bildirgec.org

Ahmet Meliksah

11 yıl önce üye olmuş, 12 yazı yazmış. 14 yorum yazmış.

PETROL KİTABI

Ahmet Meliksah | 03 January 2008 09:55

Sanayi devriminin ardından hızla gelişmeye başlayan ve günümüzde akıl almaz bir boyutta seyreden makineleşmenin olmazsa olmazı olan ve bugün dünyanın en temel enerji kaynağı haline gelmiş olan petrol, insan hayatına modern anlamda XIX. yüzyılda girdi. Motorlu makinelerin keşfedilmesinden sonra bu makinelerde kullanılan yakıtın petrolden üretilmesi ile değerli madenler sınıfına dâhil olan “siyah altın,” başta güçlü devletler, maceraperest gezginler ve gizli servis ajanları olmak üzere, “köşeyi dönmek isteyen” herkesin rüyalarını süslemeye başladı. Petrollü arazilere hükmeden hükümdarlarla dostluklar kuruldu, arama-tarama imtiyazları alındı. Dağlarda, yamaçlarda, çöllerde, öldürücü sıcakta ve dondurucu soğukta petrol arama çalışmaları yapıldı. Petrol kuyuları açıldı, devasa rafineriler kuruldu. Toprakları ucuz fiyata “kapatılan” çiftçilerin arazilerinde açılan petrol kuyularında toprakları satın alınan çiftçiler çalıştırıldı. Vaatler yapıldı, sözlerden dönüldü. Yüzlerce, binlerce insan petrol bölgelerinde hayatını kaybetti. Büyük karteller kuruldu, topraklarını vermek istemeyen insanlar kazalara kurban gitti ve petrol imtiyazı vermeyen devletlerde kanlı ihtilaller düzenlendi. Bütün bu hummalı çalışmalar halen aralıksız devam ediyor.

Uyanma Vaktidir!

Ahmet Meliksah | 03 November 2007 18:42

Bu gece biz yatağımızda güven içinde uyurken, bizim güven içinde uyumamız için uyumayan evlatlarımız kanlı teröristler tarafından pusuya düşürüldüler. Hakkâri’nin Dağlıca mevkiinde gerçekleşen alçak pusu, bölgeden gelen haberlere göre, on yedi Mehmetçiğimizin şehit edilmesi ile sonuçladı.
Son bir ay içinde verdiğimiz şehit sayısı elliye yaklaştı. Sınır ötesi operasyon tezkeresinin TBMM’den geçmesinden sonraki ilk vahşet olan bu saldırı, hemen birkaç saat sonra bir minibüsün mayına çarpmasından da anlaşıldığına göre, son saldırı olmayacak.
Biz zehirli bir hançer gibi böğrümüzün tam ortasına saplanan bu hain saldırının şokunu atlatmaya çalışırken, Barzani ve Talabanî, Selahaddin’de bir araya geliyor ve “PKK’nın terör örgütü olduğunu kabul etmediklerini” ilan ediyorlar. Yıllardır Türkiye’nin desteği ile ayakta kalan bu insansıların, hâlâ nasıl oluyor da bu kadar pervasız davranabildiklerine şaşıyorum. Talabanî önce PKK’nın terör örgütü olduğunu kabul ediyor, daha sonra, Barzani’nin tam tersini söylemesine seyirci kalıyor. Öfkemi tepeme çıkaran şeyler bunlarla sınırlı değil: biz gözlerimizden kanlı yaşlar akıtırken Irak Parlamentosu toplanarak TBMM’den geçen tezkereyi kınamaya cüret edebiliyor.
Artık sabır taşı çatlamış durumda. Türkiye’nin sürekli diplomatik çözümlerden yana olması ve bunun içinden elinden gelen her türlü çabayı göstermesi bırakın takdir edilmeyi, ciddiye bile alınmıyor. Binlerce şehit verdik. Hâlâ vermeye de devam ediyoruz. Birkaç bin kişinin öldürüldüğü ikiz kule saldırılarından sonra Ortadoğu’yu yangın yerine çeviren ABD’li “sadık dostlarımız” susmaya devam ediyorlar. “Kendi yumurtalarını pişirmek için dünyayı ateşe vermekten zerre kadar kaçınmayan” Batılılar, hâlâ diplomasi diplomasi deyip duruyorlar.
Artık yeter. Artık tüm dünya görsün yapılmaya çalışılanları: Türkiye’nin Kuzey Irak’a girmesi PKK’nın tam da istediği şey. Akılları sıra, Türkiye’deki Kürt vatandaşlarımızı ayaklandırarak “Büyük Kürdistan”’ı kuracaklar. Bu saldırıların, hain pusuların, kalleş cinayetlerin tek nedeni Türkiye’yi Kuzey Irak’a çekmek ve bölgenin iyice istikrarsızlaşmasını sağlayarak yangından mal kaçırmak.
Maalesef, ABD de bu saldırılara çanak tutuyor. Kim bilir, belki de kendisi yazıyordur bu vahşet senaryosunu. Ne de olsa, Ortadoğu’nun karışık olması her zaman onun işine yaradı. Her karmaşada variller dolusu petrol alıp götürdü “özgürlükler ülkesine”. Her savaşta, milyarlarca dolar kazandı silah satışlarından. Belki de sadece bizi uyutmak için oynuyordur tüm o demokrasinin havarisi olma rollerini, küresel terör dediği şey belki de Ortadoğu’daki petrol kuyularının gerçek sahiplerinin ülkelerine sahip çıkma girişimleridir.
Bölgede CIA ve MOSSAD ajanları cirit atarken, ben sanmıyorum ki, Amerikalıların bu saldırılardan, PKK’nın eylem ve vahşet planlarından haberi olmasın. Türkiye uyansın artık. Üzerindeki bu ölü toprağından silkinsin ve tarihine yaraşır bir şahlanış hareketine girişsin. Yüzyıllar boyunca Ortadoğu’yu barış ve huzur içinde yöneten atalarımıza layık olmanın zamanıdır. Gerekirse topyekûn savaş, gerekirse millî seferberlik düzenlensin. Eğer kaybedilecekse bile, onurlu bir kaybediş olsun bu! Şanlı Kurtuluş Savaşımızdaki parolamızı yerleştirelim dağarcığımıza: “Ya istiklâl, ya ölüm…” Onurunu korumayanın onurunu kimse korumaz, derler; üç kuruşluk Barzanilerin-Talabanilerin istihzâsını hak etmiyor bu vatan! Uyan Türk evladı, uyan!…

İNTERNET ÇILGINLIĞI VE YABANCILAŞMA

Ahmet Meliksah | 31 October 2007 23:50

Modern çağın en önemli kazanımlarından biri olan internet, hayatımızda sahip olduğu konumu gün geçtikçe daha da güçlendiriyor. Fiyatların düşmesi ve ekonomik kullanım paketlerinin servise sunulması sonucu her eve girmeye aday olan internet, birkaç yıl önce olduğunun aksine lüks olmaktan tamamıyla çıkış durumda. Herkesin “kartında” internet ve e-posta adresleri var artık. Mağazaların ve ticari araçların üzerinde artık internet sitelerinin reklamı yapılıyor. Eşe, dosta, markete, okula, kitapçıya artık e-posta ile ulaşılabiliyor. Msn’de sesli ve görüntülü “çet” yapılabiliyor, öyle ki, neredeyse telefonların bile papucu dama atılacak. Postaneye ve telefon kulübesine gitmeyi zaten çoktan bırakmış olan modern insan, küreselleşme fantezisi ile dünyayı “küçük bir köye” dönüştürdü bile…
Sadece iletişim mi, forumlarda filmler, müzikler, resimler, elektronik kitaplar paylaşılıyor. Her tarafta internet konuşuluyor, kaçırılan dizilerin eski bölümleri Youtube’dan izleniyor. Hiçbir zaman okunmayacak olan e-kitap ve hiçbir zaman dinlenmeyecek olan mp3 koleksiyonları yapılıyor, üç boyutlu oyunlarla fantastik eğilimler tatmin ediliyor. Kitap almak için kütüphaneye ya da kitapçıya gidilmiyor. Müzik marketler sinek avlıyor. Eskiden film kiralanırdı, artık internetten indiriliyor. Kitaba, kasete, cdye, tabloya dokunulmuyor artık, hepsi bilgisayar ekranından seyrediliyor, dinleniyor. Gazete almak için gazete bayiine gitmek ise, internetle henüz tanışamamış olan küçük ve gelenekçi azınlığın talihsizliği…
Uçsuz bucaksız bir veri evreni haline gelen internetten alışveriş de yapılıyor. Kredi kartı numarası giriliyor, hoop, siparişler kısa bir süre içinde kapıda beliriyor. Araba, ev, dükkan, arazi kiralanıyor, satın alınıyor, satılıyor. Rezervasyonlar yapılıyor. Kız-erkek arkadaşlar bulunuyor. İşin kötüsü, ülkemizde henüz yirmi yıllık bir geçmişi bile bulunmayan internet, gün geçtikçe çılgın bir virüs gibi yayılıyor. Girilmemiş kalelere giriyor, istila etmek için yeni kaleler inşa ediyor, burçlara bayrak dikiyor ve katıyla çarpılan mutlu bir sayı gibi enleniyor ve boylanıyor. İnternet şirketleri sağ olsun, kıyasıya bir rekabetle, her an müşterilerine daha ucuz ve hızlı internet hizmeti sunabilmek için formüller üretiyorlar, yol kenarlarında ve sokaklarda, insanları evlerine internet almaya ikna ediyorlar.
İnternet su gibi akıyor, şimşek gibi çakıyor… İnsan internetin derinliklerine battıkça batıyor. Artık yalnızlık sendromları yok, internete giriliyor ve sanal arkadaşlarla msn’de stres atılıyor. Webcam’lerle hattın ucundakine gülücükler yollanıyor, “dostum, üzülmek için neden yok,” mesajları yazılıyor. Ücretsiz msn ifadeleri ile komiklikler yapılıyor. Modern insan bilgisayar başındaki rahat koltuğuna gömüldükçe gömülüyor ve bisküvi ile kola tüketip duruyor. Akşamüzeri arkadaşlarla buluşmaya gerek olmuyor, çünkü arkadaşlar da bilgisayar başında oluyor. Arkadaşlara şarkılar ve resimler yollanıyor. Anlamlı slayt gösterileri “forward” ediliyor ve “bunu doksan kişiye gönderenin ilk dileği yerine gelecek, inanmıyorsan dene de gör,” notu ekleniyor.
İnternet, insanı hızla sanal bir dünyanın parçası yapmakla meşgul… Yalnızlıklar, o mutlu “kendini bulma” fırsatları, sanal kalabalıklar tarafından yok ediliyor. İnsan kendine yabancılaşıyor. Duygularına ve duyularına yabancılaşıyor. Arsız bir röntgenci gibi insanı gözleyen web kameraları, insanların yatak odalarını bile dünyaya taşıyabiliyor. Sanal fanteziler insanı yeni ve keşfedilmemiş psikolojik baskılara maruz bırakıyor ve henüz çaresi bulunamamış hastalıkların pençesine sürüklüyor. Görüntülerle yaşıyor artık insan, üç boyutlu madde taklitleriyle avunuyor. Dokunma duyusunu kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya, klavyeden başka bir şeyi hissedemiyor. Elektrikler gitmeye, ekran kararmaya-görsün, sanal gerçeklikten kopan insan sanal bir mutsuzluğun kucağında buluyor kendini… Gerçi şarzlı pilleri ile uzun süre yaşayabilen “laptoplar” da var artık ya; olsun ama, yine de teknoloji bu, bazen ekran kartı yanabiliyor ya da bilgisayar bir virüs tarafından göçertilebiliyor. Aslında benim korktuğum şey, elektriklerin gitmesi ya da şarzın bitmesi değil: bilgisayarlara bulaşan ve makinenin işlem yapma özelliğini baltalayan virüslerin bir gün insana bulaşabileceği düşüncesi ürkütüyor beni… Allah korusun, ya tuşlara basamazsak!

ŞU ÇILGIN KÜRTLER

Ahmet Meliksah | 23 September 2007 00:03

ŞU ÇILGIN KÜRTLER

Leyla Zana, eski PKK elebaşısı Abdullah Öcalan’ı “terörist” olarak değil, Kürt halkının liderlerinden biri olarak gördüğünü açıkladı. On binlerce insanın ölüm emrini veren bebek katilinin bir halk lideri olarak algılanmasındaki ironi bir tarafa, kendilerini Kürt halkının temsilcileri olarak lanse eden birtakım siyasetçilerin hâlâ terör örgütü mensubu gibi davranıyor olması ürkütücü. On beş yıl önce halk tarafından gönderildikleri mecliste Kürtçe yemin etmeye teşebbüs ederek kendilerine verilen “bizi temsil edin ve sorunlarımızı çözün” görevini yarım bırakan Kürt siyasetçilerin bugün aynı hataya düşmeyeceklerini ummak istiyoruz. PKK’yı terör örgütü olarak kabul etmeye yanaşmayan DTP’lilerin, en azından PKK’yı kutsamamalarını beklemek herkesin en tabi hakkıdır. En nihayetinde, binlerce vatan evladı düştü toprağa, oluk oluk kan aktı bir hiç uğruna ve bunun sorumlusu büyük ölçüde terör örgütü. Bugün, verilecek hesabı olan bir teröristi “halk lideri” olarak görmek elbette herkesin kendi bileceği iş, ancak Kürt siyasetçilerin, temsilcileri olduklarını iddia ettikleri Doğu ve Güneydoğu’daki Kürt vatandaşlarımızın sosyal ve ekonomik dünyasını geliştirmekle görevli halk temsilcileri olduğunu unutmamak lazım. Onların en temel görevi, artık çürüğe çıkmış olan ideolojik ütopyaların peşinde koşmak değil, Doğu’nun ve Güneydoğu’nun soyut ve somut anlamda mamur hale getirilmesidir.
Temsilcisi oldukları Kürt halkı ile aralarındaki tek benzerliğin Kürt olmak olduğu Kürt siyasetçiler, seçmen kitleleri ile aralarındaki algı farklılığı bir tarafa, zihniyet anlamında birbirine zıt duruşlara sahiptirler. Tabanları ile aralarındaki uçurumu kapatma çabası içine girmek bir yana, ideolojik ön kabullerden sıyrılmayı dahi henüz başaramamış olan Kürt siyaset elitleri, politik vizyonlarını genişletmedikçe başarısız olmaya mahkumdurlar. Politik vizyonun genişlemesi ise liberal zihniyetin benimsenmesi ve küresel fenomenlerin çağdaş bir algı mekanizması ile okunması ile mümkündür. Liberalizmin küresel bir hal alması ile her ideolojik hareket gibi giderek marjinalize olan Kürt siyaseti, böyle giderse, çok değil iki seçim döneminden sonra seçmenlerini merkez sağ partilere kaptıracaktır.

GÜVENSİZLİK PROBLEMİ

Ahmet Meliksah | 25 August 2007 03:51

GÜVENSİZLİK PROBLEMİ

Olmak istediğim biri var aslında. Kirli ve yaşanılması zor olarak algıladığım bu dünyada kendimi korumak için olmak istediğim, olmak hayalini kurduğum diyeyim, biri var aslında. O kişi ki, bütünüyle benim varoluşsal kimliğimle çelişen bir karaktere sahip. Kendimle olan sert mücadelemde bir türlü onun tarafına geçmeyi ve kendimi değiştirmeyi başaramadım.
Ahlaki yargılarım ve ahlak anlayışım, temel anlamda hayatı yaşama ve ideal olarak gördüğüm hayatı tanımlama biçimimi de etkiliyor, bu bir gerçek. Ancak değerlerin sıfırlanmaya başladığı modern dünyada pek işe yaramayan ahlaki yargılarım, aslında işe yaramamasının nedeni de benim hayatım ile hayata bakış şeklim, onu tanımlayışım arasındaki uçurumdur, beni acı çekmeye eğilimli bir ruh haline bürünmeye zorluyor.
Mutlu olmak için kutsal bir aşk, sevgi ya da bunun gibi soyut özelliklere sahip algılarımın bir şekilde izole edilmesi gerektiğini bilmeme rağmen, bu izolasyon sonucu olmaya doğru gideceğim kişi benim öyle hoşlanabileceğim bir kimliğe sahip olmayacağı için bir ikilemde kalıyorum. Bunun sonucunda olan şey ise şu: iki arada bir derede kalmış bir kişilik ve umuda lanet etmesine rağmen inadına umut etmeyi bırakmayan iradesiz ve güçsüz bir karakter.
Bencillik denen cevheri yeterli dozda almalı insan. O zaman belki mutlu olabilir. Bir arkadaşımın deyimiyle “ben olmadan biz olamayız” düşüncesi her ne kadar kulağa hoş gelse de “sen olmadan biz olamayız” düşüncesinden de kurtulamıyorum. Sevdiğim insanlardan beklediğim, onlara vermeye çalıştığım şey, ama onlar bunu anlamakta çok güçlük çekiyorlar. Bana, onlara verdiğim şeyi vermekten kaçınıyorlar ve içgüdüsel olarak ilişkiyi siyasi bir düzleme çekmekten kaçınmıyorlar. Bunun sonucu güvensizliktir. Güvensizlik ise bir ilişkinin dibine dökülecek olan kibrit suyu, sevgiyi havaya uçuracak olan TNT kalıbıdır.
İlişkiler, doğaları gereği güvensizliği içinde barındırıyor. İnsanlar bu güvensizlikten kurtulmanın yollarını arıyorlar mı, bilmiyorum, ancak bildiğim bir şey var ki: insan, kendisi de dahil birilerine güvenmekte oldukça zorlanıyor. Freudyen bir bakış açısıyla, belki çocukluktan kalma bir sorun, oyuncakları ya da oyun arkadaşları ile ilgili bir problem vardır ki, hala onu çözmekten aciz kalmıştır. Ya da mutluluk denen şeyin karşıdaki insanın kendisine köle olmasından, itaat etmesinden öte bir anlamı olmadığına inanıyordur. Böyle midir bilinmez, ama güvensizlik zehirinden kurtulamadığımız da bir gerçek. Öyle ki, iki kişi arasındaki ilişkilerden tutun da, aile içi ilişkiler, anne-baba ve çocuklar arasındaki ilişkiler, aileler arası ilişkiler, partiler-görüşler arası ilişkiler, devletlerarası ilişkiler, ilişki kurabilecek araya sahip olan herkes ve her şey bu acıdan ve mutsuzluktan nasibini almış durumda.
Nasıl kurtulacağız, kurtulmalı mıyız? Öncelikle bu durumu benim gibi bir hastalık semptomu olarak görenler bu durumdan kurtulunması gerektiğini düşünecekler, ancak yine benim gibiler bu durumdan kurtulmak için partnerlerine daha fazla köle olacağı için bu olumsuz duruma herkesten daha fazla maruz kalacaklar, acı çekecekler ve mutsuz olacaklar.
Fakat bu durumu mutlu olmak için kullanılması gereken bir ilaç olarak algılayanlar, bu durumdan şikayet etmedikleri sürece mutlu olacaklar. Bu kısırdöngüsel durumda bu sorundan kurtulmak mümkün olmayacak, hatta bu durum bir sorun olarak dahi algılanmayacak.
Alışmaya çalışmak lazım…

TÜRKİYE’DE SİYASET VE İDEOLOJİ

Ahmet Meliksah | 02 May 2007 11:45

TÜRKİYE’DE SİYASET VE İDEOLOJİ

Ülkemizde, siyasi partiler ideolojik temellerden yoksundurlar. Siyasi çıkar elde etmek amacıyla Türkiye’nin temel değerlerini kesip biçmekle meşgul olup; laiklik, demokrasi, çağdaşlık vb. değişken ve gelişken kavramları kendi siyasi çıkarları doğrultusunda bir yerlere oturtup koruma vazifesi üstlenirler. Kendilerine bu görevi halkın verdiğini söyleyen siyasi oluşumların oyları çok cüz’i miktarlarda olsa bile, halkın kendilerini anladığı safsatasını sakız gibi çiğneyip dururlar. Değişen siyasi koşullara ayak uydurarak ideolojik evrimler geçiren siyasi partiler, halkın ihtiyaçlarına paralel olarak kendilerini yenileyen (!) bir düşünsel çizginin etrafında dönüp durmayı statik bir zemin üzerine inşa edilmesi gereken istikrarlı düşünsel temellere tercih ederler. Koşullara ve çıkarlarına uygun olarak çizgi değiştiren siyasetçilerin problemlere yaklaşımı ve çözüm getirme konusundaki yetenekleri de kaypak olacaktır. Aksini beklemek aşırı iyi niyetli olmak olur.

Herakleitos Saçmalamış mıdır?

Ahmet Meliksah | 06 March 2007 11:37

Aynı nehirde iki defa yıkanmamızın mümkün olmamasının nedeni, ayrı nehirlerde aynı anda yıkanamamızdır. Aynı şekilde; aynı yolda iki defa yürümemizin mümkün olmamasının nedeni de, aynı anda iki farklı yolda yürümemizin mümkün olmamasından kaynaklanır. Yürüdüğümüz yolu ikinci defa yürümek istediğimiz zaman hayal kırıklığı ile karşılaşırız, çünkü o yol artık bildiğimiz o eski yol değildir, değişmiştir; der Herakleitos. İyi de bu saçmalık, çünkü eğer yol artık eski yol değilse o zaman biz de eski biz değilizdir ve ortada artık değişmiş olan yolu yürüyecek olan artık değişmiş bir kişi vardır. Buna bağlı olarak artık “eski nehir” ya da “eski yol” diye kavramlardan bahsetmek olanaksız hale gelmez mi? O zaman Herakleitos’un ünlü “her şey akar” önermesi anlamsızdır. Çünkü “A, A’dır,” önermesi gibi bir totoloji olur bu…

Kıvılcımın Haltettiği

Ahmet Meliksah | 04 March 2007 20:20

Birkaç gün önce, bilmiyorum, belki de bir haftayı geçmiştir; odamdaki küçük masada oturmuş, sanırım bir şeyler okuyordum. O sırada oda arkadaşlarımdan birisi olan İlyas geldi. Akşam saatleriydi. Karanlık artık tamamıyla aydınlığı boğmuştu ve alem gecenin hükümranlığına hazırlanıyordu.

İyiydim. Birkaç gündür harika bir performansla on saatin üzerinde çalışabiliyordum. Bu, neşemin genelde yerinde olmasını sağlıyordu. O akşam da neşeliydim. Öyle ki, en iyi arkadaşlarımdan birisi olan İlyas ile, daha önceki tecrübelerimden onunla tartışmanın her zaman tatsız bir şekilde sona erdiğini ve en iyi ihtimalle işi şakaya vurarak konuyu kapatabilme şansımız olduğunu bildiğim halde, kadınlar üzerine bir tartışmaya girme hatasında bulundum.

Ciddi Şeyler Yapabilmek

Ahmet Meliksah | 04 March 2007 20:14

Ciddi şeyler yapmak istemiyor değildim tabi. Bir kitap yazmak yada bir enstrüman çalmayı öğrenebilmek gibi mesela. Ama yapmadım. Evet yapmadım. Hiçbir zaman bunları ya da bunlardan birini yapabilecek enerjiyi kendimde bulabilmeyi başaramadım.

Enstrüman çalabilmek için yada düzenli bir spor hayatı edinebilmek için hiçbir ciddi çaba harcadığımı söyleyemem tabi, ama ya yazmak, yazabilmek… İşte bunun için gecemi gündüzüme kattım. Okudum, okudum, okudum. Sürekli okudum ve bir gün kitap yazabilme birikim ve altyapısına ulaşabilmek için bekledim. Ama olmadı, başaramadım. Bir türlü o noktaya ulaşamadım. Birkaç kere denedim kitap yazmayı ama her seferinde utanç verici bir yetersizlik duygusu ve bezginlik hissiyle son verdim çabama.

Sevgiliye Mektup

Ahmet Meliksah | 04 March 2007 00:20

Sevgili,
Gözlerimin uykusuzluktan çatlama noktasına geldiği bu hüzünlü sabah vaktinde, sana yazma düşüncesi içime katıksız bir huzur dolduruyor. Bir de geldiğin zaman bu yazdıklarımı okuyacağın düşüncesi, bir çocuğun vecd halinde yaşadığı sevinci akıtıyor damarlarıma. Hayatımda olduğun için sana minnettarım.

Sevgili,
Sana dair özlemlerim hiçbir zaman kelimelerin ifade edebileceği dar sınırlara sığabilecek kadar sığ olmadı, bu yazılanlar, özlemimi sana sunmak değil, yalnızlığın iliklerime kadar işlediği bu yorucu vakitte bir sığınak olma işlevini yerine getiriyor.