip de defn kutusuna koymazsın. Ama birgün; o, kaybolur belki. O zaman da onu başka birisi bulur, ihtiyacı olduğu yere gider çünkü. Ama sen onsuz yapabilir misin? O kayıp ilanı veremeyeceğin birşey olabilir. Ona darılamazsın da seni terk etti diye! Ardından rakı da içmezsin, efkarlanmazsın o kadar. Kaybettiğin yere birkaç gün gider bakarsın sadece. Aynısından alsan aynı tadı bulamazsın bu sefer. O gitmiştir sonsuza dek. Senin yüzünden; ama defalarca özür dilesen de, bavulunu alıp gitmiştir uzak diyarlara…
Sanırım herkesin çantasının veya odasının bir köşesinde böyle ufak, ölümsüz ama kaybolabilir nesne vardır. Bu putperestlik değil ama, çünkü elini açıp dua etmezsin ona. Sadece kilit anlarında yoldaştır sana, senden daha uzun yaşar, senden önce kaybolsa da…

“Zaman” yetmez ki!

buddhala | 02 December 2006 16:44

Zaman’ ın “Yetmez mi?” sloganıyla bilbordları süslediği şu günlerde küçük bir tesadüfü sizlerle paylaşmak isterim. Üsküdar’ da yürürlüğe sokulan içki yasağını protesto için şarap alıp İskele’ de içmeyi düşünen Deniz Som, Bedri Baykam ve Melih Aşık….., protestoyu yaptığı gün hiç içki içmemiş, sarhoş olmamış bir zat tarafından tartaklanmaya çalışıldı. Deniz Som’ un ne derecede fiziki müdaheleye maruz kaldığı bilinmez ama sarhoş olsa bile, sarhoş olmayan ve kendisine yaptığı eylem yüzünden yumruklanmaya çalışan adamdan daha aklı başında olduğu kesin! İşin komik tarafı bu yumruk atmaya girişen adamı tartışmanın açıldığı çoğu sitede kutlayan da var. Olaya cephe alanların haklı olduğu nokta Laiklik’ in kadehe indirgenmesi! Ama çoğu kişinin görmediği içki yasağını bile protestoya bunlar Din düşmanı, Laiklik manyağı, Atatürkçü mantığıyla ilkel yöntemlerle müdahele edilmeye çalışılması. Aynı şekilde zıt görüşlüleri buluşturan diğer bir nokta, bazı komutanların resepsiyon ve ordu evinde içtiği rakılar, içkiler! Evet, insanlar artık kısasa kısas hareket ediyor. Vay sen misin benim başörtüme karıştın, ben de senin içkine karışırım. İşte bu da Zaman’ ın diğer sloganı ile çelişiyor.
Kafa kafaya mı geliyoruz;
kafa kafaya mı veriyoruz?

Evet bunlar başörtüsü ile içkiyi aynı kefede tartıştıracak mantıktalar. İlginçtir ki, aynı günlerde AKP genel başkanı RTE yaptığı bir açıklamada, “Türban bizim için siyasi bir zaaftır!” diyor. Burdan hangi anlamlar çıkarılır siz de düşünün! Türbana dini bir gözle değil de, siyasi bir gözle bakıldığı aşikar!
Varsın Kız Kulesi’ ne bakarak içki içilsin. Allah için son on yılda, tecavüz olaylarına bakın hepsinde sadece içki içenler diye bir ortak nokta bulabilir misiniz? Peki son çocuk pornocuları ve Cüppeli Ahmetler? Bazılarınız diyecek ki, bulmuşsunuz aynı isimleri sayıklıyorsunuz! Evet, aynı isimleri sayıklıyoruz diye siz haklısınız o halde! Benim derdim dinle değil! Ki Kuran’ da yazan şaraptan bahsedilenin üzüm şarabı değil de hurma şarabı olduğuna dair fikirler de var. Neyse bu fikir bir kenara, isteyen içer, isteyen içmez. Ama gördük ki, içmeyenler içenlerden daha fevri davranabiliyormuş. Gördük ki, şarap yasağı sapkın hareketleri önlemek için kesin çözüm değilmiş! Gördük ki, bir tarafta birinci gelen Zaman’ ın o barış dolu reklam panolarını süsleyen sloganına rağmen insanlar, hem de Zaman’ ın sloganıyla çelişecek şekilde, içki yasağını protesto edenleri içki içmiş bir ayyaşlıkla tartaklayabiliyormuş. Gördük ki, Zaman yetmezmiş!

Gregorian

buddhala | 30 November 2006 14:57

Orta Dünya' dan günümüze gelen ezgiler
Orta Dünya’ dan günümüze gelen ezgiler

Dire Straits’ ten Brothers in Arms, HIM’ den Join me, REM’ den Losing my Religion, Metallica’ dan Nothing else Matters, Visage’ den Fade to Grey, Led Zeppelin’ den Stairway to Heaven, Eric Clapton’ dan Tears in Heaven, Beck’ ten Everybody gotta learns sometimes, Deep Purple’ dan Child in Time, Scorpians’ tan Winds of Change… Bu efsane şarkıları kendilerine has, tüyleri diken diken edici yorumlarıyla tekrar dinlemenizi tavsiye ederim. Dinlerken aklıma Yüzüklerin Efendisi ve haliyle Orta Dünya geliyor. Görüntülerindeki mistik ve büyülü havada hayal kurmanızı kolaylaştırıyor şarkılarda. Şarkılara yeni bir “milat” katıyorlar. Bazı gruplar vardır, şarkıları ilk halinden daha iyi yorumlarlar. Gregorian da öyle işte. Ayinsel ve şarkıların asıl sahibini de etkileyecek kadar büyüleyici…