bildirgec.org

yelken hakkında tüm yazılar

YELKENLER FORA

bellybul | 05 November 2009 15:24

Yelken sporu ile ilgilenenler oldu mu? bilmiyorum. Ancak ben taze yelkencilerden biri olarak heyecanımı tespitlerimi paylaşmak istedim. Şimdilik ilk etap eğitimi tamamladım ancak hedefim yat yarışçısı olmak. Denizi, yüzmeyi çok sevdiğimden midir bilinmez yelken sporunu hep çok kendime uygun bulmuşumdur. Ve haklı olduğumu da anladım. Yelken spordan da öte bir şey, bir tutku, heyecan,…Rüzgarın hem dost hem düşman olabileceğini öyle acımasızca anladığınız anlar oluyor ki, aslında yelken aynı zamanda doğayla mücadele, doğaya uyum dansı belki de. Bir de tabi sosyal boyutu var, takım çalışmasını bu kadar iyi yaşayabileceğiniz, ekip olmanın hatta iyi bir ekip olmanın ne kadar hayati birşey olduğunu bu kadar yakından anlayabileceğiniz başka bir aktivite aklıma gelmiyor. Bence bireysel olarak değil sadece, tüm iş yerlerinin de dikkati çekilerek kurumsal anlamda da bu spora yönelinmeli, iyi bir yelken ekibi olabilen ofis çalışanları çalıştıkları kurumu da uçurmaya muktedir olacaklardır zannımca.

Rüzgarınız bol ola, yelkene doğru yelkenlerimiz fora!

Mezestre

lagos | 03 September 2009 12:13

soğuk..
çok soğuk bu yaz gecesi.
yine de terlemeye başlıyorum,
vücut ısımı yükselten nefesin değil, rom şişesi..
kumsal zifiri karanlık,
ay bulutların arkasında,
yıldızlardan hiçbir iz yok.
sadece çok uzaklardaki birkaç teknenin ışığı gözüme takılan.
rom kokusu dalgaların kokusunu bastırıyor gibi biraz.
anlamazdım eski denizciler romu nasıl sek içermiş?
şimdi anlıyorum..
zormuş her limanda bir kelebek öldürmek.
acıtıyormuş iskelede ağlayan bir martıya veda busesi bırakmak.
dudaklarımdan gitsin diye onun tadı,
sek içiyorum ilk defa..
hissizleşiyor dudaklarım.
ısırıyorum hissetmek için.
kan tadı geliyor.
pek de iyi gitmiyor diye düşünüyorum romla kan.
senin kanın olsa belki..
ama benim kanım pis.
ruhumu arındırmak için defalarca damarlarımda dolaşan bu kan pis.
yine de arındıramayan bu kan pis..
kansızım derdin diye hatırlıyorum,
her an bayılacakmış hallerin,
ve üşürdün hep..
gereksiz ayrıntıları hatırlıyorum hep nedense.
ama sevdiğin rengi hatırlayamayacak kadar gereksiz bu balığın hafızası..
unutmak istediklerini unutamayacak kadar da seçici geçirgen..
ıslak bir kalp benimkisi.
dokunursan ıslanırsın demiştim.
gözlerinin ıslaklığı rimellerini akıtıyor.
ve yastığın kurşuniye boyanıyor, biliyorum..
geri gelecek misin sorusuna doğru yanıtı vermeyi çok isterdim.
ama yapamıyorum.
bilirsin yalan da söyleyemem.
o yüzden susuyorum..
zaten ruhum hep alargada.
o karaya hiç ayak basmıyorki..
bedenimse her vedada gözlerimin altına bir çizgi ekliyor.
zaman hiçbir şey öğretmiyor, öğreten tecrübe.
ve yine her kaçışta,
gitmek istemezcesine,
sancağım mezestre..

Adak, Emanet, Bir Küçük Aşk,.. : İzel

kahramancayirli | 18 May 2009 12:12

Adak, Emanet, Bir Küçük Aşk,.. : İzel
Kahraman Çayırlı

izel çelik ercan
izel çelik ercan

“Denizleri aşta gel kurbanın olam kurtar beni buralardan ne olur” diye hep bir ağızdan bağırmaya başlayalı 14 sene olmuş… 1995 yılında yayınlanan ilk solo albümü Adak’ta yer alan tüm şarkılar komple ezberimde durur hâlâ: Ah Yandım, Bas Damarıma, Biz Hep Böyleyiz, Hasretim, Yakışıklım, Yana Yakıla… Sonra 1997 yılında Mustafa Sandal imzalı Emanet: Bekle Biraz, Eyvallah, Kızımız Olacaktı… Tüm söz ve müzikleri Altan Çetin’e ait olan Bir Küçük Aşk: Çarşaf, Dayanamam, Galibi Sen, Yelken, Bir Küçük Aşk, Yok Yere, Ya Sus.. Albümlerinden en sevilen, en beğenilen bir-iki şarkısının ismini vermek oluyor niyetim oysa fark ediyorum ki neredeyse albümlerinin tüm şarkıları tutmuş, sevilmiş, dillere pelesenk olmuş..

2000 yılında Bir Küçük Aşk’taki şarkılarının yeniden düzenlenip tekrar basımı aydınlattı güney sahillerinin yaz gecelerini.. Aynı yıl Geceler Kara, Kıyamadım, Bebek ve Haberin Olmaz şarkılarının ön plana çıktığı Bebek albümü.. 2003 yılında Şak geldi: Aşk İhanetleri, Kime Zarar, Maşa.. 2005 yılında yol devam eder Bir Dilek Tut Benim İçin albümüyle: Anlayamazsın, Aşk Hakları, Sayın Her şeyi Bilen.. Ve şimdilik son albümü olarak da Işıklı Yol: Belli mi Olur, Hevesimi Kırma, Gurur, Gelişi Güzel Değil…

izel - emanet
izel – emanet

Felsefe kitapları okumayı, aşk filmleri seyretmeyi, doğayı ve evde vakit geçirmeyi seviyor. Nasıl da naif, iyi niyetli ve masum görünüyor. Senelerdir onca şarkı, onca röportaj, onca konser. İnsan bir kere mi asmaz suratını, sinirlenmez insanlara, terslemez etrafındakileri. Terslemiyor, kızmıyor, gülümsüyor hep, iyi görünüyor..

Şarkılarının ne kadar derinlikli olup olmadığı belki tartışılabilir ama şarkı söyleyişi ve sesiyle 90lardan Türk Popüler Müziği’ne en iyi armağanlardan biri, o. Kendi şarkılarını yazmadığı için, her albümünde farklı kalemlerle, müzisyenlerle çalıştığı için müziğinin rengi belli bir aralık içinde değişti, dönüştü. Ama ilk söylediği şarkıdan son söylediğine, takip ettiği çizginin dışına çıkmadı. Belki cesaret edemedi, belki de çizgisinden memnun, istemedi..

İyi niyetli, naif, yardımsever

Saat Ölümdür

pilli pati | 26 September 2008 10:02


Sessizce bizi izleyen bir mekanizmadır saat, geriye sarar hep. İşi budur… Dursa bile zamanı kaldığı yerden başlatamayacağımızı hınzırca hatırlatır bize. İnce ayar yaptırır, hassas değerleri ölçüsünde düzelttirir, içinde bulunduğumuz zamanı kendi yüzüne yansıttırır… Anın değerini yer bitirir. Keza, ölüm de kendine edindiği misyonda durmadan bizi gözler, hiç kimseye nasip olmayan bir hassasiyet ve sabır içinde karşılaşacağımız anı bekler. Buluşacağımız güne methiyeler dizer. Uzak ya da yakın gözlerinde ışıltılarla gülümser. Saat, ölümün içine saklanmak için seçtiği en iyi objedir. Tıpkı hayatın içine saklanmak için seçtiği en iyi objenin fotoğraf olması gibi… Karşılıklı, birbirlerine inat, birbirlerine nanik! Durur seyrederler birbirlerini öylece! Bu yüzdendir ki; her ne zaman saate bakıyorsak ölüme bakıyoruzdur ve ne zaman saati unutmuşsak, hayatı yaşıyoruzdur. Hayata birşeyler katıyoruzdur.

Saat arada bize hatırlatır hayatı geriye sardığını; bir denizden ağı yavaşça toplar gibi hayatı bizim kollarımızın arasından çekip aldığını; tik-tak’ları ile olsun ve belki sinir bozucu alarmları sayesinde… O yüzden midir ki; tatile çıktığımızda hiçbir saat ayarı yapmayız? Hayatın kollarına kendimizi salıvermek, ölüme henüz uzak durduğumuzu ilan etmek niyetiyle midir, saatlerden uzak olmaklığımız? Tekneye adımımızı attığımız andan itibaren saatlerimizi toplayan, bize günün dilimlerini hatırlatma ihtimali olan her türlü gazete, dergi, radyo artık ne bulursa yasaklayan kaptan, her seferinde, bu yüzden hayata yelken açan mıdır?

Yarışta…

kopanisti | 01 May 2008 11:15

Motora tam yol verip tekneyi hızlandırıyoruz ve stop ediyoruz. Hızlanan teknenin, pervanesinin dönmesi durunca katlanacak ve yelken seyri yaparken hızımızı kesmeyecek.

Ana yelkeni basıyoruz, rüzgar iyice hafifledi, start hattından uzaklaşmamız iyi bir start için gerekli bu havada. İyi bir start eğer büyük hatalar yapılmaz ise yarışı kazandıran en önemli andır.

işaret bayrakları
işaret bayrakları

10:25 korna ile sınıf bayrakları toka ediliyor, diğer tekneler ile pozisyonumuzu kontrol ediyoruz, hata yaparak ceza dönüşü almak bu hafif havada fazlaca zaman kaybettirir. 10:29 bir korna ile hazırlık bayrağı arya ediliyor starta 1 dakka var, direk dibi elemanı balon mandarıelinde hazır, vinççiler hazır, dümenci çok dikkatli start hattına doğru ilerliyoruz, hemen balon bas komutu geliyor, balon basılıyor, rüzgâr doldurmaya başlıyor, start hattına yaklaşık 20-30 metre kaldı, diğer tekneler ile çapariz durumumuz yok önümüz açık. 10:30 korna ile sınıf bayrakları arya ediliyor, start hattından 20-30 saniye kadar geç geçiyoruz. Balonumun dolu, rüzgâr 120 dereceden esiyor. Bizde önce 3 tekne hattı geçerek start aldı, arkamızda 3 tekne bıraktık, önümüzdeki tekneler hızlı ve donanımlı yarış tekneleri,
pozisyonumuz gayet normal.
Açıklarda denizde bir koyuluk seçiliyor, bu orada rüzgâr olduğunun ve sağnakların işareti. O bölgeye girip ordaki rüzgârı kullanmak istiyoruz. Önümüzdeki tekneler de oraya yöneliyorlar. Arkadaki tekneler ile fark açılıyor, öndeki tekneler bizimle arayı açıyorlar. Karaburun iskelesi arakamızda bıraıyoruz.

Karaburun’da…

kopanisti | 30 April 2008 13:55

Evet nerde kalmıştık. Hah tamam tekneyi Saipaltı barınağında emniyete aldıktan sonra Karaburun’a iniyoruz. Belediye Başkanı minübüs ile ring seferi organize etmiş, hazır olanları İskele’deki pansiyonlara transfer ediyor. Sıcak su ile duş almak iyi geliyor, temiz kıyafetler giyip kokular sıkarak dışarıya atıyoruz kendimizi, iskelede biraz yürüyüp dağları yeşilliği seyrediyoruz. Karaburun birkaç özel şeyle çok meşhurdur.

Enginar, belki de Türkiye’nin en güzel enginarı burada yetişir. İlk ürünü İstanbul’dan gelip tarladan kaldırır götürür konserveciler, ikinci hasat da taze taze satılır, bir kısmını köylüler yol kenarında kurdukları tezgâhlarda ve merkezde haftada 2 gün kurulan pazar yerinde satarlar. Enginarın en lezzetli zamanı kafasının bir hanım yumruğu büyüklüğüne ulaştığı zamandır, 2o dakkada pişer, çok leziz olur, bunun yanında bakla da yetiştirilir tarlalarda. Tamamen organik mis gibidir.

4 adet enginar alırsınız saplarını keser dış yapraklarını beyazlar gözükene kadar koparırsınız bu arada limonla ovmayı unutmazsanız enginar kararmaz, bıcakla uç kısımlarını keser atarsınız, içini bir kaşık yardımıyla oyar tüylerinden ve sert iç yapraklarından arındırır suda biraz bekletirsiniz, ister bütün ister 4 parça ister ikiye bölerek. Yarım kilo da bakla ayıklarsınız onları da suya atarsınız ki kararmasın. Onlar suyun içinde banyolarını yaparken 2-3 tane taze soğanı beyaz ve yeşil kısımlarını birlikte ince ince kıyarsınız, dereotunu ayıklayıp onu da ince ince kıyarsınız. Çelik tencereye enginarları, üstüne baklaları, üstüne kıyılmış taze soğanları koyarsınız miktarını isteğinize göre ayarlayıp şeker ve tuz ilave edersiniz, yarım su bardağı su ekleyip kısık ateşte 20 dakika pişirirsiniz, mis gibi olur. Bunu bir servis tabağına alırsınız ki tencerede sıcakta kalıp pişmeye devam etmesin, soğumaya dursun. Soğuyunca üstüne Karaburun’dan aldığınız zeytinyağını salataya döker gibi bocalarsınız, en üstüne de kıyılmış dere otunu serpiştirirsiniz.
Tırnak içinde söylemeliyiz, yemeğe bilerek, pişerken zeytinyağı eklemiyoruz, çünkü 80 dereceyi geçen sıcaklıkta zeytinyağı özelliğini, sağlığını, aromasını kaybediyor ve artık zararlı madde üretmeye başlıyor.

Denizde…

kopanisti | 29 April 2008 11:09

Sabah Dalyanköy’deyiz. Teknede buluşuyoruz. Hava serince ve bulutlu, deniz dalgalı ve rüzgarlı. Hazırlıklar tamam, eşyalar yerleşti, yelkenler hazır. Sıcak gevrekler, tulum peyniri, sıcak çay ile güzel bir İzmir kahvaltısı yapıyoruz. Yola çıkma vakti, toparlanıyoruz. Limadan ayrılıyoruz. Hava sert 1 camadan ile anayelken basıldı, sert hava cenoası açıldı, bu şekilde dalgalardan dolayı yalpalamadan motor-yelken ikilisi ile rahat bir yolculuk yapabiliriz. İstikamet Karaburun, mesafe 32 deniz mili ancak tramolalar ile gideceğimizden bu mesafe 40 mile kadar uzayabilir.

Ildır Körfezindeyiz adaların arasından Ege’ye açılacağız. Adaların kuytularında çipura ve levrek üretim havuzları daha açıklarında orkinos çiflikleri. Eşek Adası önünden geçiyoruz. Ada’da eşekler yaşadığından bu isim verilmiş. Belediye onlara yiyecek ve su getiriyor, eşekler hayatlarından memnun, adanın tek ve büyük bir kumsallı koyu var. Yazın tur tekneleri cıstak cıstak müzik eşliğinde bu kumsalda yüzme molası verir. Tur fiyatına yemek dahil, ızgara köfte makarna ve salata, içecekler ekstra. Bikinili kızlar güvertede göbek atar ve terleyince cup denize atlarlar. Eşekler insanlara alışkın sahile kadar inerler.