bildirgec.org

yabancılaşma hakkında tüm yazılar

Yabancı Değil

Bedrettin Dunkucocuk | 11 April 2010 17:23

“Hayır, ben yabancı değilim.” dedi Fransızca , herhangi bir Fransızın anlayamayacağı bir aksan ile.

Kanada?? Hayır, hayır…

Ayakları otobüsün tabanına yapışmıştı. Sabah oldu bu, sabah. Reçel orduları sevkıyatın ana hedefi bir dilim ekmek yerine, ayakkabının üstünü daha uygun bulmuşlardı. Ya da, yerçekiminin kendisinden daha aç olduğunu da düşünebilirdi.

Zeki olduğu için yaradana şükretti. “Dieu merci!” değil, bildiğin şükür. Yoksa, ayağının altındaki kauçuğun eridiğini dahi düşünebilirdi. Hava sıcak olsa korkutmazdı bu onu, ama böyle bir soğuktaki olası bir erimeyi sebeplere bağlayamazdı, cehenneme hükmederdi. Biliyordu ki, cehennemde kimse birbirinin dilini anlamayacak.

Modern Topluma Dair Sıkı Bir Taşlama: “Den Brysomme Mannen”

768 | 22 February 2010 12:21

Yönetmen Jens Lien‘in Per Schreiner‘ın senaryosundan uyarladığı, Türkçe’ye “Uyumsuz Adam” ya da “Sorun Yaratan Adam” olarak çevrilmiş 2006 yapımı oldukça kaliteli bir film. Ülkemizde henüz çok tanınmayan bir yönetmen olan Norveçli Jens Lien, bu filmiyle aslında bir anlamda kapitalizmi meşrulaştırmak için ortaya attığımız “modernizm” kavramını birçok yönüyle irdeliyor. Aşk, seks, iş ve ev hayatına dair çeşitli olaylarla; konformizmin tavan yaptığı bir toplumda bireyin yaşadığı yabancılaşma ve beraberinde gelen yalnızlaşma anlatılıyor. Film, daha ilk sahnedeki ilginç öpüşme sahnesiyle seyirciyi kendine çekmeyi başarıyor.

Hürriyet Ananın Güya G.tünden Doğmuşuz

Kuduz maymun | 16 December 2009 13:27

04.40

Dün berbat bir gün geçirdim. Şimdi Marks’ı çok daha iyi idrak ediyorum. Uzun zamandır, ne halta yaradığı konusunun beni doğrudan ilgilendirmediği bir iş için günümün 11 saatini vermemiştim. Biliyorsun, anlatmıştım.

05.34

Tam gün ders verdiğim yıl da, böyle çok erken kalkıp akşam geç dönüyordum. Ama orası farklıydı. Değeri kendim yaratıyordum. Ben karar veriyordum. Bazen konuları yetiştirmek için gemi azıya alıyor, ayrıntılara dalıp gençleri düşünmeye itiyor, bazense alabildiğine esnek, gevşek dersler yapıyor, aynı zamanda eğleniyorduk. Bunu ben yapıyordum ve parası az, tatmini yüksek birşeydi. Eminim ki, dersimi alan öğrencilerin de tatmin düzeyi yüksekti. Dersimi asan olmuyor, yarısında bile yetişseler koşup giriyorlardı derse. Sigara molası, çay molası serbest, sohbet etmek isteyen fikrini derslikte paylaşabiliyor ve her dersin ilk 7-8 dakikası gündem tartışmalarına ayrılıyordu. Çok alışmışlardı buna. Hoşlarına gidiyordu. İşin güzel tarafı, öğrettiklerimi de öğreniyor olmalarıydı. Pırıl pırıl gençler…

Ingilizce, Çince ve Türkçe

webking | 10 December 2009 12:05

Ingiltere, malumaliniz ingilizce’nin vatanı olması nedeniyle, oxford, cambridge vb. semtlerinde bulununan üniversiteleriyle, çeşitli ülkeleri bir yüzyıl boyunca etkisine almış ve sömürmüş tecrübeli bir ülkedir. Bu dış ilişkiler sonucu ingilizce dünya çapında yaygın ve adeta her insanın bilmesi beklenen bir dil haline gelmiştir. Geçen yıl çin’de bulundum ancak ingilizce konuşulan yerlerin sadece batı toplumları olduğunu bir kez daha anladım. Benim konuşmaya çalıştığım hiç bir çinli insan ingilizce’nin “i” sini bile bilmiyordu. Dünyanın 3’te birinin çinli olduğunu düşünürsek en azından %3’ünün de ingilizce bildiğini farzedersek, dünyadaki en azından %30 insan ingilizce bilmiyor demek oluyor, bu sadece Çin’de tabii bunun dışındaki ülkelerde de mutlaka ingilizce bilmeyenler vardır. Bu da daha yüksek bir oran demek oluyor yani o kadar da iyi sömürememişler dünyanın bu kısmını.
Tabii bu devirde para kazanmak veya bir işe girmek isteniyorsa mutlaka ingilizce bilmek gerekiyor, ve çince bilmenizin pek bir yararı yok, ancak çinlilerin hepsi çince bildiğine göre ve bu da dünyada her üç kişiden biri ise, böyle büyük bir kitlenin konuştuğu dili bilmek özellike iş adamları için kesinlikle bir artı olacaktır. Ingilizce eğitimi mutlaka önemli ve yüzünü batıya dönmüş olan ülkemiz bu nedenle ingilizceyi hızla öğreniyor ve ülkemizin ikinci dili kürtçe veya lazca değil, kesinlikle ingilizce olmuş durumda. Bunda tabii Amerika’nın da etkisi yok değil, malum bu ülkede de değişik bir aksanda olsa bile yine ingilizce konuşuluyor. Amerika’nın nüfusu ise ingiltere’ye oranla oldukça fazla ve daha da önemlisi bu iki ülkenin dış işleri çok kuvvetli. Öte yandan sosyalist bir yapıdaki çin tamamen kapalı bir toplum. Bu nedenle çince, ingilizce’nin hızında yayılamıyor.
Ingilizce veya çince bir yana Türkçe ne durumda diye bir bakarsak durumun acıklı olduğunu söylebiliriz. Bizim Türk menşeili olarak bildiğimiz hiç bir ülke Türkçe konuşmuyor. Bunlar tam tersine Rusça’yı gayet iyi biliyorlar, çünkü ticareti Rusya ile yapıyorlar, onlara bağımlılar ve daha az güçlü olan Türkiye’ye ve diline pek bir ihtiyaçları yok. Hatta Kuzey Kıbrıs Türkleri bile Türkçe’yi mümkün mertebe kullanmamaya özen gösteriyorlar. İlginç’tir, para’nın ve dış ilişkilerin gücü burada ortaya çıkıyor ve ülkenin prestiji’de böylelikle tartılıyor.
Türkçe’mizi ingilizceleştirme çabaları da gitgide yaygınlaşıyor tabii, dürümcü; dürümland, kahveler;cafe, eposta;mail, bakkallar;market, siteler;rezidans oldu bile. Bu isim değişikliğini neden yapıyorsunuz diye sorulduğunda ise alınan cevap hep aynı. “Bu şekilde daha çok insan talep gösteriyor, veya daha şık duruyor” şeklinde. Türk dil kurumu bence bu durumu görüp özellikle yeni giren yabancı kelimelerin yerine, Türkçe olanların bir çok varyasyonunun türetmeli ve gençler arasında hangisinin tuttuğunu test edip bunu yaygınlaştırmalı. Malum genç bir toplumuz ve gençlerimiz dil alışkanlıklarımızı oluşturan kişiler, aslında. Ülkemizin içinde, dilimizde ve kültürümüzde yabancılaşma bizim kaçınmamız gereken şeylerin başında gelmeli. Çünkü dilimiz ve kültürümüz çok güzel, diğer ülkelerin görüp te örnek alması gereken düzeyde. Bu konularda örnek alımlar yerine teknolojik konularda bizden ileri ülkelerden faydalınılabilir, o kadar. O da tabii bizim onlardan daha iyi teknoloji üretebileceğimiz düzeye geldiğimizde bitecektir, ki ülkemizin potansiyeli ve zeki insanlarımızın dünya çapında yaptıkları ortada.

RE…

il mare | 19 November 2009 09:27

Kendime yabancılaştığım yetmiyormuş gibi,her gün muntazaman yabancı kelimelerle vurguluyorum halimi..Vurguladığım her kelime henüz sahip ve ait olmadığım ama bir yerlerden aşina olduğum kelimeleri teker teker eksiltiyor,ben de eksiliyorum.Harflerinin, adını oluşturma ihtimalleri olmayışlarından ötürü yabancı bir dile yönelişim,senin olmadığın biryerlerde kendimi buldurtacak diye umarken,ağır geliyor uzun zaman sabit kalmışlıkların göçü.Tanıdığım ve adını yazmak için yarışan telaşlı ve henüz büyümemiş harflerin karşı diyara geçerkenki kanat çırpışlarının rüzgarı,zaten yerini bulamamış,adi melodilerde asılı kalmış adımı alııp götürüyor…Ardında tozlu bir tabaka bırakacak kadar kirli ve kendini kanatlara teslim etmeye dünden razıca hafif ve zayıf ve…
Siliniyorum işte gitgide…
Neden?
Sen yazılıyorsun diye…

13.01.2007

Gergedanlaştıramadıklarımızdan mısınız ki ?

cahitgun | 28 August 2009 10:05

Absürd tiyatro akımının kurucularından Ionescu (1912-1994) , GERGEDANLAR adlı tiyatro eserinde insanların trajikomik dönüşümünü o kadar absürd anlatmıştı ki sanki bugünün Türkiye sinin insan manzaralarını anlatıyordu.

Şimdi çok çeşitli gergedanlarlar var kimi beyoğlunda punk renklerinden makyaj yapmış yatar yapıkredi kitapevinin basamaklarında, kimi fatih de arap çöl adamı ve kadını kostümü ile dolaşır.Kimi bronz teni ve marka makyajı dolaşır akmerkezde, kimi kapalı çarşıda dolaşır figüran kostümüyle.

YABANCILAŞMA

Thing | 20 June 2008 10:11

Her gün gelişen ve gelişimi durdurulması imkansız hale gelen teknoloji toplum yaşamında çok özgün bir olay meydana getirdi. YABANCILAŞMA ilk olarak 18. yüzyılda JEAN JACQUES ROUSSEAU tarafından politik bir içerikle daha sonraki yüzyılda HEGEL ve MARX ile felsefi boyuta taşınmıştır.

HEGEL
HEGEL
MARX
MARX

Rousseau, kalvinci cenevre cumhuriyetin’de gördüklerinden, bir halkın milletvekilleri ile temsil edilince kendi yaşayışına yabancılaş-tığıhalk olmaktan çıktığı sonucuna varmıştı.

HEGEL yabancılaş-ma kavramını dialektiğin bir öğesi olaraktan öngörmüştü. Bu dialektiğin hareket noktası tin veya ide’dir. Tin ya da ide, asıl varlıktır ve mutlak özgürlüktür. Ancak her ikisi de realiteden yoksundur. Tin realite kazanmak için kendi dışına çıkar ve kendini dışlaştırır. Ve kendini dışlaştırmasıyla doğa varlığı meydana gelir.

İNTERNET ÇILGINLIĞI VE YABANCILAŞMA

Ahmet Meliksah | 31 October 2007 23:50

Modern çağın en önemli kazanımlarından biri olan internet, hayatımızda sahip olduğu konumu gün geçtikçe daha da güçlendiriyor. Fiyatların düşmesi ve ekonomik kullanım paketlerinin servise sunulması sonucu her eve girmeye aday olan internet, birkaç yıl önce olduğunun aksine lüks olmaktan tamamıyla çıkış durumda. Herkesin “kartında” internet ve e-posta adresleri var artık. Mağazaların ve ticari araçların üzerinde artık internet sitelerinin reklamı yapılıyor. Eşe, dosta, markete, okula, kitapçıya artık e-posta ile ulaşılabiliyor. Msn’de sesli ve görüntülü “çet” yapılabiliyor, öyle ki, neredeyse telefonların bile papucu dama atılacak. Postaneye ve telefon kulübesine gitmeyi zaten çoktan bırakmış olan modern insan, küreselleşme fantezisi ile dünyayı “küçük bir köye” dönüştürdü bile…
Sadece iletişim mi, forumlarda filmler, müzikler, resimler, elektronik kitaplar paylaşılıyor. Her tarafta internet konuşuluyor, kaçırılan dizilerin eski bölümleri Youtube’dan izleniyor. Hiçbir zaman okunmayacak olan e-kitap ve hiçbir zaman dinlenmeyecek olan mp3 koleksiyonları yapılıyor, üç boyutlu oyunlarla fantastik eğilimler tatmin ediliyor. Kitap almak için kütüphaneye ya da kitapçıya gidilmiyor. Müzik marketler sinek avlıyor. Eskiden film kiralanırdı, artık internetten indiriliyor. Kitaba, kasete, cdye, tabloya dokunulmuyor artık, hepsi bilgisayar ekranından seyrediliyor, dinleniyor. Gazete almak için gazete bayiine gitmek ise, internetle henüz tanışamamış olan küçük ve gelenekçi azınlığın talihsizliği…
Uçsuz bucaksız bir veri evreni haline gelen internetten alışveriş de yapılıyor. Kredi kartı numarası giriliyor, hoop, siparişler kısa bir süre içinde kapıda beliriyor. Araba, ev, dükkan, arazi kiralanıyor, satın alınıyor, satılıyor. Rezervasyonlar yapılıyor. Kız-erkek arkadaşlar bulunuyor. İşin kötüsü, ülkemizde henüz yirmi yıllık bir geçmişi bile bulunmayan internet, gün geçtikçe çılgın bir virüs gibi yayılıyor. Girilmemiş kalelere giriyor, istila etmek için yeni kaleler inşa ediyor, burçlara bayrak dikiyor ve katıyla çarpılan mutlu bir sayı gibi enleniyor ve boylanıyor. İnternet şirketleri sağ olsun, kıyasıya bir rekabetle, her an müşterilerine daha ucuz ve hızlı internet hizmeti sunabilmek için formüller üretiyorlar, yol kenarlarında ve sokaklarda, insanları evlerine internet almaya ikna ediyorlar.
İnternet su gibi akıyor, şimşek gibi çakıyor… İnsan internetin derinliklerine battıkça batıyor. Artık yalnızlık sendromları yok, internete giriliyor ve sanal arkadaşlarla msn’de stres atılıyor. Webcam’lerle hattın ucundakine gülücükler yollanıyor, “dostum, üzülmek için neden yok,” mesajları yazılıyor. Ücretsiz msn ifadeleri ile komiklikler yapılıyor. Modern insan bilgisayar başındaki rahat koltuğuna gömüldükçe gömülüyor ve bisküvi ile kola tüketip duruyor. Akşamüzeri arkadaşlarla buluşmaya gerek olmuyor, çünkü arkadaşlar da bilgisayar başında oluyor. Arkadaşlara şarkılar ve resimler yollanıyor. Anlamlı slayt gösterileri “forward” ediliyor ve “bunu doksan kişiye gönderenin ilk dileği yerine gelecek, inanmıyorsan dene de gör,” notu ekleniyor.
İnternet, insanı hızla sanal bir dünyanın parçası yapmakla meşgul… Yalnızlıklar, o mutlu “kendini bulma” fırsatları, sanal kalabalıklar tarafından yok ediliyor. İnsan kendine yabancılaşıyor. Duygularına ve duyularına yabancılaşıyor. Arsız bir röntgenci gibi insanı gözleyen web kameraları, insanların yatak odalarını bile dünyaya taşıyabiliyor. Sanal fanteziler insanı yeni ve keşfedilmemiş psikolojik baskılara maruz bırakıyor ve henüz çaresi bulunamamış hastalıkların pençesine sürüklüyor. Görüntülerle yaşıyor artık insan, üç boyutlu madde taklitleriyle avunuyor. Dokunma duyusunu kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya, klavyeden başka bir şeyi hissedemiyor. Elektrikler gitmeye, ekran kararmaya-görsün, sanal gerçeklikten kopan insan sanal bir mutsuzluğun kucağında buluyor kendini… Gerçi şarzlı pilleri ile uzun süre yaşayabilen “laptoplar” da var artık ya; olsun ama, yine de teknoloji bu, bazen ekran kartı yanabiliyor ya da bilgisayar bir virüs tarafından göçertilebiliyor. Aslında benim korktuğum şey, elektriklerin gitmesi ya da şarzın bitmesi değil: bilgisayarlara bulaşan ve makinenin işlem yapma özelliğini baltalayan virüslerin bir gün insana bulaşabileceği düşüncesi ürkütüyor beni… Allah korusun, ya tuşlara basamazsak!

Kendine Bile Yabancı Olmak

miss unique | 13 August 2007 12:21

Kendimi uzaktan, çok uzaktan izler gibiydim. Sanki ben bir filmin içinde rol alan aktristim, diğer ben de o filmi izleyen seyirci.. Kendi bedenime, duygularıma, fikirlerime yön veremiyor; sadece uzak bir köşeden olanlara bakıyordum. Bir sonsuzluğun içinde gibiydim.. Hayat akıyor ama ben o hayata hiçbir yerinden dahil olamıyordum. Gerçeklik kavramı zihnimdeki anlamını yitirmişti. Hiçbir şey hissedemez olmuştum. Oysa ben sürekli pozitif olmayı, hayatı ve onu dolu dolu yaşamayı seven biriydim. Belki de bu halim, o yüzden kendime bu kadar yabancı gelmişti.
Ağustos ayı ELLE dergisinde aynı başlıkla okuduğum yazı, bunun ” depersonalizasyon” yani ”yabancılaşma sendromu” adında bir psikolojik rahatsızlık olduğunu söylüyordu.
Hayır tabiki hastalık hastası gibi davranıp kendimi sorunlu ilan etmedim bunun üzerine 🙂
Sanırım herkes zaman zaman böyle duygular yaşayabiliyor sizin de haberiniz olsun kendinizden korkmayın istedim 🙂

türkçemize sahip çıkalım

beyrek | 22 March 2007 06:39

Tanıtımın demo, sunucunun spiker,
Gösteri adamının showman, radyo sunucusunun discjokey,
Hanımağanın first lady olduğuna şaşıranınız var mı?

Dükkânın store, bakkalın market, torbasının poşet,
Mağazanın süper, hiper, gros market,
Ucuzluğun damping olduğuna kananınız var mı?

İlân tahtasının billboard, sayı tabelâsının skorboard,
Bilgi alışının birifing, bildirgenin deklârasyon,
Merakın uğraşın hobby olduğuna güleniniz var mı?

türkçe’nin yabancılaşmasını anlatan bir şiir, işte devamı.