bildirgec.org

psikoloji hakkında tüm yazılar

Psikoloji – Sinema Kardeşliği

shane | 12 November 2012 15:00

Psikoloji ile filmler arasında sağlam bir bağ var. Sinemanın ilham aldığı alanlar arasında psikolojinin derin suları geniş yer kaplıyor. Bir derleme ile konunun örnekli sağlamasını yapalım:

1. A Clockwork Orange: Stanley Kubrick‘in kült filmi, şok edici dehşet sahneleri, enteresan renk ve atmosferi ile dikkat çekiyor, süregelen vahşetin sorumlusu olan Alex’in tanımlanması zor davranışlarının tedavisi için gördüğü deneysel tedavileri anlatıyordu. Otomatik Portakal olarak dilimize çevrilen filmin sinema tarihindeki yeri büyük.

2. Good Will Hunting: Matt Damon ve Ben Affleck, ki kendileri filmin senaryosunu da yazmıştı, bir üniversitede hademe olarak çalışan bir matematik dahisinin hikayesini dokunaklı bir şekilde anlatıyordu. Sokak kavgalarından başını kaldıramayan bu asi arkadaşımız, soluğu hapiste alıp dehasını harcamak üzereyken okulun profesörlerinden biri olaya el koyuyordu. Film, bizde Can Dostum adıyla gösterilmiş ve her yerde olduğu gibi büyük ilgi görmüştü.

3. Primal Fear: Richard Gere’ın, papaz yardımcısı bir genci – ki onu da Edward Norton oynuyordu – gönüllü olarak savunan üst düzey bir avukatı canlandırdığı film, baş karakterlerin çoklu kişilik bozukluğundan muzdarip olması ile listemizin içinde yer almaya hak kazanıyor. Film, ülkemizde İlk Korku adıyla vizyona girmişti.

Oedipus kompleksi ve sanatla “ilişki”si

cherry blossom girl | 01 November 2012 18:30

Adı, Yunan mitolojisindeki Kral Oedipus hikayesinden esinlenilerek konulmuş olan Oedipus kompleksi, Freud‘un kurucusu olduğu psikanalitik teoriye göre 3-6 yaş arasındaki erkek çocukların karşı cinsteki ebeveyni büyük bir “aşk”la sahiplenmesi durumudur. Freud tarafından fallik – genital dönem olarak adlandırılan bu yaş aralığındaki erkek çocuklar, genellikle babalarını annelerinden kıskanma, uzak tutma ve annelerine aşırı hayranlık ve bağlılık eğiliminde bulunurlar. Hissettiği bu duygular yüzünden çocuğun, babası tarafından cezalandırılacağı ve hadım edileceği endişesi ile oluşan karmaşa ve korku da Oedipus kompleksi olarak tanımlanıyor.

Kız çocuklarının yine aynı yaş aralığı içerisinde anneden uzaklaşıp babaya olan aşırı düşkünlükleri ve bu aşk yüzünden cezalandırılma kaygısı ise Elektra kompleksi olarak tanımlanır. Elektra kompleksi kavramının Freud tarafından değil, öğrencisi olan Carl Gustav Jung tarafından ortaya konulduğunu da belirtmekte yarar var.

Çocukların gelişimlerinin ilerleyen dönemlerinde ise hemcins ebeveyne olan kıskançlık ve “nefret” duygusunun giderek yerini örnek alma duygusuna bıraktığı belirtilmekte. Bu dönemi “sağlıklı” bir şekilde atlatamayan çocuklarda ileriki yaşlarda ensest eğilimler ve psikolojik bozukluklar/sapkınlıklar görülebilir.

Oedipus kompleksi, sinema yönetmenlerinin ve edebiyatçıların da işlemekten zevk aldığı kavramlar arasında. Göndermeleri ile ünlü, akla ilk gelen yönetmen Alfred Hitchcock.

Çocuk gelişimi

TorosU | 19 June 2012 16:38

Kamu alanındaki Sosyal Hizmetler ve Çocuk esirgeme kurumlarında ve diğer rehberlik ve araştırma merkezlerinde artık büyük çoğunlukla çocuk gelişimi ve psikoloji önlisans ve lisans mezunları atanacakmış. Çocuk gelişimi içerik olarak nasıl bir bölüm, hangi üniversitelerde bu bölüm var bilen var mı?

BEYİN GÜCÜ MUCİZELERİ

deusvoluit | 01 May 2012 16:00

Beyin gücüyle yapılmayacak şeyin olmadığına inananlardanım.Bir insan neyi ne kadar düşünüyorsa onu o derece kendine çekiyor,iyi veya kötü.Genellikle biz her kötü anımızda her şeyin daha kötü gideceğine inanıyoruz halbuki pozitif düşünce yoluyla kendimizi daha farklı düşüncelere itebiliriz ve bu daha da yararlı olacaktır.çok fazla uzatmadan bir örnekle konuyu kapatayım.”Beyin gücünü kullanmayı test etmek üzere bazı bilim adamları bir kobay üzerinde deneme yapacaklar, denenecek olay da şu,kobay arkadaşa ellerini ayaklarını ve gözlerini bağlamak koşuluyla bir yatağa bağlayarak bileklerini keseceklerini söylerler ve bir tarih verirler o gün gelip çattığında bu olay yaşanacaktır.Ve o gün gelir çatar,kobay daha önce de söylendiği gibi elleri ayakları ve gözleri bağlanarak yatağa yatırılır ve hiçbir şekilde kıpırdama imkanı yoktur.Doktorlar kobayımızın bileklerine jilet yerine kuru buz değdirirler ve buzu hemen yanda bulunan asma kaba koyarlar kabın altı delik olduğundan buz eridikçe yere damlamaya başlar.Bu sesle beraber kobayımız bileklerinin kesildiğini ve kanların akmaya başladığını sanar..ve bu düşünceyle aslında hiçte bir şey olmadan kendi yaşamına son verir.” İşte hayatta düşünce gücüyle kendi kendinizi bile öldürebileceğinizin bir kanıtı.Eğer biz de bir şeyin geçekleşme olasılığına ne kadar inanırsak o olay düşündüğümüz kadar gerçeklerşir..Zihninize hakim olun ve onu çok iyi yönlendirin.Bu tarz olaylara merakınız varsa buradan düşüncenizle neler yapabileceğinizi öğrenebilirsiniz.Sağlıcakla.

Sonu Tahmin Edilemeyen Filmler

pozitron | 20 April 2011 17:24

İzlediğim filmler arasında, sonunu tahmin edemediğim filmleri paylaşmak istedim. İzlemek isteyenler olabileceği için, bunların arasında en beğendiğim filmleri kısaca anlatmak istiyorum.

ORPHAN (EVDEKİ DÜŞMAN)

ORPHAN (2009) ABD, Almanya, Fransa, Kanada
ORPHAN (2009) ABD, Almanya, Fransa, Kanada

Film, şimdiye kadar izlediğim filmler arasında, sonuna en çok şaşırdığım filmdi. Filmi izlerken sonunun bu şekilde biteceğini tahmin etmek çok zor. Konusuna gelince; Kate (Vera Farmiga) ve John (Peter Sarsgaard), doğmamış çocuklarının ölümü nedeniyle sorunlar yaşamaktadır. Bu sorunları aşmak için bir çocuk evlat edinmeye karar verirler. Gittikleri yetimhanede Esther (Isabella Fhurman) adındaki küçük bir kız onları çok etkiler ve onu yanlarına almaya karar verirler. Ama filmin afişinde de yazdığı gibi Esther’de bir sorun vardır. Zamanla Kate, Esther’in sevimli maskesi’nin altındaki gerçeği görür. Eşine ve çevresindekilere onun gerçek yüzünü göstermeye çalışır. Eğer izlemediyseniz gerçekten tavsiye edeceğim bir film.

Patronlar için iletişim becerileri

bithikotsis | 17 April 2011 20:14

Performans değerlendirme ne kadar doğru yapılabiliyor?
Sorulduğunda, insan kaynakları yöneticilerinin çoğunluğu bu ekip üyeleri için bunun en önemli aygıt olduğunu üsteleyebilecek. Gerçekte, genel olarak, yöneticiler, denetçiler ve çalışanlar, ik’cıların bu düşüncelerinden nefret etmiştir ve nadiren uygulamıştır.

Yöneticiler, sürecini geciktirmek için çeşitli nedenlerden ararken İnsan kaynakları uzmanları, bunları yaparken insanları bekletebiliyorlar da.
Bunun nedeni, insanların yanlış nedenlerle ve yanlış bakış açısından performans değerlendirmeye tabi tutulmasıdır.

Değerlendirmeler, terfi alması, izin alması, ücret artışlarını belirlemek için kullanılır. En sık, insanları yanlış yaptıklarına odaklanmak için kullanılır.
Ne yani performans değerlendirme gerçek nokta nedir? Genellikle, uygulamanın amacı:
• Çalışanlarına performans geribildirim verin.
• Personel eğitimi gerekir.
• Belge kriterleri örgütsel ödülleri ayırabilmeli
• Form personel kararları için bir temel: maaş artışları, terfi, disiplin, vb olmalı
• Çalışan ve yönetici arasında örgütsel tanı ve gelişme için fırsat sağlanmalı
• İletişim kolaylaşmalı
• Amaç veya hedef değerlendirmeyi karşılamak için federal eşit istihdam fırsatı gereksinimleri en önemli unsurdur.
Doğru seçim teknikleri ve insan kaynakları politikaları hem çalışanlara hem de takım liderlerine, gelecekte performansını artırmak için faydalı olabilmelidir.

“Yabancı”dan “yerli”ye yerini yadırgayan bir bakış

admin | 11 March 2011 10:46

“Televizyonda hangi dizileri takip ediyorsun” diye sorunca “Ben sadece Cnbc-e izliyorum” diyen hatırı sayılır sayıda insan var. “Mesela hangi diziyi” deyip ikinci soruya geçince duraksadı mesela bu sabit yanıtı verenlerden biri. Muhtemelen ikinci sorunun hiç gelmeyeceğini düşünerek. “Lost” dedi. “Başka” dedim. Kalakaldı. Oysa ki Lost, hiçbir zaman Cnbc-e’de yayınlanmadı…
Kimseyi eleştirmek ya da küçümsemek bana düşmez, sadece onları anlamaya çalışıyorum. Bu tavrın altında yatan nehri görmek, bu davranışı biraz kurcalamak istiyorum. Aynı mevzunun edebiyat, sinema, müzik versiyonu da var elbet. Türk yazarları beğenmeyip, melodramın melodramı, çok satan, sığ yabancı yazarları okuyanlar hatta muhtemelen okumayıp sadece ellerinde gezdirenler (bir de böyle bir sosyal grup var, onlar kendi başlarına, başka bir yazıyı hak ediyor), Zeki Demirkubuz’u, Nuri Bilge Ceylan’ı tanımayıp içi boş Hollywood sinemasını göklere çıkaranlar. Türk müzisyenlere burun kıvırıp, sırf yabancı diye cascavlak, klişe dolu melodilere meyledenler.

Ye Dua Et Sev

admin | 08 March 2011 12:13

En son “Ye, Dua Et, Sev” isimli filmi izledim. Başroller, Julia Roberts, James Franco, Javier Bardem, Billy Crudup, Richard Jenkins tarafından paylaşılıyordu. Film, yazar Elizabeth Gilbert’ın kendi yaşadıklarından yola çıkarak yazdığı aynı isimli kitabından uyarlanmış.

Julia Roberts’ın oynadığı filmleri ve onun oyuculuğunu seviyorum. Filmde gerçekten hissediyormuş gibi oynuyor. Çok samimi bir ifadesi var. Vücut dili, bakışları hepsini çok iyi kullanmış. Sempatik bir kadın. Başarılı bir oyuncu.

Wireless sosyalleşmeler

kahramancayirli | 05 January 2011 12:41

Yakın bir arkadaşımın bana küstüğünü, beni “facebook”undan silince anladım. Tabii Msn listesinden de. İlginç değil mi? Ya da en mahrem fotoğraflarımızı “feys”e koymak, bir çeşit kamusal alanda (facebook’ta) görünür kılmak için yarışmak, size hiç garip gelmiyor mu? Bu yeni, kahve dükkanı zincirlerine genç ve orta yaşta insanlar geliyor genelde, görmüşsünüzdür. Her biri deri, konforlu koltuğuna gömülür gömülmez, diz üstü bilgisayarını açıyor ve bir anda bilgisayarından sosyalleşmeye başlıyor. Bu, gerçek bir sosyalleşme mi? Mekandan ayrılana dek kendi aralarında neredeyse hiç konuşmadıklarını gözlemliyorum. Çalıştığımız yerlerde, masa arkadaşlarımızla ofis yazışma programları ile iletişim kurmayı tercih ediyoruz. Konuşmak yerine yazışmak. Her gün uyanır uyanmaz ilk işim, facebook ya da twitter hesaplarımı kontrol etmek. Bu, benim giderek yalnızlaştığımı göstermiyor mu? Ya da bu sanal (aslında olmayan) mesajları gerçek muhabbetlerle ikame etmeye çalıştığımı?

ENGELLİLER İÇİN YÜRÜMEK ARTIK HAYAL DEĞİL!!!

Beacool | 27 December 2010 11:21

Birçok şeyin aslında olduğundan çok daha zor olduğu, zorlaştırıldığı bir ülkede yaşıyoruz. Ekonomik açıdan daha iyi ülkelerdeki yaşam zorlukları ne yazık ki buradaki kadar zor geçmiyor. Bu zorlukları en ciddi biçimde yaşayanlar listesinin en tepesinde de ne yazık ki engelli vatandaşlarımız yer alıyor.

Tibion Bionic Leg Yürümek... Yeniden!
Yürümek… Yeniden!

Bir dönem geçirdiğim bir kazadan dolayı o zorlukları birebir de yaşamış biri olarak diyebilirim ki ülkemiz ne yazık ki bir engelli için gerçekten de çok zor (bkz yazı sonu notu). Böyle anlarda yaşamış olduğum; yerinden kalkıp (ama başaramayıp) hareket etme isteği ve dürtüsü artık modern teknoloji ile mümkün oluyor. Sunnyvale Tibion firmasının icadı olan ve Tibion Bionic Leg ismiyle anılan ürünü belden aşağısı hareket etmeyen hastalar için resmen bir şifa niteliğinde. Daha önceleri duyurmuş olduğum protez haberini de göz önüne alırsak sanırım yakın gelecekte engelli yaşam çok daha kolay olabilir.