bildirgec.org

atıf yılmaz hakkında tüm yazılar

Ah Güzel İstanbul (1966)

queennothing | 19 October 2011 21:34

2006 senesinde yaşamını yitiren yönetmen Atıf Yılmaz, Türk Sineması’na çok değerli eserler vermiş usta bir sinemacıdır. Yılmaz’ın 1966 senesinde çektiği sinema filmi “Ah Güzel İstanbul” da bu eserlerden biridir. Görüntü yönetmenliğini Gani Turanlı’nın yaptığı filmde Türk Sineması’nın önemli aktörlerinden Sadri Alışık ile müzisyen/ aktris Ayla Algan rol alıyor. Güngör Adalı, Saadet Eliaçık, Erdal Özyağcılar, Bilge Zobu, Ahmet Danyal Topatan, Ahmet Kostarika, Feridun Çölgeçen ve Handan Adalı gibi isimlerin de rol aldıkları filmin orjinal süresi 97 dakikadır. Ek olarak; film, 1981 senesinde Kadir İnanır ile Müjde Ar tarafından yeniden çevrildi.

Kadının Adı Yok (1987)

queennothing | 27 October 2010 09:37

2006 senesinde hayatını kaybeden yazar Duygu Asena‘nın kendi çocukluk ve gençlik yıllarını baz alarak yazdığı Kadının Adı Yok adlı kitaptan uyarlanan 1987 çıkışlı sinema filmi “Kadının Adı Yok“, Barış Pirhasan tarafından senaryolaştırılıp, Mersinli yönetmen Atıf Yılmaz tarafından çekildi. İstanbul doğumlu aktris Hale Soygazi‘nin başrolünde yer aldığı filmde Adanalı aktör Aytaç Arman, Tarık Tarcan, 2009 senesinde hazin bir şekilde aramızdan ayrılan Yaman Tarcan, Sevda Aktolga, Şahika Tekand ve aktör Mehmet Akan (Bizimkiler) rol alıyor.

Muhafazakar babasının baskısı yüzünden çocukluğu ve ilerde genç kızlığını yaşamak ile hayattan korkmak arasında kalmış, ancak hiç düşünmeden hayatı yaşamaya karar vermiş ve yaşı ilerleyip olgun bir kadın olduğunda da bu kararından hiç pişman olmamış kişi olarak karşımıza çıkan Işık, belli bir yaşa geldiğinde, kendisi ve ölen babasıyla bir iç hesaplaşma içerisine girmiştir.

Bir Ruh Macerası : Ayşe ŞASA

sinjob | 31 May 2010 15:54

Batılılaşma sürecinin en çalkantılı döneminin çocuklarından biri olan Ayşe Şasa’nın,geçiş sürecinde batılılaşmanın yanlış anlaşıldığı,zengin ailelerin çocuklarını dadılara emanet ettiği ve çocukların anne-babaya duyduğu ihtiyacın ve onlardan bekledikleri sevginin geri plana itildiği bir dönemi, bütün çıplaklığı ile gözler önüne serdiği müthiş bir eseri.Bir Ruh Macerası isimli kitabının arka kapağında şöyle demektedir Ayşe Şasa:

“İslam bizi geri bıraktı, Batı karşısında yenilgilerimizin sebebi İslam’dır!” hükmü, giderek bir inanç, bir yaşama biçimi halini aldı. Bunu da modernlik kisvesi altında hınç ve taassupla dolu telkinler halinde yaydılar; bu tür ideolojilere ve akımlara neredeyse meşruiyet kazandırıldı… Bu yanılgıların ortasında doğdum ve yetiştim. Gerçeğin ise tam tersi olduğunu pek çok bedel ödeyerek idrak ettim.”(Ayşe Şasa,Bir Ruh Macerası,Arka Kapak Yazısından alıntı)

Atıf Yılmaz Stüdyosu’ndan ” merhaba ” .

mrmurat | 14 January 2010 16:42

Atıf Yılmaz Stüdyosu
Atıf Yılmaz Stüdyosu

5 Mayıs 2006 tarihinde kaybettiğimiz ünlü ve hayatı başarılarla dolu yönetmen Atıf Yılmaz‘ın adını taşıyan bir sinema okulu olan Atıf Yılmaz Stüdyosu çalışmalarına başladı.

Amacı gelecekte iyi işler çıkartabilecek genç sinemacılar, yapımcılar, oyuncular, senaristler eğitmek ve Türk Sineması‘na kazandırmak olan stüdyo, 11 Ocak 2010 tarihinden itibaren öğrenci seçimlerine yönelik atölye çalışmlalarına başladı. 19 gün sürecek olan bu çalışma sürecinde öğrenci adaylarına oyunculuk, fotoğraf, senaryo, yapım – yönetim konulu ücretsiz dersler vererek ilk aşamayı tamamlamayı hedefleyen Atıf Yılmaz Stüdyosu, bu süreç sonunda iki yıllık eğitim vermek üzere öğrencilerini seçecek.

Eğreti Gelin (2005)

queennothing | 04 December 2009 16:28

Şükran Kozalı‘nın “Eğreti Gelinler” adlı romanından uyarlanan 2005 çıkışlı sinema filmi “Eğreti Gelin“in yönetmenliğini Atıf Yılmaz üstlendi. Nurgül Yeşilçay‘ın Onur Ünsal ile başrollerini paylaştıkları yapımda Müjde Ar, Metin Akpınar, Şevket Çoruh, Eylem Yıldız, Füsun Demirel, Fikret Hakan, Nilüfer Aydan ve Mehmet Esen gibi isimler de yer aldı.
Ali ile Neşe, doğdukları günden beri aynı mahallede büyüyen, evlilik çağına gelmiş iki gençtir. Aile büyüklerinin birbirine uygun gördüğü bu iki genç, yakın bir zamanda evlenmek üzere sözlenmiştir.

Gurbet kuşları göçtü: Halit Refiğ

kahramancayirli | 19 October 2009 12:28

Gurbet kuşları göçtü: Halit Refiğ
Kahraman Çayırlı

mitoloji.info adresinden alınmıştır.
mitoloji.info adresinden alınmıştır.

Gurbet Kuşları’nı izlemeyen bir sinemasever var mı? Ya da 80lerde çocuk olup, Müjde Ar’lı Teyzem’i görmeyen? Ya da Trt ekranlarında dizi furyasının başlamasının işaret fişeğini çeken efsane Aşk-ı Memnu’yu? Filmi yakılan Kemal Tahir uyarlaması Yorgun Savaşçı’yı?…

tulumba.com adresinden alınmıştır.
tulumba.com adresinden alınmıştır.

Atıf Yılmaz’ın, Ömer Kavur’un gitmişliğine alışamamışken, Türk Sineması çok önemli bir neferini daha kaybetti. Halit Refiğ’i

Gurbet Kuşları’ndan Teyzem’e…

İncecik, güzel, renkli, ayakları yere basan Türk filmleri

kahramancayirli | 12 June 2009 15:34

1.Gelin-Düğün-Diyet: 70ler için altın, pırlanta değerinde, tabii şimdi de. Göç üçlemesi, malum. 70ler Türkiyesinin en önemli sosyolojik olayı: Göç. Akad da ne yapmış. Konuyu birbirinden güzel üç filmle taçlandırmış. Hülya Koçyiğit oyunculuk ortalamasının biraz üzerinde seyreder. Başarılı artist bence en iyi performanslarını 80lerde çektiği kadın filmlerinde gösterdi.
2.Üçüncü Sayfa: Demirkubuz nerede biz orada. O nerede sinema orada. Senaryoyu mu övelim Başak Köklükaya’yı mı. Bu filmde Demirkubuz sahneleri birbiri üzerine geçirdi, sesleri başka sahnelere giydirdi. Ben bu tekniğe bayıldım. İnsan zafiyetleri, gerçek üç boyutlu, buralardan insanlar, insan ruhunun çok derinliklerinde seyreden bir film.
3.Dünden Sonra Yarından Önce: Burada kadın yönetmenler kadın filmleri çekerler yine erkek bakış açısıyla olur, gene erkek filmi olur..Yeşim Ustaoğlu’nu, Bilge Olgaç’ı, Handan İpekçi’yi parantezin dışında tutuyorum. Erkekler güçlü, erkekler haklı, erkekler basıp gider vb..Ama bu filmden gitmeyin tabii. İzlenmeli.
4.Herşeye Rağmen: Meral Çetinkaya iyidir, Talat Bulut iyidir, Orhan Oğuz iyidir. Bu film iyidir velhasıl. Aklınızın bir yerlerinde kalsın ismi. Belki bir gün karşılaşırsanız bir trt kanalında vs, kanalı değiştirmezsiniz.

Altmışdört yılın ardından: Meral Çetinkaya

kahramancayirli | 27 May 2009 13:30

Altmışdört yılın ardından: Meral Çetinkaya
Kahraman Çayırlı

Zaten huyumuzdur bizim. Sanatçılarımızın değerini, ancak onları kaybettiğimiz vakit anlarız. Hayattayken saygı duymamız gereken insanların kıymetini bilmek için, onların yitip gitmelerini bekleriz illa. Benim bu yazı ile niyetimse, yıllardır sadece işini yapan ve her daim takdir edilmeyi hak eden gerçek bir sanat insanını anlatmak: Meral Çetinkaya’yı..1945 yılında Bursa’da doğan Çetinkaya’yı ben ilk kez Bizimkiler’in (Yalçın Yelence/ 1989-2001) Ayla’sı olarak tanıdım. Oysa “Sanat Tarihi” eğitimi alan yetenekli sanatçı, 1969 yılından itibaren “oyunculuğun er meydanı” olan tiyatro sahnesindeydi. Dostlar Tiyatrosu’nda uzun yıllar çalıştı. “Şili’de Av”, “Alpagut Olayı”, “Bitmeyen Kavga”, “Gün Dönerken”, “İkili Oyun”, “Yalınayak Sokrates” sanatçının oynadığı oyunlardan. Tiyatro yaşamını ise halen Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda sürdürüyor. “Bir Yaz Evi”, “Hadi Öldürsene Canikom”, “İlk Gençlik”, “İvan İvanoviç Var mıydı? Yok muydu?”, “Ocak” son temsillerinden.

Hikâyelerinin inadına: Reis Çelik

kahramancayirli | 06 May 2009 11:55

Hikâyelerinin inadına: Reis Çelik

Kahraman Çayırlı

Işıklar Sönmesin”i izlemek için insanlar Beyoğlu’ndaki sinemalara bile giderken kimlik kontrolünden geçirilir, içeride slogan atmanın yasak olduğu yolunda uyarılırlar. Bir gün NTV‘den haberleri izler. Bir sinema salonundan insanlar kıpkırmızı bir yüzle koşarak çıkarlar. Neden sonra anlar oranın Diyarbakır’daki Dilan Sineması olduğunu. “Işıklar Sönmesin” oynar ve içeride insanlar zılgıt çekince polis üzerlerine kırmızı su sıkar. İnsanlar orada sonra “Işıklar sönmeyecek!” diye gösteri yaparlar. İşte böyle anlatır “Işıklar Sönmesin” filminin ardından yaşadıklarını. O bir film çeker, esas film o zaman başlar zaten…Peki ya “ Hoşçakal Yarın”? Film, Olağanüstü Hal sınırları içersinde yalnız Vecdi Sayar’ın düzenlediği “Sanat Köprüsü”nde Hakkâri’de gösterilir. Ancak yaklaşık iki saatlik filminin gösteriminin dört saatte neden bitmediğini merak ettiği için sinema salonuna giderken yolda uçuşan film parçaları görür. “Ulan nereden buldular bu kadar çok filmi” derken film parçalarından birini yakalayınca görür ki uçuşanlar, kendi filminin sansürlenmiş kareleridir. 1961 yılında Ardahan’da doğar. İlk ve orta öğretimini tamamladıktan sonra İstanbul’a yerleşir. İstanbul Belediye Konservatuarında Müzik ve Tiyatro eğitimi alır. Gazeteciliğe başladığında 1982 yılıdır. Ekonomi ve politika muhabiri olarak çalışır. Çeşitli televizyon programları hazırlar. Bir yandan okurken bir yandan da 70’lerin o büyük, kitlesel siyasal hareketlenmesi içinde yer alır. Gazetecilikten dağıtımcılığa, fotoğrafçılıktan video gazete yayıncılığına kadar pek çok işte çalışır. Ama aklında hep film yapma fikri vardır. Belgesel filmler çekmeye başlayan yönetmen, farklı kuruluşlara 600 civarında reklâm filmi ve siyasal kampanya filmi çeker. Ülkemizde yapılan ilk Nazım Hikmet Belgeseli olan “Nazım Hikmet Ziyaretçin Var”a imza atar. Derken “Işıklar Sönmesin”, “Hoşçakal Yarın”, “İnat Hikâyeleri” ve nihayet “Mülteci”…En büyük hedefi gazeteci olmaktır küçükken. Doğduğu kent, Ardahan’a haftada sadece bir kere gazete gelir o yıllarda (1960lar). Gelecek gazeteleri bekler… Peki ya kentin biricik gazete satıcısı kimdir? El cevap: Hülya Avşar’ın amcası. Sokakta bulduğu her gazete parçasını keser, düzeltir, sonra annesine götürür çuvaldızla diksin diye. Çocukluğunda “gazete kitapları” biriktirdiğini anlatacaktır sonraları. İlkokula dört kilometre yürür her gün. Hem de o kar-kış altında. Anne tarafı Gürcü, babasının annesi Kürt, dedesi de Ahıska Türkü… Terekemeler var, “Malakan” denen Beyaz Ruslar, Alman köyleri… Malakanlar yöre halkına değirmenciliği, bağcılığı öğretir, Almanlar da patates ekmeyi. Hatta oralarda patatese ‘kartof’ derler. Gazetenin ancak haftada tek bir kez geldiği yerde gazeteci olunur mu? Ama Reis Çelik var diğer yanda, direnmeyen, ne olursa olsun pes etmeyen… “İstanbul’a gideceğim” der tutturur. Derken ikna eder kendinden iki yaş büyük amcası Orhan’ı. 36 saatte İstanbul’a gelirler otobüsle. Kuştepe’de indirir otobüs ikisini. Gültepe, Ortabayır’da halasının evine gidecekler. O zaman Kuştepe ile Gültepe arasında ev yok. Hava soğuk. Yağmur yağıyor. O gün geri dönmeye karar verir. Çamurda yürürler. Elinde sazı. Bir daha ötmez diye kızar. Çünkü sazı da ıslanır. Beline kadar çamur olur hatta. Donarlar soğuktan, çok üşürler. Bir kahve görürler. Kapıyı iterler. Eşik yüksek. Güç bela içeri girerler. Kapının önünde masa. Onu da iterler. Karşılarında bir garson. Elindeki çayların dumanı tütmekte. Amcası Orhan, “Bir çay ver de ısınalım. Bir de adres soracağız” der. Adamın altın dişleri vardır. “Tamam yiğenim de” der, “Kapı dururken niye pencereden girdiniz?” Meğer girdikleri yer pencereymiş. Nereden bilsin genç adam. Eşik niye yüksek diye düşünür. Çünkü geldiği yerde iklim koşulları gereği pencere tepede olur, “baca” derler hatta. İki tane küçük deliktir. Böyle pencere görmemişler o zamana dek. Onun için İstanbul’a pencereden girer yönetmen!