bildirgec.org

gazeteci hakkında tüm yazılar

Edebiyatımızın Kadın Kahramanı; Halide Edip Adıvar

queennothing | 02 November 2012 09:42

Halide, Fatma Berifem ile Mehmet Edip’in kızları olarak, erkek olması umuduyla kimilerince 1882, kimilerince ise 1884 senesinde İstanbul, Beşiktaş’ta; Ihlamur Yokuşu’ndaki evde dünyaya geldi. Türk öğrencilerin yabancı okullarda okumasının hoş görülmediği zamanlarda, babası tarafından yaşı büyütülerek Amerikan Koleji’ne sokulan Halide, sadece Türkiye değil, dünya çapında ilklere imza atmış, örnek alınan bir kadındır.

Geç çıkarılmış (ve değiştirilmiş) nüfus kağıdı sebebiyle ‘1882 ya da 1884 doğumlu’ diyeceğimiz Halide Edip Adıvar, entelektüel bir aileye doğdu. Babası Mehmet Edip Bey’in ‘Halid’ diye seslendiği Halide, temel eğitimini evde aldı. Daha sonra İngiliz terbiyesiyle yetişmesini isteyen babası tarafından Üsküdar’da bulunan Amerikan Koleji‘ne yazdırılan genç kız, okula girebilmek için yaşını büyütmek zorunda kaldı.

Aşkta Tüm Mesele Zamanlamadır; 2046 (2004)

dnz81 | 31 January 2011 12:47

2046’ya giden bütün yolcuların amacı aynıdır; kayıp hatıraları canlandırmak çünkü 2046’da hiçbir şey değişmez. Ancak hiç kimse bunun doğru olup olmadığını bilmez. Çünkü geri dönen hiç olmadı.

Uzakdoğu sineması veya Kar Wai Wong (yönetmen/senarist) denince akla gelen ilk filmlerdendir, 2046. Kar Wai Wong (My Blueberry Nights ile In the Mood for Love filmlerinin yönetmen/senaristi) ve Tony Leung Chiu Wai‘den (In the Mood for Love, Infernal Affairs ve Lust, Caution filmlerinin de başrol oyuncusu) melankolik bir başyapıt.

Yüzeysel entellektüellik

hayalicindegecti | 03 September 2010 14:29

Kimse kızmasın ama çoğumuzun durumu bu.
Bir kaç örnek verirsem daha iyi anlaşılacak. Bir yabancı dil öğrenmiştir ve bunu satar da satar ama sıkı bir kitabı okuyacak düzeyde bile değildir, örneğin Rusça bilir geçinir ama Dostoyevski’nin İnsancıkları’nın daha ilk sayfasında (en yalın dille yazdığı ve de en ince romanıdır) pes eder. Gençliğinde spora merak sarmıştır ama yüzmeyse stilli yüzmeyi, masa tenisiyse topa doğru düzgün falso vermeyi beceremez. Çapkın geçinir ama kızlara göz süzüp durmakla yetinir ya da daha ilişkinin başlarında bir tatsızlık çıkarıp sonraki buluşmaya gitmemekle kendini erişilmez adam sınıfına koyar. Caz severim der, sevdikleri 20 yıl öncesinde kalmıştır. Şaraptan anlarım diye lanse edilir ama ancak şişenin etiketine bakarak bir yorumda bulunabilir, hatta arkadaşları şişenin içindekini değiştirerek pek çok kez ti’ye almışlardır muhteremi.
Çoğumuza tanıdık geldi değil mi bu tipleme? Apartmanımızda da vardır böyle komşular, işyerimizde hele doludur, arkadaşlarımızın arasında da sıkca bulunur. Tamam hepsi kabul de böyle bir yüzeysel entellektüel Türkiye’nin “amiral gemisi” diye adlandırılan gazetenin genel yayın müdürlüğünü -sıkı durun- tam 20 yıl idare ettiyse ne buyurulur?
Tek kelimeyle yazık bence, sizce de öyle değil mi?
İnanmıyorsanız yeni çıkan kitabına bakın… Ne diyor Tuhaf için?
-Sizi inancın labirentlerine sokacağım. Tabiatın açıklanabilir caddelerinin alelade kalabalıklarından kurtarıp, tenha ara sokaklara çekeceğim.
Aydınlıklardan kaçıp, loş kapı aralarında iş tutacağız. İnsana ait hiçbir şeyin şaşırtamadığı ruhları bile şaşırtacak şeylere dalacağız.

İnsan, felsefi bir hayvandır; Peyami Safa

queennothing | 02 September 2010 13:07

Bilenler bilirler, henüz reşit olmamış bir çocuğun çürüyen bacak kemiğinden başını kaldırdığı nadir anlarda gördüğü güzel yüzlü Nüzhet’i, eski İstanbul’u, başından beri belli olan acı gerçeği ve Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu. Kemik sancısını anlattığı bu eserde Peyami Safa, Türk Edebiyatı romancıları arasında çok değerli bir isimdir.

Peyami Safa, 2 Nisan 1899 tarihinde, Server Bedia Hanım ile şair İsmail Safa’nın oğlu olarak İstanbul’da dünyaya geldi. İstanbul’dan Sivas’a (baba Safa’nın sürgün edilmesi ile) giden Safa Ailesi, henüz iki sene geçmeden 1901 senesinde baba İsmail Safa’nın ölümüyle sarsıldı. İki yaşında babasını kaybeden Peyami, 8 yaşına geldiğinde hayatının ikinci şokunu yaşadı; kemik veremi teşhisi konulan Peyami‘nin çocukluğu hastahanelerde geçti. Hastahanede hayatın bambaşka bir yüzünü gören Peyami, çocukluğunu ve gençliğini yaşayamadan ‘erkek adam’lığa terfi etti. Dilediği gibi hareket edemeyen genç adam, yaşadığı baskı nedeniyle içine kapandı.
İlkokulu (1. Dünya Savaşı sebebiyle) tamamlayamayan Peyami, Türk Edebiyatı’nın kilometre taşı, “Araba Sevdası”nın yazarı Recaizade Mahmut Ekrem‘in söz verdiği üzere Galatasaray Lisesi’ne yazılacaktı. Osmanlı Maarif Nazırlığı’nda görev yapan Mahmut Ekrem Bey, bu görevinden ayrıldığı için Peyami‘yi istediği okula sokamadı. Bunun üzerine Vefa Lisesi’ne yazılan genç adam, Keaton adında bir matbaada işe girdi.
Ardından Posta ve Telgraf Nezareti’nde çalışmaya başlayan genç adam, Boğaziçi’nde bulunan Rehber-i İttihad-ı Osmani Mektebi’nde öğretmenlik yapmaya başladı. 4 sene bu okulda eğitmen olarak görev yapan Peyami, İngilizce’sini profesyonel seviyeye getirip, Fransızca’sını ilerletti. Bu sıralarda ilk hikayesi “Bir Mekteplinin Hatırası: Karanlıklar Kralı”nı yazdı.

Mashable’dan Gazetecilere Sosyal Medya Kılavuzu!

algoz | 02 January 2010 10:26

Dijital araçların gelişmesi ve yayılması ile bu araçların ruhunu teşkil eden program ve ağlarda meydana gelen yenilikler, birçok meslekte var olan ezberlerin ve teamüllerin (iş yapma süreçleri, araçları vb.) ya değişmesine ya da tamemen ortadan kalkmasına neden olmuş durumda.

Bu meslek gruplarından biri olan Gazetecilik için, Web dünyasının, Sosyal Medya konusundaki en popüler blogu olan Mashable tarafından, yine Mashable’da yayınlanmış yazılardan oluşan, bir Sosyal Medya Kılavuzu hazırlanmış.

Başta gazeteciler olmak üzere, diğer birçok meslek grubunun da faydalanabileceği bu kılavuz, aynı zamanda Müstakbel Sosyal Medya Uzmanları için de, yararlı bir kaynak niteliğinde.

Sosyal Medya Kılavuzunun Bölümleri:

Sosyal Medya’da var olmak: Popüler Sosyal Medya araçları (Facebook, Twitter, Youtube, Blog) için, kullanma klavuzları.

The Journalist’s Guide to YouTube
The Journalist’s Guide to Facebook
The Journalist’s Guide to User Generated Video
The Journalist’s Guide to Twitter
The Complete Guide to Video Blogging

Sosyal Medya’ya Entegre Olmak: Web siteniz veya blogunuzu Sosyal Medya araçları/kullanıcıları/toplulukları için çok daha kullanışlı yapılması.

Uzak Doğu aşığı bir İtalyan: Tiziano Terzani

queennothing | 15 December 2009 14:02

İtalya‘nın Toskana Bölgesi‘nde ikamet eden Floransa’da, tarih 14 Eylül 1938. Sıradan bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen Tiziano Terzani, çocukluğunu yine ailesiyle birlikte geçirdi. Aynı sofrada yemek yiyen, katkısız gıdalarla beslenmeye çalışan, arada tartışmaların da eksik olmadığı sıradan bir İtalyan ailesi. Küçük yaşta geçiridği akciğer hastalığının dışında mühim bir rahatsızlık yaşamayan Tiziano, ilkokulu ve liseyi Floransa’da bitirdikten sonra, İtalya’nın en iyi üniversitelerinin başında gelen Pisa Üniversitesi‘nde hukuk eğitimi gördü. Tiziano‘nun bu bölümü seçme sebebini kendisinden başka kimsenin bilmeyecek olması da, birkaç seneye tümden değişecek hayatında ilgi çekici bir başka nokta. Zira genç adam daha o yıllarda tekdüze bir hayat geçirmek istemediğinin farkındaydı.

Üniversiteye girmesinin üzerinden çok zaman geçmeden Alman asıllı bir yazar olan Angela Staude ile hayatını birleştiren Tiziano, fotokopi makinesi, daktilo ve faks makineleri üreten, dünya çapında ün sahibi olan Olivetti‘de çalışmaya başladı.

Sabahı, akşamı planlı olan Tiziano‘nun, hayattan ne beklediğini anlaması, bir kaç senesini almıştı ve bir iş seyahati sayesinde gördüğü Japonya, onu derinden etkilemişti.

Bulunduğu her durumda mutlu olabilmek gibi kutsal bir yeteneğe sahip olduğunu belirten Tiziano, her zaman şansın kendisinden yana olduğuna inanırdı. Hayatın iyi ve kötü yüzüyle herkes gibi o da tanışmıştı elbet, lakin ‘yakınmak’, Tiziano‘ya yakışan bir tutum değildi. O’nun için ‘hayatı bardağın dolu tarafından görüyor’ demek hata olur, çünkü Tiziano, yıllar boyunca deneyimle beslediği bedeninin hasta olduğunu öğrenince, aklında bir soruyla Tanrı’dan hesap soracaktı; “Neden ben?”

GİZLİ SUİKASTLAR

hafifmesrep | 07 October 2009 10:54

ATİLLA AKAR
ATİLLA AKAR

Araştırmacı gazeteci yazar Atilla Akar’ın ilk “Gizli Suikastlar / Şüpheli ölümler” adlı kitabını okudum. Bu kitabı okumam diğer kitaplarını da okumama sebepti.
Kitapta Atilla Akar, kırk tane ölüm vakasını ele alırken bu ölüm vakalarının gizli suikast şüphesi taşıması kitabın konusu oluşturuyor. Bu ölümlerin çoğu “normal ölüm” denilerek üzeri örtülmeye çalışılan, ünlü ve önemli insanların ölümleri.
Kitapta yer alan ölüm vakalarına örnek olarak şu isimleri verebilirim.
Vali Nevzat Tandoğan, Enver Paşa’nın Kardeşi Nuri Killigil, İlahiyatçı Yaşar Kutluay, İhtilalcı ve MHP ideologu Dündar Taşer, Petrol Araştırmacısı Raif Karadağ, MİT Müsteşarı Bahattin Özülker, Kaçakçı İbrahim Telemen, MİT’çi Turan Çağlar, Rauf Denktaş’ın Oğlu Raif Denktaş, Bekir Çelenk, Tuğgeneral Zeki Durlanık, Eski Maliye Bakanı Adnan Kahveci, 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Orgeneral Eşref Bitlis, Alparslan Türkeş, MİT Görevlisi Ertuğrul Berkman, Susurluk Raportörü Akman Akyürek, Susurluk Komisyonu Sözcüsü Bedri İncetahtacı, İskender paşa Cemaati Lideri Prof. Dr. Esat Coşan, Vali Recep Yazıcıoğlu, Su Profesörü Ali İhsan Bağış, Askeri Kripto Uzmanları, ASELSAN Mühendisleri, TAİ vakaları, Isparta’ya Düşen Atlas Jet Uçağı, Hrant Dink cinayetiyle bağlantılı ölümler.
Bir suikastın gizli suikast olması için suikastın sadece hedefteki kişinin yok edilmesi amacıyla yapılması gerekir. Duyulması istenmez. Oysaki açık suikastlar, herkesin bilmesi istenen ve herkesin gözü önünde yapılan türde öldürmelerdir. Genelde toplumda zıtlaşma, sansasyon, dehşet veya kaos duygusu oluşturmak için yapılırlar.

Butto suikastı açık suikasttı
Butto suikastı açık suikasttı

Ayrıca açık suikastlarda tabanca, tüfek, bomba gibi saldırı silahları kullanılırken, gizli suikastlarda zehir, hastalık yapıcı muhtelif mikrop yüklemeleri, kaza, intihar süsü verme gibi metotlar kullanılır. Muhakkak bu metotlarda da iz ve delil bulma ihtimali vardır. Ama bu ihtimal, tabanca veya bunun benzeri saldırı silahlarıyla aynı değildir.
Gizli suikastlarda kullanılan yöntemler, tarih boyunca gizli servisler tarafından bir bilim olarak değerlendirilmiştir. Bunun için kendi içlerinde, toksikologlar (zehir bilimciler), kimyagerler, doktorlar, mühendisler barındırmışlardır. Akla gelen her şey suikast aracı olabilir. Ancak zehir en çok tercih edilendir.
Gıda ve içeceklere zehir katmak, zehirli spreyler, zehirli diş macunları, zehirli Kürdan, zehirli kitap, zehirli yüzük, zehirli iskemle, zehirli ustura veya jilet, zehirli sigara veya puro, zehirli şemsiye, zehirli eldiven, zehirli mendil, baca veya şofben zehirlenmesi, egzos zehirlenmesi, zehirin kullanım alanlarına verilebilecek en iyi örneklerdir.
Bu örneklerin haricinde kalp krizi geçirtici ilaçlar, sağlık bozucu mikrop kokteylleri, mikrodalga veya radyoaktif şualarla kişinin bedensel varlığı hedeflenir. Ayrıca intihar, araba, motosiklet, uçak kazası süsü verme yöntemi de uygulanır. Örneğin, Prenses Diana’nın otomobil kazası gibi ölümü.
Gizli suikastların ortaya çıkarılamamasının nedenini Atilla Akar şöyle açıklar:
Ortaya çıkarılmazlar, çünkü her biri devlet içi olsun uluslar arası olsun bir odağa ve hesaba oturtulur. Çeşitli hesaplarla kimse bunları karşısına almak istemez. Dolayısıyla örtbas edilir veya bilinir ama dar bir çevrede kalıp, sineye çekilir. Acı ama gerçek budur. Ayrıca açık suikastlar gibi göz önünde yapılmadığı için çözülmesi için kamuoyu baskısı da oluşmaz. Kaldı ki bu ülkede açıkta işlenen onlarca cinayet de çözülememiştir. Sadece aileleri biraz ses çıkartır o kadar. Maalesef bir tür devlet zaafından söz edebiliriz belki bu noktada…
Bu tür konulara ilgi duyanların Atilla Akar okumasını tavsiye ederim.
Hatırlatmak isterim. Eğer okumaya başlayacaksanız sonu gelmeyecektir Akar kitaplarının.
Her şeyin açığa çıkacağı günlere ulaşmak için açık bir gün yaşamanız dileğiyle.

Banu Avar

uuuucar | 11 September 2009 13:32

Banu Avar
Banu Avar

Batıya endeksli ve bize sadece batıdaki hayatı özendirmeye çalışan medyamızın içinde bize kendimizi sevmeyi söyleyen gazeteci,belgeselci,yazar,program yapımcısı ve sunucu;Banu Avar.
18 temmuz 1955 Eskişehir doğumlu olan Banu Avar,gazeteciliğe Süreç dergisinde başladı.Ardından Günaydın,Dünya ve Vatan gazetelerinde gazeteciliğe devam etti.Londra City University televizyon bölümünde üst lisans yapan ve BBC Tv Belgesel kurslarını bitiren Banu Avar BBC Türkçe bölümünde yapımcı ve sunucu olarak çalıştı.Ardından Trt ‘nin Londra muhabirliğini yaptı.
Trt 1 ve Trt 2’de yapımcılığını,sunuculuğunu ve yönetmenliğini üstlendiği programları yayınlandı.
“I”, “Ceasar”, “Crimean War”, “The Great Game” ve “Troy” gibi BBC ve Discovery Channel belgesellerinin künyesinde Türkiye prodüktörü olarak yeraldı.
“Denizciler”, “Bir Zamanlar Kıbrıs’da”, “Artık Biz de varız!”, “Devlerin Savaş Alanı Afganistan”, “Türkiye Sevdalıları” gibi belgesellerden “Ohri“, “Güzel Ohri” Makedonca’ya çevrilmiş ve Makedon Ulusal TV Kanalında 13 kez gösterime girmiştir; Haydar Aliyev belgeseli ise Azerbaycan Devlet Kanalında defalarca gösterime girmiştir.
Banu Avar Haziran 2004’de TRT 1’de “Banu Avar bugüne kadar;Sınırlar Arasında, Avrasyalı Olmak,Hangi Avrupa ve Böl ve Yut olmak üzere dört kitap yayınladı.
Şubat 2009’dan bu yana da Avrasya tv de Dünya Düzeni adlı haber programını sunmaktadır.
Dünyaya ve Türkiye’ye bakışıyla birçok insanın takdirini ve beğenisini kazanan Banu Avar her türlü sindirme politikasına rağmen hala yayın hayatına devam etmektedir.