bildirgec.org

aziz nesin hakkında tüm yazılar

Mehmet Nusret (1915-95)

icetea | 05 November 2012 11:07

aziz nesin
aziz nesin

Başlığı görümce ‘o da kim?’ dediğinizi duyar gibiyim. Aslında çok bilindik bir kişiden bahsediyoruz: Aziz Nesin. Birçok türde yazmış, hatta bazı rivayetlere göre şairliğini Nazım Hikmet’in bile kıskandığı bir yazar, Aziz Nesin.

Nesin, 20 Aralık 1915’de Heybeliada’da doğdu. En çok mizah yazıları yazdı. Yazıları yabancı dile en çok çevrilen 4. yazardır. 1935’de Kuleli Askeri Lisesi’ni, 1937’de Ankara Harp Okulu’nu bitirip asteğmen oldu. Ancak sonra bu görevinden istifa ederek bir süreliğine muhasiplik ve bakkallık gibi işler yaptı. Aynı anda ailesini geçindirmek için yazı yazıyordu. Sonra yapılan bir röportajda ‘neden bu kadar çok kitap yazıyorsunuz’ sorusuna, ‘ben ailemi bununla geçindiriyorum 4000 hikaye yazdıysam, ailem 3 kişi olduğundandır, daha kalabalık olsaydı belki 9000 hikaye yazacaktım,’ diyerek cevap vermiştir.

Markopaşa

icetea | 07 July 2010 11:34

Bahsedeceğim dergi Türk basın tarihinin en eski ve en yüksek trajlı dergilerinden biridir. 1946 yılında Aziz Nesin, Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz ve Mustafa Mim Uykusuz tarafından hazırlanıp her hafta cuma günü çıkarılmıştır. Dönemin baskıcı politikasından ve Markopaşa’nın yazar kadrosunun mizahi ve eleştirel dilinden dolayı ancak 22 sayı çıkarılabilmiştir. Ardından Aziz Nesin ve Sabahattin Ali, Merhumpaşa, Malumpaşa, Yedi-Sekiz Hasan Paşa,Hür Marko Paşa, Bizim Paşa, Ali Baba ve Kırk Haremiler gibi isimlerle yayını tekrar devam ettirmeye çalışmış ancak tutuklama, alıkoyma, işkence vb. nedenlerden dolayı bunu gerçekleştirememişlerdir.

Dergi uzun süre “Toplatılmadığı zamanlar çıkar” veya “Yazarları hapishanede olmadığı zamanlar çıkar.” gibi ibarelerle çıkmıştır. Derginin logosunda ise, dert dinleyen bir adam resmi vardır, ancak, o zamanın her şeyde bit yeniği arayan kesimi bu resmi sovyet selamına benzetmiş ve dergiye -yazarlara- kominist yaftası vurmuştur. Bu olayın ardından Sabahattin Ali’nin yazdığı yazıda, özellikle bu selamın ‘sovyet selamı’ olduğunu söyleyen kişiye (Falih Rıfkı Atay) ithafen yazdıkları gayet ilgi çekicidir: Ukalanın biri Meclis’te, Hz. Muhammedin’in kızları Hendek savaşında şehit düştüler, demiş.
Meclis’te bulunun zarif bir zat da ” Kızları değil, oğullarıdır, Muhammed’in değil, Ali’nin oğullarıdır. Hendek savaşı değil, Kerbela’dır. Hangi birini düzelteyim,” demiş. İşte bu hatalar gibi, Ulus gazetesi de adeti üzerine büyük bir gaf yapmıştır. Hangi birini düzelteyim. Markopaşa sovyet değildir, selam ayakla değil, elle verilir. Sovyet selamı öyle değildir. Resimde Markopaşa selam vermiyor, elini kulağına götürmüş, dert dinliyor. Ve işin en mükemmeli de bu resim tek çizgi ilave edilmeden Ulus’un arşivinden alınmıştır.
Ey Ulus ve ey Falih Rıfkı!
Neren doğru ki, kalemin doğru olsun.

AZİZ NESİN

akoni | 19 August 2009 12:31

AZİZ NESİN 90′ lı yılların başında bu milletin % 60′ ı aptaldır demiş. Ben inanmıyorum.

” Topunuzun köküne..”

koza86 | 20 May 2009 13:44

“kökü dışarda” deyimi moda olmuş, siyasi literatüre yerleşmiş, nerdeyse halk mizahının bir parçası olmuş..
Hakikaten de milletimiz “kökü dışarda” olan hiç bir şeyden hazetmez!.
Erkek milletiz!
Kökledik mi tam gaz, içerde olmalıyız..Dışarda kalan şeyler bizi bozar, mahçup eder..
İlla ki kökümüz içerde olacak..
Bu deyim siyasal edebiyatımıza , 1946 yılında TBMM’nin on ikinci otırumunda yapılan bir konuşma ile girmiş; Gaziantep milletvekili cemil sait barlas “Marko paşa” dergisinin yayınlarını kasdederek, “kökü dışarda” bazı muhalifler diyerek eleştiriyor..
Derginin yayımcılarından Sabahattin Ali ise vekili şöyle yanıtlıyor,
” İstiklalimiz üzerine en küçük bir gölge düşmesin dediğimiz için mi kökümüz dışarda? Yoksa iktidarınızı dalkavukça övmediğimiz için mi kökümüz dışarda?”

Ben de çocuktum

FEYZAN | 15 April 2009 09:21

Yıllar önce Aziz Nesin in bir kitabını okumuştum.Adı ben de çocuktum.Bu kitap usta yazarın Böyle Gelmiş Böyle Gitmez adlı iki ciltlik kitabının içinden seçilen kısa anılar.Çocuklar rahat okusun diye onların ilgisini çekecek bir bölümü farklı bir kitapta toplanmış.
Geçenlerde kızım Nare okusun diye yeniden elime aldım .Onun pek ilgisini çekmedi ama ben tekrar okudum.Fark ettim ki Aziz Nesin in çok uzun yıllar önce yaşadığı ve benim hayatıma hiçte benzemeyen çocukluğunda benim çocukluğumu çağrıştıran pek çok nesne var.Mesela dikiş makinesi.onun annesinin de bir dikiş makinesi varmış,bir gün evlerinde büyük bir yangın çıkmış herhalde o elle çevrilerek çalışan bir makineydi.Kadın 2 çocuğunu ve dikiş makinesini kurtarmış ilk önce yangından.Benim annemin de dikiş makinesi vardı ama ayaklı bir Singer. Siyah parlak metalden sanırım üzerinde sarı desenler de vardı.Ahşap bir konsola oturtulmuştu, konsolun altında birde minik çekmecesi.Orda iğne iplik falan dururdu.Eskiden her anne dikiş mi bilirdi acaba? hemen herkesin evinde bir dikiş makinesi olurdu.Kızlar evlenirken çeyiz olarak koca evine götürürmüş.Benim annemin makinesi benim hatırladığım ilk evimizde misafir odasında sonraki evimizde kendi yatak odasında dururdu.çalışmadığı zamanlar üstü masa örtüsü gibi özel bir örtü ile kapalı duru,.bazen bir sehpa ya da masa vazifesi görür üstüne ıvır zıvır konurdu.Ben ve kardeşim Haluk içinse bir oyun aracıydı ben ve o örtünün altına girer ellerimizle pedalına basar,yandaki büyük demir tekerleğini döndürürdük.Ne kadar hızlı basarsak tekerlek o kadar hızlı dönerdi
O dönen tekerleğe de ses çıkarması muhtemel bazı
objeler sürterdik ve hani bileyciler vardı eski onlar bıçak bileylerken çıkan bir ses vardır hah işte o sesi elde etmeye çalışırdık .Bulduğumuz çeşitli en ve boyda ki makas, kaşık, çatal( bıçak değil tabi bıçakla o yıllarda tanışmamıştık henüz.şimdi düşününce ne korkunç bir sesti diyorum.) hepsini o büyük demir tekerleğe sürterdik ve o sesi dinlerdik.
Bazen Haluk pedala basar bazen ben öyle uğraşır dururduk.Annem dikiş dikerken biz de tepesine üşüşürdük.Kumaşın o minik ayaktan çıkmasını iğnenin hızlı hızlı kumaşa batışını izlerdik.Bundan da anlaşılacağı gibi hep annemin dibinde olurduk.Annem çok korkardı bize hep eline iğne batmış insanlar oduğundan söz ederdi.Bayramlarda bana etekler, jileler kendine elbiseler dikerdi.Ama söylediğine göre dikişi ilk öğrendiği zamanlarda kız kardeşine ve kendine çok şık ve süslü kıyafetler dikermiş.Kloş etekler çok modaymış.Etek ölçüsünü alırken kardeşi ayakta durmaktan yorulur tek ayağı üstüne yüklenirmiş, öyle durunca da doğru ölçü alamaz,ölçü cetveliyle kardeşinin bacağına vurur düz durması için uyarırmış.Teyzem ablasının sonunda ona çok güzel bir şey dikeceğine emin olduğu için ses çıkarmaz provanın bitmesini beklermiş.Çok uğraşırdı bir şey dikmek için bunu da çok çok iyi dikiş bilmemesine bağlardı.Büyüdüğüm de benim zorumla bana etek filan dikerdi.Sonra bir gün kardeşim evlenirken istedi makineyi alt ayaklarını alıp üstüne cam kestirdiler.Evlerinin girişinde duruyor antre de üstünde Telefon,duvarda ayna dekor oldu.Ama hala ayakta.

Tülsü’yü Sevmek!

ozanTi | 06 February 2009 10:28

Artık ben seni sevmiyorum,
Senin yerine Tülsü’yü seviyorum.
Tülsü kim bilmiyorum,
Ama olsun,ben onu seviyorum!

Tülsü acıtmıyor beni,
Senin acıttığın gibi.
Hiç görmedim belki
Ama olsun,ben onu seviyorum!

Tülsü’yü semek bir başka,
İnsan onunla doyuyor aşka!
Onunla olunca çok yakın Maçka.
Son mısra biraz(cık) saçma,
Ama sen o mısradan çok daha saçma!

Tülsü benim her şeyim,
Aşkım,canım,bitanem benim,
Tüm kalbimle artık Tülsü’ye aitim.
Sana değil, Tülsü’ye benim sevgim