bildirgec.org

deneme hakkında tüm yazılar

ELALEM NE DER ?

Bnl | 06 August 2012 11:38

Ne diye insan üzerine vazife olmayan her işe bu kadar çok karışır ki ? Ali’nin kızı çok açık giyiyor onun yolu zaten belli.Veli’nin kızı hayli kapanmış kim bilir kim aklını çeldi ?Duyduk ki şu bunu demiş bu bunu yapmış derken farkında olmadan her işin içinde olan ELALEMİ biz meydana getirdik.Yapmak istediğimiz veya açıklamak istediğimiz bir çok şeyden vazgeçtik.Söylemek istediklerimiz bulunduğumuz ortama uymaz dedik fikirlerimizi değiştirdik.Çevremiz belirledi kıyafetimizi.Elalem duymasın diye kelimelerimizi küçülttük.Fikirlerimiz değişmek zorunda kaldı . Büyüyünce ne olmak istiyorsun dediklerinde onların duymak istediklerini söyledik aslında. Küçücük bir çocuğa sorulan bu soruda belliydi zaten bizi şekillendirdikleri.O çocuğa sorsan kaç meslek biliyorsun diye iki meslek anca sayabilirken biz duymak istediğimiz yüksek meslekleri söylemelerini istedik.Sorun kimdeydi acaba ? Daha doğrusu sorun hangi BİZ’deydi.Yani şunu demek istiyorum. İstemediğimiz şeyleri elalem uğruna yapan bizde mi yoksa elalemi her fırsatta eleştirip bir başkasının hayatına elalem olarak karışan bizde mi ?

ON İKİ

super hero | 30 July 2012 10:11

Çok eskiden bir hikaye dinlemiştim. Üç gün oluyor. Hemen burun kıvırıp, üç günün çok eskidenden sayılacak kadar uzun olmadığını söyleyecek okuyucu varsa eğer, üç gündür çıkartmadığım çoraplarımı gösterebilirim. Çorap için yeterince uzun sayılan, hikaye için de uzun sayılır bence.

Biri aradığında, her seferinde “hayırdır” diyerek telefonun en az üç kez çalmasını bekleyen bir adamla tanışmıştım. Tüpçüde çalışıyormuş eskiden. Bir gün patronu, telefonlara adam gibi bakmıyor diye sinirlenip işten kovmuş bunu. Hikayeyi ondan dinlemiştim.

Yunanistan’a kaçarken

sansbende | 19 July 2012 12:05

Herşey çok masum başlamıştı oysa ki,en samimi arkadaşım ve sevgililerimizle okul gezisine gitmek için zar zor ailemizden izin almıştık ama bütün macera okul gezisinin iptal olmasıyla başlamıştı.Hiç birimiz bu fırsatı iptal edildi diye elimizden kaçırmak istememiştik elimizde kamp malzemelerimiz cebimizde paramızda vardı üstelik hiç işi bozuntuya vermedik ve 4 kafadar okul gezisi diye sıvıştık evden 3 günlük izin vardı nede olsa.Çeşme en favori mekandı bizim için ama gözlerden uzak bir yer olsun da kimseye görünmeyelim dedik nede olsa İzmir den geliyorduk ve bu durumlarda mutlaka bir tanıyan çıkar düşüncesiyle en ücra yere gittik.Gittiğimiz koyda minik bir büfenin dışında hiç bir şey yoktu büfeci günlük gelenlere su ,bira ,meşrubat satıp akşamda kapatıp giden yaşlı bir adamdı elektrik bile yoktu büfeci günlük buz getirip içecekleri içinde soğutup satış yaparak durumu idare ediyordu,adamcağızla kaynaştık dedik ”çadır kurcaz”amca yer gösterdi sandalye falan verdi bize ,bütün gün deniz ,kum ,güneş eğlenerek geçirdik.Akşam olunca amca gitti sandalyeleri denizin içine koyduk oturduk şarkı ,dans,gitar derken gece oldu çadırımıza çekildik artık tamamen uyku modundaydık iki bölmeli çadırda erkekler bir tarafta kızlar bir tarafta uykuya dalmıştık işte bütün macera o saatte başlamıştı….Uykumda birden bir ses ”kim var orda?Çıkın bakalım dışarı göreceğiz hesabınızı”diyerek seslensede bunu erkek arkadaşların bizi korkutmak için yaptığını sanıp iplemeden çadırın bölmesini açtık ama çadırın dışında bir çok adamın silahlarını doğrultup ellerinizi başınızın üzerine koyarak dışarı çıkın ”dediğini hafif bir baygınlıkla ve erkek arkadaşlarımın diz çökmüş görüntülerini hatırlıyorum.Kendime geldiğimde yüzüme tutulan fenerden ne olduğunu anlamaya çalışırken adamın biri diğerine ”komutanım bu yunanistan’a kaçmaya çalışan kaçakları merkeze götürmek için jipi getireyim mi?”demesiyle ayıldık .Biz salya sümük ne yunanistan’ı,ne kaçağı,biz kamp yapıyoruz desek te kimse bizi iplemiyor hakkımızda habire soru soruyorlardı.Ben ailem gerçeği öğrenecek düşüncesiyle o an kendimi gerçekten denize atıp sakız adasına kadar yüzüp kaçak olmayı bile göze alabilirdim.Bizi aldılar Çeşme merkeze götüreceklerdi kamp yaptığımız yer tam mülteci ve kaçakların geçiş noktasıymış nerden bilelim ücra köşe derken taaa dibine gelmişiz.Arabaya binmek üzereyken uzaktan bir el feneri bağıra bağıra bize gelmeye başladı komutan bir durdu hayrola ya noluyo gibisinden bakakaldı fenerleri ona
doğrulttular ,bir baktı gelen büfeci amca…..”Komutanım hayrola noluyor burda?” deyince büfeci,komutan bizi kastederek yakaladıklarını anlatmaya başladı,büfeci amcada” yok komutanım olurmu öyle şey onlar benim misafirim ben dedim onlara burda kamp kurun bu gençleri tanıyorum ” dedi.Meğersem büfeci amca orda gece nöbetindeki askerlerin ihtiyaçlarını görür onları tanırmış,adam bunu deyince komutan demek öyle deyip bizi bıraktı ben bu sefer sevinçten hafif baygınlık geçirdim.Büfecide dükkanda unuttuğu bir şeyi almaya glmiş hepsi tesadüf işte ,bizim kamp maceramız hızlı başladı hızlı bitti vesselam,iyiki o zamanlar daha cep tlfonu icat edilmemişti yoksa ailem olayı duysaydı başıma gelecek gazabı düşünemiyorum bile ,bu arada o gün kamp arkadaşım olan kişi şimdi 23 yıllık eşim ,ne zaman çeşme’ye gitsek hep o günü anar güleriz

dönülmez prizma

astral | 28 May 2012 09:32

Hayat bazen başka türlü yürür. Biraz tasarladığın, biraz tasarlamadığın şekilde. Bazen adımlarınızın üzerine basmamaya çalışırken, bazen de daha bir sıkı ve sağlam basarsın.

Bazı akşamlar gecenin rengi başka kokar ve gecenin içinden kimi ipuçlarıyla mucizeler ve renkler içinde yaşadığının farkına varırsın.

Meleklerinin yanında olduğunu anlayıverirsin. En güzeli budur. Hayatın ip uçları…

En güzeli de gün olur, görünmez bir prizmanın algısında değişirken zaman; gözlerindeki ışığın sönmesi şöyle dursun, daha bir şahlacağı geleceğin seni beklediği gerçeğini iliklerinde hissetmendir ki, en güzel şarkı budur.

Hikaye

poemce | 02 May 2012 09:45

Başlıksız bir hikaye..
Kahramanı sen, bense bir figuran.
Yazdığım en devrik cümlesin, özne’ye özlem yüklü bir betimleme. Sıfatların havada uçuştuğu, hiç birisinin adının karşılığı olmadığı birer kelime. Yalnızlığımın tadı hala acı.
Acıyı da sevmedim değil senle, acıtan sensin ya kabulüm yine herşeye..
Melankolik bir his, ironik bir vaka. Ve sen adının karşılığını bilmeden, hikayeyi biteren kahraman.

Nakarat

poemce | 30 April 2012 13:56

Sen ki bir şarkının en fazla nakaratı olup dilime dolanırsın, oysa ben ne şiirler okudum ezberledim, tum benligimi degistiren.. Ve sen yaşadıgını zannederken bir ömür boyu, unuttuğum kac şarkı var haberin var mı? iki kelime yetiyor bazen, silip atmaya, bazende yıllar alıyor ve hatta gitmiyor izleri hangi suyla yıkasanda…

Yalnızlığın “e” Hali

poemce | 30 April 2012 09:38

Bu şehri terk edersem biter sanmıştım.. Tam aksi oldu işte. Daha beter bir vaka.
Bu şehrin gri kaldırımlarında ki izlerini ne ben silebildim, ne de yağan yağmurlar. İzlerin tenimden de silinmedi, her parmak izin tenimde bir dövme şimdi.
Ve ıslak bir vedaydı bizimkisi, soguk bir Kasım akşamı gibi. Sararmış yapraklar, kararmış sokaklar, başı önde yürüyen insanlar gibi..
Yalnızlığın “e” haliydik..

BENİM DİLİM..

Ozlem iklimi | 02 April 2012 16:23

Kendi dilimiz varken bu yabancı kelimeleri kullanmaktan ne anlıyoruz bir bilebilsem!?… Daha entel olduğumuzu mu düşünüyoruz acaba?.. Anlattığımz şeyi olduğundan daha önemli bir kıvamda mı hissettirmeye çalışıyoruz.. Bütün diller Rabbimizin, onda şek ve şüphe yok… Fakat Rabbbimiz bize de bir dil sunmuşken neden bu özenti?! İngilizce, Arapça, Fransızca, Farsça, İtalyanca ve diğerleri…. Ne kadar dilden ne kadar kelime bilsek kârdır, güzeldir… E o halde bu kâr, bu güzellik bir çeşni olarak kalsın belleğimizde… Güzel dilimizin nesi eksik. Yabancı dillerle harmanlayıp durmanın ne gereği var? Dilimiz canlı bir varlık olsa bize neler derdi acaba?!… Farklı dillerden kelimeler yumağına birkaç kelime de Türkçe kattığımz zaman inanın daha kültürlü, daha bilgili, daha alımlı olmuyoruz. Bence tek kelimeyle bu zannımızdan dolayı komik oluyoruz.

1 KADIN GEZGİNİN ULUDAĞ ‘DA KAR YÜRÜYŞÜ VE KAR SEFASI

PEYZAJ212 | 13 March 2012 09:29

Sizlere 03.02.2012 cumartesi ve 11.03.2012 pazar günleri yaptığım Uludağ gezisini anlatmak istiyorum.
İlk gezimizde Uludağ’a teleferik ile çıktık.Sarı Alana çıkış esnafında teleferikten çıkarken sağlı,sollu,önlü,arkalı bitki florasını izliyorsunuz.Doğası bir harika, üzeri karla büründüğünde çok daha güzel görünüyor.Sarı Alana çıktığımda teleferikten inip alana girdiğimizde beş adet kar adamın kafasından oluşan bir kardam adam serisi ile karşılaştık.Etrafına meşhur Bursa’nın elma şekerleri dizilmişti.Fotoğraf için harika bir resimdi ve resmettik(.Teknik bir hata oldu sanırım resim yüklenmedi o yüzden sizlerle paylaşamadım ).Sonra alanda yürümeye başladık ısıtan bir güneş ve o güzelim karlara bulanmış ladin ağaçları.Hemen ağaçların altlarına geçip fotoğraflar çekindik.Ağaçlar kar kaplı olduğu için altlarına girdiğinizde kar suları damladığı için ıslanıyorsunuz.Ama manzara çok güzel.Uludağ’a gidenler bilir Meşhur Pala Bıyık Cemalîn yeri var oraya kadar keyifli bir yürüyüş yaptık sonra bu mekanın içersine girip mangal keyfi yaptık.Yelpaze mangalın etrafında aldığınız etleri kendiniz pişiriyorsunuz sonrada afiyetle pişirdiğiniz etleri yiyorsunuz.Bu arada mekanın sahibi Pala Bıyık Cemal Bey ile tanışp fotoğraf çekinebilirsiniz.Müşterileri ile ilgili ve saygılı.Mangalı isterseniz açık havada da yapabilirsiniz ikinci gezimizde mangalı açık havada hafiften kar yağarken yaptık, bu çok daha keyifli idi. Mangal arkasından semaverde çay keyfi karda harika oluyor.11.03.2012 Uludağ gezimde de kayak alanının olduğu yerde kar yürüyüşü yaptık çok keyifli idi.Kar sert olduğu zaman kara batmadan yürüyebiliyoruz.Karın yumuşak olduğu yerlerde kara gömülüyorsunuz rampa aşağı inişte ise bayağı bir gömülme ve yürüme esnafında yorulma oluyor.O kar manzarası ,ladin ağaçları muhteşem,havası temiz,tertemiz,ciğerlerimize bol bol temiz hava çektik ,burun deliklerimizi açtık.Uludağ’ın bir noktasında kar yağmazken çok yakın bir noktasında kar yağabiliyor ve başka bir noktasında güneşi görebiliyorsunuz.Böyle bir dağa sahip olduğumuz için çok şanslıyız.Fotoğraflama açısından harika bir manzaraya sahip Uludağ.İmkanı olan herkesin görebilmesi dileğiyle güzel bir Uludağ gezisi ve sefası diliyorum.

Derin karanlık 8

nihansage | 28 February 2012 15:21

– Yüzbaşı Hakan Çelik. Hem albay hem de bu geminin kaptanı mı oldun? Aferin sana. Ben yokken çok yol katetmişsin.Kaptan Çelik’in karşısında, yıllardır aradığı kişi durmaktaydı. Kayıp kaptan Emin Doğaner, gözlerini dikmiş ona bakıyordu. Kendisine alaycı bir üslupla hitap etmekteydi.Kaptan Çelik ve yanında bulunan mürettebat şaşkınlık içersindeydi. Kaptan köşkünde bulunan herkesin aklında ki soruyu sordu.
– Kaptan Doğaner, gerçekten siz misiniz?Emin Doğaner kendinden emin adımlarla, kaptan Çelik’in yanına yürüdü. Küstah ve karşısındakini hor gören bir ifadeyle Kaptan Çelik’in sorusuna cevap verdi.
-Evet, benim. Ve şu andan itibaren, DERİN KARANLIK’a yüksek konseyin efendisi HAMANE adına el koyuyorum. Gemi ve mürettebat artık benim emrim altındadır. Benim iznim olmaksızın yapılan her uygulama, adamlarım tarafından şiddetli bir şekilde cezalandırılacaktır.Kaptan çelik ve mürettebat şok içersindeydiler. Kaptan, bulunduğu yerden indi. Kaptan Emin’in yanına geldi. Tam karşısında durdu. Bu kişi, yıllardır arayıp durduğu kişiye hiç benzemiyordu. Yüzünün hatları, vücut ölçüleri, kaptan Emin’e çok benziyordu ama gözlerinde ki ifadeler hiç onun tarzı değildi. Yıllar onu bu kadar çok mu değiştirmişti yoksa… Başını dik tutarak, karşısında bulunan ve artık kendisine yabancı olan bu adama, geminin gerçek kaptanı olarak hitap etti.
– Ben, DERİN KARANLIK’ ın kaptanı Albay Hakan Çelik. Bu gemi ve mürettebat tamamen benim emrimdedir. Uluslar arası yasalar gereğince hiç bir ulus veya koloni bir öğrenci gemisine silah zoruyla el koyamaz ve asla o gemiye saldıramaz. Bu durum savaş olsa dahi yapılamaz.Kaptan Emin, Kaptan Çelik’in tam göz hizasına gelecek şekilde yaklaştı. Gözleri tehtitkar bir ifadeyle bakmaktaydı.
– Hâlâ anlamadın mı? Gemine ve mürettebatına el koydum. Seni de hücreye yolluyorum.Etrafta ki mürettebata konuşmak için döndü.
– Bana karşı gelen olursa, onu kaptanınız gibi hücreye yollamam. Anında cezasını verip, uzay boşluğuna gönderirim. Herkes anladı mı?Kendisine şaşkın gözlerle bakan mürettebata baktı. Kimseden ses çıkmıyordu. Ses tonunu daha da yükselterek tekrar sordu.
– HERKES ANLADI MI?Tüm mürettebat “evet, anladık,” demek zorunda kalmıştı. Oktay ise yıllardır hayalinde yaşatmış olduğu kahraman babasını, bu şekilde karşısında görünce çok şaşırmıştı. Kaptan Doğaner ile birlikte gelen askerlerden ikisi, kaptan Çelik’i silah zoruyla gözetim odasına götürmek için harekete geçmişti. Kimseye de, gözetim odasının yeri nerede diye sormamışlardı bile. İkinci kaptan Rıza, Kaptan Emin’e yaklaştı. Öncelikle kendini ve rütbesini tanıttı.- İkinci kaptan Yüzbaşı Rıza Aslan. İzin verirseniz size bir şey sormak istiyorum efendim.Kaptan Emin Doğaner, tüm dikkatini yapmış olduğu işe vermişti.Yanında getirdiği cihazı, geminin ana bilgisayarına bağlamaya çalışıyordu. Yüzbaşının sorusuyla başını yapmış olduğu işten kaldırdı. Yüzbaşıya baktı.
– Ne istiyorsun?
– Efendim, adamlarınız geminin kaptanını götürdüler ama gözetim odasının yerini hiç kimseye sormadılar ve…Kaptan Emin, yüzbaşının lafını adeta ağzına tıkar gibi sözünün bitmesini beklemeden sorulan soruya yanıt verdi.
– Derin karanlık adını vermiş olduğunuz bu gemi, ileri bir uzaylı teknolojisiyle yapılmış, boyutlar arası geçişler yapabilen bir uzay gemisidir. Siz Yüzbaşı, bindiğiniz atın neler yapabileceğinin farkında olmayan küçük çocuklar gibisiniz. Benim adamlarim, gelmiş olduğumuz boyutta sıtandart ölçülerde yapılmış olan bu gemiyi avucunun içi gibi iyi bilirler. Hatta sizden daha iyi bir şekilde onu tanıyoruz. Bu yüzden sizlerin yardımına ihtiyacımız yok, bilmem anlatabildim mi?Yüzbaşı Rıza, şansını biraz daha zorlamaya karar verdi.
– Efendim, yüksek affınıza sığınarak size bir şey daha sormak zorundayım. Bu gemide yaşları henüz on yedi olan, otuz sekiz öğrenci var. Ve biz Titan’ın çok yakınında bulunmaktayız. Eğer izin verirseniz, öğrencileri küçük bir uzay mekiğiyle tahliye etmek istiyorum.Kaptan Emin, dik dik yüzbaşıya doğru bakmıştı. Sonra bakışlarını odada bulunan yedi öğrencinin üzerinde gezdirdi. Hepsi korkmuş koyunlar gibi birbirlerine sokulmuşlardı. Yanlarına gitti. Oktay, babasının kendilerine doğru yaklaştığını görünce ne yapacağını şaşırmıştı. Arkadaşlarının arkasına geçti. Boyu uzundu, ne yapsa kaybolamıyordu. Kaptan Emin, hepsine tek tek baktı.
– Yedi taneniz burada, demek geri kalanınız da geminin çeşitli yerlerinde görev yapmaktalar.Bakışları, Oktay’ın üzerinde sabitlenmişti. Yavaş yavaş, Oktay’ın yanına doğru ilerledi. Diğer çocuklar kenara çekilmek zorunda kalmışlardı.
– Yakanda ki isimliğin olmasa bile yine de seni tanırdım Oktay Doğaner. Gözlerin hiç değişmemiş. Üstelik alnında duran yara izi senin kim olduğunu ele veriyor.Gözlerini Oktay’ın üzerinden çevirmeden, Yüzbaşı Aslan’a seslendi.
– Yüzbaşı Aslan, Gemide bulunan herkesin, dinlenme salonuna gitmesini istiyorum. Bu bir emirdir. Emre uymayanlar, kim olurlarsa olsunlar, şiddetli bir şekilde cezalandırılacaklardır.
– Efendim, peki ya tahliye…Yüzbaşıya doğru baktı.
– Tahliye yok. Gemide ki herkes şu anda Efendimiz HAMANE’nin kölesidir. Ölü ya da diri, hiç farketmez. Her ne olursa olsun emirlere tam uyulacaktır.
—————————