bildirgec.org

ulvî meseleler hakkında tüm yazılar

“SOSYAL”

cellatlina | 24 December 2008 12:16

sadi güran, akvaryum
sadi güran, akvaryum

İnsanoğlunun sosyalleşme isteği mi vardır yoksa bu bir içgüdü müdür tartışılır ama “sosyalleşmek” artık doğal bir edim olarak algılanıyor.

Bir insan evladını tanımak ve kendini ona tanıtmak da gitgide kolaylaşır oldu.

“Sorgulama” istiyorum…

Çok değil “10 sene evvel”ine gittiğimizde cep telefonları ve internetin günümüzdeki kadar yaygın olmaması bizi çeşitli sosyalleşme ortamlarına itmekteydi. Bildiğimiz ve sık gittiğimiz kafeler mi ya da okul, iş “müthiş sosyal olma” imkanı veren ortamlardı. Şimdi de öyle, diyeceksiniz. Ama o zamanlar üç ay önce gördüğümüz bir kişiye tekrar ihtiyaç duymamız halinde telefon rehberine sarılıyorduk facebook‘a değil.
Ya da evini buluyorduk, belki posta kutusuna bir not bırakıyorduk, komşusuna
“ben eski arkadaşıyım, beni şu numaradan arasın” diyip not bırakıyorduk -ben yaptığımı hatırlıyorum-.

içgüdüsel soru: kimmiş hayvansever?

cellatlina | 01 December 2008 19:03

‘Bizimle birlikte yaşayacağına göre,’ diyoruz, ‘bizim düzenimize uysun.’ Doğru. Her konuk, az ya da çok, bunu yapar zaten. Evin düzenine uyar. Uymayanın ‘konuk’luğu sona erer. Ama hayvanlarımız konuğumuz değil. Yaşam ortağımız.

Evet, Bilge Karasu Bir Hayvanla Yaşamak adlı denemesinde böyle demişti. Nice hayvansever yazar vardır fakat bu konuda ilk aklıma gelen o oldu. “Ne Kitapsız Ne Kedisiz” adlı kitabından olsa gerek. Ne güzel bir kitap ismi!Şimdi “hayvansever” ne demek bir bakalım… Evde bir çok hayvan beslemek, hayvansever olmak mıdır bunu bir düşünelim. “Yaşam ortağımız” olmasına karar verme hakkına sahip miyiz, bu ayrı konu, yani bir başka canlıyı iradesi olmamasından faydalanarak yavruyken ya da yaşını/yaşlarını doldurmuşken evimize almaktan bahsediyoruz. Doğadan olmalarına rağmen “medeniyetleşme”mizden ötürü şehirlerde yaşamak zorunda kaldılar çoğu,bizler gibi. Bizimle yaşamaya devam ediyorlar, hakları bile var! Bizden daha masumlar, hayatla mücadele etmek zorunda değiller; zira işe gitmiyorlar ve karınlarını doyurup yavrularına (çoğu kısırlaştırıldığı için “varsa” demeli) bakmaları ve yaşamlarını sürdürmeleri kafi. Halbuki bizler daha çok zorlukla yüzleşmek ve savaşmak zorundayız. Çoğumuz, çoğu kedinin yaşadığı “çöp tenekesinde karın doyururken kafasına düşen poşetin yarattığı acı” hissini yaşamamışızdır ama manevi olarak, çoğu kedinin yaşamadığı, “yaptığımız iyiliğin müsait yerimize girmesinin acısı”na alışığız. Bu durumda bizden daha masum bir toplumla karşılaşıyoruz. İyilik yapmıyorlar dolayısıyla bu onlara acı vermiyor. Dolayısıyla “iyilik yaparsam anamı ağlatırlar” anlayışları yok ve bu yüzden kimseyi de sömürme isteği duymuyorlar.
(Hayvanların masumiyeti daha kısa yoldan da açıklanabilrdi ama ben bu yolu daha uygun gördüm.)

Bir Gün

suphi | 15 June 2008 09:44

Günün evveliyatını anlatmayı uygun görmediğimden ortadan başlayacağım.
Nasır tutmaya başlamış eller, taşıdığı yükü kaldırmakta zorlanan ayaklar, susuz ve yorgun bir beden..Bir elimde poşet; içinde kirli bir tulum, t-shirt ve bir çift çorap.Yolda rahatsızlık vermesin diye iki ayrı poşete koymuşum. Güneş batmaya yüz tutmuş ama hala yakıyor.Hava sıcak, dudaklarımı dilimle ıslıyorum.Az ilerde güvenliğe yaklaşıyorum,önce su istemeye çekinip ilerliyorum fakat susuzluğun tesiriyle geri dönüp tekrar yaklaşıyorum. Memur meraklı gözlerle yaklaşıyor yanıma.O daha bir şey demeden “Çok susadım da suyunuz var mı?” diyorum. “Şu karşı ki binaya gir içerde köşede su var” diyor memur.Teşekkür edip suya doğru gidiyorum. İçeri giriyorum,bina boş.Sesleniyorum; “kimse yok mu!”.Ses yok.Köşede damacanayı görüyorum.Ve su..Alnımda ter damlacıkları, oda serin, su soğuk..Bir bardak daha içiyorum.Bir bardak daha içebilirim fakat çekiniyorum.Neden, kimden? Ben de bilmiyorum.Dışarı çıkıyorum. Memura tekrar teşekkür edeceğim fakat yok.Gitmiş anlaşılan.Durağa çıkıyorum. Bir otobüs geliyor; benim bineceğim değil.Aslında çokta fark etmez ama binmiyorum işte. Bekliyorum.Farklı bir otobüs, bir diğeri derken deminkinin aynısı bir daha.Bekliyorum.Başkaları da geliyor durağa.Sonra onlar biniyorlar.Benim bineceğim otobüs gelmiyor.Bekliyorum ilk giden hattın dördüncü arabası geliyor. “Bineyim mi?” diyorum kendi kendime. “İlk gelene binmedin, ikinciye de binmedin, üçüncüye de binmedin” diyorum.Kendime kızmamak için olsa gerek binmiyorum.Yarım saatten fazla bekledim galiba ve nihayet otobüs göründü! Biniyorum. Oturacak yer yok.Ortada bir yerde, bir elim poşette bir elimde otobüsün tutunma yerinde bekliyorum.
Belkide en fazla zevk aldığım şeylerden biri otobüste insanları ve dışarıyı seyretmek..

KAYBOLMANIN EN GÜZELİ

| 11 December 2007 00:56

Namlusundan fırlamış kurşun gibiydi. Ama nafile her zamanki gibi çelişkiden başka bir şey yoktu ruhunun sınırlarında; ne geçmişin götürdükleri ne geleceğin getirdikleri. Geçmiş ve gelecek bir birinden apayrı gibi duran lakin birbiriyle iç içe olan iki varlık. Hiç biri şu durumda onun umurunda bile değildi. Zaman kavramını yitirmiş bir insandı o. Ki daha farklı olması da mümkün değildi. “Yazık bana” dedi kendi kendine. Gecenin koyup giden aydınlığında kayboldu bakışları. Her şeyi nasılda muammalar içinde teslim olmuştu, nasılda zavallı kalmıştı kendisinin terk etmişliğinde. Ve şimdi her şey gibi kendisini de terk etmek istiyordu, ve kaybolmak kimselerin bulamayacağı bir yalnızlık içinde. Nerede, nasıl, ne için kaybolmalıydı. Bilmiyordu. Bilmek istemiyordu hayatında ilk defa korku bu kadar işlemişti yüreğine. Bilmesi hiç mümkün değilmiş gibi geliyordu ona her zaman. Bilse dahi bir işe yaramaz. “Zavallının tekiyim ve bu durum sadece benim nedenim. Kendimden nefret ediyorum her şeyden sonra kendimden nefret ediyorum” yumruklarını o kadar çok sıkmıştı ki tırnakları avucunu parçalamıştı.Hırsla soluk alıp verdi. Eskiden sinirini bozan bir şey aklına gelmişti. Aklına gelen sinir bozucu düşünce hayatındaki yaşadığı diğer şeylerden farksız değildi. Yumruklarını gevşetti.. Boşlukta öylece koşmaya başladı. Rüzgarla yarışıyordu adeta. Kaldırım ıslak, yolla beraber uzanan karanlık hiç bitmeyecek gibiydi. Karanlığın bağrına doğru koşmaya başladı.
Hızla koşarken bir an durdu. Adeta frenlenmiş gibiydi. “Neden. Neden her şey benim başıma geldi ki” dedi. “Bu kadar kötü ne yapmış olabilirim ki.”Yere diz çöküp gözlerini kapadı. Gözyaşlarına engel olamıyordu. Gece karanlık, geçmiş karanlık, düşünceler hepsinden daha karanlıktı. Bir ışık o karanlığa tükenmez bir ışık lazımdı. Kim ne zaman nasıl ulaşabilirdi şu an ona. Kim ne zaman nasıl yardım edebilirdi şu an ona. Her yerde olabilen, her şeye hükmü geçen olmalıydı. Arınmalıydı bu karanlıkta. Nasıl olmalıydı bu nasıl olacaktı.
Sonra beyninde yankılanan bir ses. Bu annesıydi “Dua Allah’ la konuşulan andır. İste ondan isteyebildiğin kadar. Dertliysen derdini anlat, sıkıntıdaysan ferahlık dile, hastaysan şifa daha neler neler. Yeter ki onun huzurundan dile bir güzellik. Geri çevrilmez onun kapısında hiçbir istek. Bir şekilde isteğin yerine getirilir. Dua et. Nasıl ki su ağaca hayat verirse duada insana hayat verir. Dua et.”
O zamanlar küçüktü. Bir kış günü gece babasının dönüşünü beklerken annesi öğütlemişti bunu.
Dua etmeliydi. İçindeki karanlığından ancak o zaman arınabilirdi. Ancak o zaman geçmişini aydınlatabilirdi. Bir yerlere gitmeliyim diye düşündü önce dua etmek için. Lakin yaratıcı her yerdeydi. Her hangi bir mabedin duvarları arasında sıkışıp kalmış değildi. Ya da sesini duyurması için her hangi bir mabede gitmesi gereksizdi. “Şimdi, buradayken, karanlıktan aydınlığa yol almak için O’ nda kaybolmalıyım” dedi.
Olduğu yerde ellerini gökyüzüne kaldırdı. Gökyüzüne ilk defa görüyormuşçasına baktı.. Ay bütün çıplaklığıyla salınıyordu. Yıldızlar alabildiğine parlak ve aya yoldaştı. Şu an öncekinden daha fazla ağlıyordu ve bu sefer rahatlatıyordu ağlamak onu. Özgürlüğüne kavuşan köleler gibi. Kelimeler bir bir dudaklarından dökülmeye başladı. Pişmanlık, üzüntü, korku ve de bir şeylere sığınma isteğinin en yoğun olduğu andı, o an. O an yaratıcıda kaybolup kendini bulma anıydı. Fırtınalı bir yüreğin, sessiz gecede huzurunu bulma anıydı.

Kurban; Hz.İsmail

suphi | 01 December 2007 15:42

Evvel zaman içinde birgün
bakındı etrafına hz.İbrahim
Müşahede eyledi alemi,
Düşündü Allah için kurban edilecekleri
O vakit dedi ki hz.İbrahim,
Ya rabbi verseydin bana Salih bir oğul,
Onu bile sana kurban ederdi bu kul,
Ve yazdı yazılacak olanı yazan kalemler,
Yazdılar Allah’ın dostu hz.İbrahim’in ahdini.

Zürriyetini devam ettirecek bir oğlu olmamıştı Hz.İbrahimin
Zevcesi Sare izin verdi hz.İbrahim’e
İbrahim(a.s), cariyeleri Hacer ile evlendi.
Hak Teala da bir salih bir evlat nasib etti
İsmail koydular ismini, çok güzel, tatlı ve sevimli
Peygamber soyunun devamı
Ve nur u Muhammedinin taşıyıcısı idi.

Bir şey yapmalı

suphi | 16 November 2007 15:30


Bir şey yapmalı departmanından…

Siteye yıllarını, emeğini, gözünün ferini vermiş kimselerin öyle yada böyle gitmiş, gitmeye mecbur edilmiş olmalarının, te’sirinden kurtulamadık, kurtulamayacağız da..

Ahkam silme işine bir çare aranmalıdır, bulunmalıdır.

Moderatörler temize çıkmalıdır, çıkarılmamalıdır.İş ile arkadaşlık karıştırılmamalıdır.

Kimse, tevkif edilmek korkusuyla haksızca/humharca/faşizanca kimsenin ahkamını, yorumunu, gururunu tek tuşla silmemelidir.Buna kimsenin hakkı da yoktur yetkisi de.Eğer bir avukat tutulması gerekiyorsa,pilli hesabındaki biriken paraları bu uğurda seve seve harcayacak kullanıcı sayısının fazla olmasada yeterli olduğunu düşünüyorum. Yoksa “şikayet et” aparatını deli danalar gibi kullananların şikayetleri hiç bitmeyecektir.Hem ne demişler;

Fıkıh ve Dinde Yeri

suphi | 19 October 2007 16:59

Fıkıh; lügatta bilmek, anlamak ve ince bir anlayış sahibi olmak manalarına gelir.

Fahrüddin-i Râzi hz.leri “”Allahû Teâlâ ilim, fehim ve idrak mânâsına gelen fıkhı, kâfirlerin kalplerinden çıkarmıştır. Onların kalpleri vardır, bununla idrak edemezler” buyurmuşlardır.

Fahr-i Kainat Efendimiz (s.a.v) “Allah kime hayır murad ederse, onu dinde fakih kılar” buyurmuşlardır.

Istılahta fıkıh; Şeri hükümleri, delilleriyle birlikte tafsili olarak bilmek demektir.

İmam-ı Azam Ebu Hanife (rahmetullahi aleyh) fıkhı şu şekilde tarif ediyor: Fıkıh; kişinin lehine ve aleyhine olan hükümleri bilmesidir. Yani, dinde yapılması ve sakınılması lazım gelen hususları; helali – haramı bilmek.