bildirgec.org

aRRoGaNTe HoMbRe

11 yıl önce üye olmuş, 47 yazı yazmış. 2784 yorum yazmış.

üz

aRRoGaNTe HoMbRe | 23 October 2007 15:05

güzdü
üzdü yine, nedendir bilinmez
üzen tek bir sözdü belki
ama güze yakıştı hüzün

düzdü
hayat, bu akış, bu yuvarlanış
güpegündüz
kırıldı yine umutlar

süzdü
ama bu bakış onun değildi bu sefer
yüzündeki o pis gülümseme ise hepten beter
büzdü dudaklarını sonra

yüzdü
evet o pürüzsüz yüzdü
beni meftun eden
ama artık çözümsüzdü herşey

Kafam Bir Milyon Himmet Abi / Deli Şiir 2

aRRoGaNTe HoMbRe | 27 September 2007 09:34

orjinali için bkz.

bu aralar Himmet Abi ile takılıyoruz, oh ne iyi
Himmet Abi’yle kafaları çekip sarhoş oluyoruz her akşam, ne güzel
hoşuma gitmiyor bazen muhabbeti yavşağın
ağzına acı biber sürüyorum susuyor
şarkılar söylüyoruz birlikte
ama şarkı söylemek kim o kim, böğürüyor adeta ibne
şiir okuyorum Himmet Abi’ye bazen
anlamıyor öküz, olsun
saat 5’e vurdumu başlıyoruz içmeye
geceyarısına doğru ne yana baksam gördüğüm o
gözümü ovuşturuyorum bakıyorum yine her yerde o

Bir Garip aRRoGaNTe / Deli Şiir 1

aRRoGaNTe HoMbRe | 24 September 2007 16:30

orjinali için bkz..

istanbul’u gözetliyorum dimağım kapalı
önce hafiften bir rüzgar esiyor
yavaş yavaş açılıyor hatunun etekleri
uzaklarda çok uzaklarda olduğu için göremiyorum ne renk don giymiş..
sucukların hiç durmayan cızırtısı kulaklarımda
karnım mı acıktı ne! gidip bişeyler yiyim mina koim..

istanbul’u gözetliyorum dimağım kapalı
kuşlar geçiyor derken
aha sıçtı kafama yine biri, ulen yakalarsam..
içim çekiliyor gördüğümde dalyan gibi hatunu
ohha bana ayağını gösteriyor anlamlı anlamlı
ufaktan ufaktan tüymeli diyorum
istanbul’u gözetliyorum dimağım kapalı

Hangi P……?

aRRoGaNTe HoMbRe | 18 September 2007 12:29

Kürsünün yanında ayakta duruyordu. Yoğun ders programından bunalan öğrencilerini bir süre izledikten sonra saatine baktı. Teneffüs zilinin çalmasına yirmi dakika vardı. Tok bir sesle ” Serbestsiniz, ama ne yapacaksanız, yerlerinizde sessizce oturup öyle yapın.” diye seslendi.

Öğrencilerin büyük kısmı kendi aralarında sohbet ediyor, birkaç kişi kitap okuyordu. Bir kısmı ise bu serbest zamanı çok sevdikleri oyunu oynayarak değerlendirmeye karar verdiler. Son günlerde teneffüslerde sürekli bu oyunu oynamalarına rağmen sıkılan yoktu aralarında. Nihat gruba seslendi ” Haydiiii bastııııır. Oğlum Hulki, geçen sefer sen olmuştun Mim Kemal Öke. Bu sefer sorular benden.” İtiraz yoktu. Hemen ikili ve tek kişiden oluşan iki grup oluşturuldu. Bir müsfette kağıt bulundu. İçlerinde çizgisi en iyi olan Orhan’dı. O çizdi yine bal peteği oyun tablosunu. Tek başına yarışmayı seçmişti bu sefer. Karşısındaki rakipleri hiçbir zaman küçümsemedi. Arhan ve Hulki sınıfın başarılı öğrencileri sıralamasında üstlerde yer alıyordu. Ama korkusu yoktu, daha önce de ikisine karşı tek yarışmış ve yenmişti.

Oyun Nihat’ın ” Hangi M, dünyayı dolaşan ünlü denizcinin adıdır? ” sorusuyla başladı. Soruya cevap vermek için sıraya avuçiçi ile vurmak yeterli idi. Gayet tabii aralarında önce ben bastım/vurdum tartışmaları da yaşanmaktaydı. Fakat cevap hakkının kimde olduğunun kararı sunucuya bağlıydı. Yarışma gayet eğlenceli ve çekişmeli şekilde ilerliyordu. Oyunu oynayan dörtlü, serbest zamanlarını kendilerini geliştiren, öğretici bir bilgi yarışmasıyla değerlendirdikleri için gururlu ve mutlu idiler. Sohbet eden, birbirleriyle kavga eden, uyuyan arkadaşlarına bakıp, ulen iyiyiz beah diye iç geçiriyorlardı.

Oyuna neşe katmanın iyi olacağını düşenen Nihat, aralara muzip sorular sıkıştırmayı severdi. ” Hangi P, babası olmayana denir? ” bu sorulardan biriydi. Orhan bir hışımla sıraya avucu patlarcasına vurdu ve beklemeksizin cevapladı soruyu. O ana kadar sınıfta varolan uğultu, sadece cevap esnasında kesilmişti. Böyle anlar hep olurdu. Ani sessizlikler, herkesin birbirine bakıp gülüştüğü anlarla sonlanırdı. Ama bu sefer öyle olmadı. “Piiiiiiiiç” cevabı sessiz sınıfta bir duvardan diğer duvara yankılandı. Bütün gözler Orhan’a çevrildi. Ağzından küfür duymanın imkansız olduğu düşünülen, çalışkan, uslu, başarılı Orhan’a yönelen gözlerin hep bir ağızdan söylediği tek şey utaaaanmaaaz, terbiyesiiiiiz idi. Çok utandı Orhan. En çok da çok sevdiği öğretmeniyle gözgöze geldiğinde. Arkadaşlarının aksine öğretmenin gözlerinin anlattığı, sadece şaşkınlık ve hayalkırıklığıydı. Bu daha da yaraladı küçük öğrenciyi. Açıklanabilir miydi bu durum düzgün bir dille ? Hayır, hayır saçmalamaktan öteye gitmezdi.

Sadece “Senin yüzünden” diyebildi Orhan, Nihat’a bakıp dolu gözlerle…!

Mağara Arkadaşları / 7 uyurlar

aRRoGaNTe HoMbRe | 11 September 2007 14:45

afşin
afşin

Daha çok Ashab-ı Kehf ya da Yedi Uyurlar/Seven Sleepers isimleriyle bilinen hikaye, hem islam hem de hristiyanlık dininde kendine yer bulmuştur. Çeşitli kaynaklarda farklı şekillerde anlatılmasının yanında, hikaye genel hatlarıyla şöyledir.

Putperest bir ülkede islamı/hristiyanlığı seçen 7 kişi, dönemin imparatoru Dokyanus (Dakyus) tarafından huzura çağırılıp, dinlerini değiştirmeleri yönünde tehdit edilirler. İmparator, kendilerine belirli bir zaman tanır. Fakat dinlerinden ayrılmak istemeyen 7 genç, inançlarını korumak için yanlarında Kitmir adlı köpekleriyle birlikte bir dağa giderler ve oradaki bir mağaraya sığınırlar. Olanları öğrenen imparator, gençlerin bulundukları mağarayı kapattırarak onları ölüme terk eder. 300 küsür yıl sonra orada sürüsünü otlatan bir çoban, mağaranın ağzını kapatan kayayı farkeder ve kayayı zorlayarak mağaranın ağzını aralar. Bu süre zarfında uyuduklarına inanılan gruptan ilk uyanan köpek Kitmir olur ve havlamaya başlar. Diğerleri de uyanırlar ve içlerinden birini (Yemliha, bazı kaynaklara göre Mernuş) kente yiyecek almaya gönderirler. Yol boyu kentteki farklılığı farkeden Yemliha, bir fırına girer ve ekmek almak için kendi dönemine ait paraları çıkarınca, herşey ortaya çıkar. Kimi kaynaklara göre mahkemeye çıkarılırlar, kimilerine göre olay mucize olarak değerlendirilir ve aziz ilan edilirler, kimi kaynaklar ise tekrar uykuya daldıklarını söyler.

67 nümero

aRRoGaNTe HoMbRe | 24 August 2007 15:09

Bazılarımız için Hafif.org arada sırada baktığımız, vakit geçirdiğimiz alelade bir siteyken, çoğu hafif üyesi ya da başka bir deyişle hafif apartmanı sakini, burayı ikinci bir evi gibi görmeye başladı. Sanal da olsa bir aidiyetlik duygusu yaşatıyor bazılarımıza. Tartıştığımız, çatıştığımız, hatta zaman zaman sınırları aşıp küfürleştiğimiz üyelere bile apartmanımızdaki bir komşu gözüyle bakıp, yaşanan tatsız olaylar sonrasında onlara hoşgörü ile sarılıp, barışıbiliyoruz. Biliyoruz ki o da bu apartmanın bir parçası, sitenin bir başka rengi ve olmazsa bir şeyler eksik kalacak. O yüzden değil mi gidenlerin arkasından yazılan gitme ağıtları ? Gidenler de o sebepten dönmüyorlar mı yine..?

Yağmur

aRRoGaNTe HoMbRe | 22 August 2007 09:19

Yatağında debelendi birkaç kez ve biraz doğrulup “Bu ne gürültü ya sabah sabah..” dedi. Daha saatin kaç olduğunu bilmeden sabah olduğunu nasıl anlamıştı ? Sabah olduğu fikri günün ışıması ile mi ilgiliydi ? Bu sabah denen vakit saat kaça denk geliyordu? Sabahın üçü, sabahın ikisi kavramları sabahın bu saatlerde başladığına delil sayılır mıydı ?

Yataktan kalktı ve kendisini uykudan uyandıran sesi bulmak için pencereye yöneldi. Çöp kamyonu, konteynerleri havaya kaldırıp içini boşalttıktan sonra büyük bir gürültüyle tekrar yere bırakıyordu. Acaba uykusuna son veren sokaktaki kaçıncı konteynerin sesiydi? Önemli miydi? Bence hayır… (- sen kimsin beah? – ben anlatıcıyım. – o zaman yorum yapma dıbık, sadece anlat. – sen simdi niye böyle yapıyorsun ki güzel kardeşim? hem anlatıcıyla kavga etmek de niye?) Saatine tekrar baktı. Erken kalkmış olmasına bir yandan da seviniyordu. Yapacak çok işi vardı ve uzun bir gün olacağa benziyordu. Kahvaltıda geçen gün Bakkal Hasan Amca’dan veresiye aldığı koca bir kavanoz nutellayı götürdü. Dibini de sıyırıp göğüs uçlarına sürdü ve oradan yemeye çalıştı. (-kim ? ben mi? külliyeeen yalan. – sen kimsin len? – ben hikayedeki gencim. – anlatıcı da benim, istediğim gibi anlatırım. bu arada genç derken? ben genç olduğundan bahsetmedim henüz. – edeceksin birazdan.) İlk denemesinde başarılı olamamıştı. İkinci denemesinde elleriyle göğüslerini kaldırmak suretiyle amacına ulaştı. Fakat içinde uyanan garip histen rahatsız olup, bir daha böyle birşey yapmayacağına dair kendisine söz verdi. (-söz.) Kahvaltısını bitirdikten sonra arabasına atladığı gibi yola koyuldu.. Bu araba sevdası ve hız tutkusu ona zaman zaman bela olsa da bu tutkusundan hiçbir zaman vazgeçemezdi, ne de olsa gençti ve damarlarında doşalan kan delikandı. (-yaaa, demiştim. – neyi demiştin? – genç olduğumu. – de get !) Birden arabadan acayip sesler gelmeye başladı ve durmak zorunda kaldı. Çok sevdiği arabası aldığı günden beri ona hiç sorun çıkarmamıştı fakat bir daha bu cümleyi kuramayacağı anı yaşıyordu, arabanın lars von trier kayışı kopmuştu. (-yuuuh ! – ne var yine. – çok zorlama oldu beah – sittir eeeet.) Fakat hatasını biliyordu. İkoruku kabilesinin yaşlı bilgesi, ona zamanında çok defalar bu kayışın her 60.000 km’de değişmesi gerektiğini, aksi takdirde motoru eline alabileceğini söylemişti. Artık yoluna yayan (-yaya yaya..) olarak devam etmek zorundaydı. Bir saat kadar hiç durmadan yürüdü. Fakat ısınan küresel onu her geçen dakika daha da zorluyordu. Daha sonra bulduğu ilk çimenlik alana çöküp insanlığın tüm yaptığı yanlışlardan ötürü tövbe etti. (-tüm insanlığın mı? nasıl olur? – karıştırma yaaa…)

Yağmur duası yapmayı da düşündü ama hem yeterli kalabalığı toplayamama endişesi hem de dua sırasında ellerin yukarı mı yoksa aşağı mı bakması gerektiği konusundaki tereddütleri ona engel oldu. Ama tövbesi işe yaramıştı sanki. Küresel daha bi ferah mıydı ne? Yeterli motivasyonu sağlayanda yürüyüşüne devam etti ve işte sonunda Uzungöl‘deydi. Uzungöl’ün derinliği konusundaki tartışmalara aldırmadan kendisini serin sulara bıraktı. İçinden “Keşke sevgilim Maria da burada olsaydı.” diye geçirdi. Onu İngiltere’ye özel görevle gittiğinde tanımıştı. Güzeller güzeli Maria, uzun yıllar Afrika’da mürebbiye olarak çalışmış, Tropsolida‘nın kızına baktığı sıralarda kendisine musallat olan çanta taşıyıcısı sebebiyle mesleği bırakıp İngiltere’ye geri dönmüştü. İngiltere’deyken uzun sohbetler yapar, neden mizah ?, neden ingilizce? gibi konuları sıklıkla tartışırlardı. (-uzun zamandır sessizsin. – iyi böyle, devam et sen. -peki.) Beraber hayaller kurar ileride doğacak ikiz bebeklerine isimler seçerlerdi. Kim bilir Maria’nın kızkardeşi ikizlere ne büyük aşkla bağlanacak, uzun geceler ablasına yardımcı olacaktı. (-neydi Maria’nın kızkardeşinin adı? hikayede kullanırsak daha şık olur – bana mı soruyosun, anlatıcı sensin. – olayı yaşayan da sensin, söyle işte. inatlaşma benimle. -demin öyle demiyoodun ama,nolduuuu.. – amaaaan senle mi uğraşacam, atarım olum bi isim ben de. -bu arada ne alaka kardeşim Maria’nın kızkardeşi ve onun ikizlere olan sevgisi falan? – var bi bildiğimiz elleşme.) Jüliet, ablasının en iyi arkadaşıydı aynı zamanda. Yardım ederdi tabi ablasına. Gölün dibindeki ani hareketlenmeyi hissedince düşlerinden ve düşüncelerinden de ani bir şekilde sıyrıldı. Gölün dibindeki hareketlenme hızlanıp arttıkça, içini kaplayan korku da gittikçe büyüyordu. O an puff olmak için neler vermezdi. ( -neler? -kes bee. -ya anlatıcı, bu hikaye ne zaman bitecek, ben sıkıldım. -bitmicek len hikaye. -sen ne dengesiz, ne agrasif bişeymişsin birader. soru soruyoruz burda. bi düzgün cevap ver be. –kafam iyi abi idare et. du bi şekilde bağlamam lazım şunu.) Bütün korsan traş losyonunu topladı ve … (-neyi neyi? gerizekalı konsantrasyon o senin dediğin. – evet, düzeltiyim..) Bütün konsantrasyonunu topladı ve …PUFF. Evet evet olmuştu. Bulutların üstündeydi ve üzerinde hint el işlemeli, ekose, mavi ağırlıklı bir elbise vardı şimdi. Bütün korkularına uzaktan ve tepeden bakıyordu artık…( -bu mu şimdi senin müthiş finalin? -daha ne olsun, kafa iyiyken anca bu kadar oluyoo koçum. sen final yaptığıma dua et. – yağmur mu? -heee, yağmur.)

ham-iş : insan isteyince herşeyi başarır..:) (-oooooldu.)

Cumhuriyet rejimine kufurler

aRRoGaNTe HoMbRe | 14 August 2007 11:11

Secimden sonra iyiden iyiye cesaret bulan islamcı (!) bir dergiden, secim sonrası sayısında Ataturk İlkelerine ve Cumhuriyet rejimine küfürler.

Durumun ve pisliğin boyutunu görmek istemeyen gözlere sokacak cinsten.
Derginin kapagında “Milletin %80’i Kemalistlerden nefret ediyor!” yazmakta..Diğer bir ilginç başlık ise ” Türkiye’de Laik-Dinsizler Azınlıkta”
E.Çölaşan’ın yazısı icin buradan buyrun..!

Efe Başvekil / Şükrü Saraçoğlu

aRRoGaNTe HoMbRe | 08 August 2007 15:56

Şükrü Saraçoğlu. İsmi geçtiğinde %85-90’ımızın aklına Fenerbahçe Stadı gelir. Bu grubun belki yarısından biraz fazlası, bu ismin Fenerbahçe kulübünde 16 yıl boyunca başkanlık görevi yürüttüğünden, efsane başkan olarak anıldığından haberdardır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti tarihinde önemli bir siyasetçi, devlet adamı ve dahası 5.başbakan olduğunu bilenlerin sayısını veren yüzdelik dilimin çok büyük sayılarla ifade edilemeyeceğini tahmin ediyorum. Yakın zamanda bir televizyon kanalında seyrettiğim bir belgesel yazdırdı bana bu yazıyı. Adı Efe Başvekil. Gazeteci yazar Gürkan Hacır tarafından hazırlanmış. Aynı isimli bir de kitabı var Gürkan Hacır’ın.

İşte Şükrü Saraçoğlu;

  • Irkçı mı, halkçı mı olduğu tartışılan bir başbakan..
  • Fenerbahçe kulübü başkanıyken bile parasıyla bilet alarak maçlara giden, kiracı olarak ölen eski bir siyasetçi.
  • Milli mücadele sırasında elde tüfek dağlarda çarpışmış bir gönüllü.
  • Türkiye’nin II.Dünya Savaşı’na girmemesi için çabalamış bir hariciyeci.
  • Varlık Vergisini çıkarıp vergisini ödemeyen öğretmenini bile Aşkale’ye sürmekten çekinmeyen sert bir devlet adamı.
  • Kızını ezeli rakip G.Saray’ın yüzme takımına yazdırmaktan geri durmayan bir sporsever.

Topoş Alem

aRRoGaNTe HoMbRe | 07 August 2007 15:36

O gün işten yorgun argın çıkmıştı. Hava hala olabildiğince sıcaktı. Açık mavi t-shirtü hemen ter içinde kalmış, sırtına yapışmıştı. Yeni aldığı keten pantolonu ise biraz uzundu sanki. Yürürken paçaları ayakkabasının altına sıkışıp duruyordu. Saçlarından akan ter damlaları yürürken önüne düşüyordu. Bu sıcaklarda en iyisi kısa saç deyip, saçlarını iki numara kestirmişti daha geçen gün ama ne fayda. 30’una daha basmamıştı. Kısa sayılabilecek iş hayatı ona fazlasıyla yetmişti. Sürekli söyleniyor, Hayat mı lan bu ! dilinden eksik etmediği cümlelerin başında geliyordu. Başı çatlayacaktı sanki, en azından o öyle hissediyordu. Saatine baktı. Karaköy’den Kadıköy’e vapur 18:15’de olmalıydı. Kaçırmamak için adımlarını sıklaştırdı. Önündeki adama ilişti birden gözü. Adam resmen kıvıra kıvıra yürüyordu. Hızlı adımlarla adamı geçti, koşmaya başlamıştı. Iskeleye geldiğinde saat 18:13’ü gösteriyordu. Yetiştiğine sevindi, kaçırsa 15 dakika beklemek zorunda kalacaktı.

Her zaman oturduğu bölüme, üst katta vapurun ön tarafına yöneldi. Temiz hava belki baş ağrısına iyi gelir diye düşündü. Ha siktir dedi içinden. Yer yoktu. Boylu boyunca dolaştı üst katı. Bir o yana bir bu yana sürekli yürüyordu. Sonunda bir yere oturmaya karar verdi. Uzakta büfe bölümünün olduğu yerde bir masaya takıldı gözü bu sefer. Gri pantolonu ve mavi gömleğiyle şık giyimli genç bir adam yine kendi yaşlarında bir bayanla sohbet ediyordu. Pürüzsüzdü cildi, ne sakal ne de bıyık. Adam bacak bacak üstüne attı. Vaaay be dedi. Ulen nasıl yapıyorlar kardeşim şu işi. Ben bi türlü yapamıyorum. Oram buram sıkışıyor yahuu. Sonra adamın mimiklerine dikkat etti. El hareketleri, gözlerini büyütüp küçültmeler, bir kadının edaları gibiydi. Hem de cilveli bir kadının.